Rabbimiz Bakara Suresi Ayet.183.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İman edenler, sizden öncekilere farz kılındıgı gibi, sizin üzerinize de Allahtan korkmanız için sayılı günlerde ORUÇ FARZ kılındı…***
Büyük bir Şerefle taşıdıgımız yüce dinimiz İslamın bir mutluluk ve kurtuluş vesilesi olarak İnanan insanlara emrettigi ibadetlerden biri de Ramazan ayı Orucdur. İslam Dininde oruç sayılı günlerdedir sayılı günlerden anlaşılan ise Ramazan ayında tutulan oruçtur. Ramazanı ayı Mübarek bir zaman dilimidir. Hak ile batılı birbirinden ayıran ve hidayet rehberi olan Kuranı Kerimin bu ayda indirildigi bilinmektedir…
Kuranı Kerimde gece ve gündüzün sürelerinin Cenabı Hak tarafından düzenlendigi ve bir yılın on iki ay oldugu haber verilmiştir. Güneşin ve ayın hareketlerine göre tesbit edilen vakitler, İbadetlerin eda edilmesi- yapılması için bir sebeb ve vesile kılınmıştır. Namazın, Orucun, Zekatın ve Haccın eda edilmesinde zaman kavramının önemli bir yeri vardır…
Sahihi Buhari de rivayet edilen bir Hadisi şerif mealen şöyledir: ** Ayı görmek şartıyla, ORUÇ tutun ve onu görmek şartıyla BAYRAM yapın. Şayet hava bulutlanırsa Şaban’ı otuz olarak tamamlayın…**
Yine Sahihi Muslimde Rivayet edilen bir Hadisi Şerif mealen şöyledir: ** Hilali görmedikçe ORUÇ tutmayın, onu görmedikçe BAYRAM yapmayın. Şayet hava bulutlu olursa onun miktarını hesap edin…**
Ramazan ayı, İnanan insanlar için RAHMET, magfiret – yani Cenabı hakkın kullarını günahlardan temizleme, arınma, ayrıca şifa ve huzur ayıdır. Ramazan ayının şereflenmesine sebeb olan Kuranı Kerim öyle bir kitaptır ki, Kalplere nur, gönüllere huzur, dertlere şifa, Ruhlara gıda ve Mü’minlere Rahmettir. Bu ay Sabır ayıdır; sabrın karşılıgı ise Cennettir. Yine bu ay, yardımlaşma ayıdır. Her kim bu ay içerisinde bir Oruçluya İFTAR verirse, bu onun günahlarının bagışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Ayrıca Oruçlunun sevabından hiç eksiltilmeden ona Oruçlunun sevabı gibi sevap verilecegi bildirilmiştir…
İnanıyorum ki bu dünya bir İmtihan dünyasıdır. Bizler bu dünyada mahiyetini tam kavrayamayacagımız şekilde İmtihan edilmek için gönderildik. Bizler hayatımızın her safhasında Nefislerimizin ve Şeytanın hücumu altındayız. Mutlaka bu tehlikelerden kurtulmanın bir yolu vardır. İşte bu tehlikelerden kurtulabilmek için biz müslümanlara manevi lezzetler verecek en kuvvetli tutunacagımız dallardan birisi şüphesiz ORUÇ ibadetidir. Mutlaka Orucun diger İbadetlerimizde oldugu gibi, yalnız Yüce Rabbimizin emri oldugu için ve Peygamber Efendimiz tavsiye ettigi ve bilfiil uyguladıgı şekilde tutulması gerekir…
Örnek ve Önderimiz Peygamber Efendimiz (sav) Tac tercemesinde rivayet edilen bir Hadisi şerifte mealen şöyle buyuruyor: ** Nice Oruçlu kimseler vardır ki açlıktan başka Orucun ona bir faydası yoktur. Yine geceleri nice İbadet edenler vardır ki uykusuzluktan başka ona bir fayda yoktur…**
Riyazus Salihin adlı degerli Hadis kitabında Rivayet edilen bir Hadisi şerif mealen şöyledir: ** Kim kötü söz ve işleri bırakmaz ise, Allahın onun yemesini içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur…**Bir Müslüman Orucunu tuttugu halde yalandan ve kötülüklerden uzaklaşmıyan, Orucu, sadece yemeden içmeden vazgeçme olarak anlayan ve algılayan kimseler, böyle tutulan Oruçların cenabı Hak katında makbul bir İbadet olmayacagını bilmeli ve Oruçlarını emredilen şekilde tutmaya çalışmalıdırlar. Oruçlu iken ne konuştuguna nasıl hareket ve tavır sergilediklerine dikkat etmeyen insanlar yaptıgı ibadetlerin şuuruna ve bilincine erişememiş kimselerdir diye inanıyoruz…
Yine bir örnek vermek açısından ve Ramazan ayı içerisinde Oruçlunun takınacagı tavırın ne olacagına baktıgımızda en güzel anlatımı yine Peygamber Efendimizin (sav) sergiledigine şahit oluyoruz. İbni Abbasın Rivayeti mealen şöyle: ** Rasuli Ekrem efendimiz insanların en cömerdi idi. Bilhassa Ramazanda, Cibril ile karşılaştıgı zaman Cömertligi son dereceyi bulurdu. Cibril Aleyhiselam Ramazanın her gecesinde Peygamberle buluşup nöbetleşe Kuran okurlardı…**
Şu hususu önemle ifade etmek gerekir ki; Hayatını, bütün yaşantısını Allah ve onun şanlı Rasulünün emir ve yasakları dogrultusunda ayarlayamayan Müslümanlar sanki mevsimlik elbise giyip çıkarır gibi İbadet yapmak, Ramazan ayı çıktıktan sonra da Allahın Emirlerinin Peygamber Efendimizin tavsiyelerinin semtine bile ugramayanlar aranılan ve istenilen, arzu edilen gayeye o mübarek, faziletli mükafaatın lezzetli imkanını bulamayacakları gibi, Allah korusun ayrıca Allahın azabına da muhatap olmaktan kurtulamayacaklardır…
Bazı hususları artık iyi düşünmeli ve hayatımızı ona göre şekillendirmeliyiz. Mesela Hıristiyanlık ve Yahudiligin zamanı dolmuş o Şeriatlar bizim indimizde İslam güneşinin doguşuyla devirlerini kapatmışlardır. Mesela Yahudiler zamanlarında sadece Cumartesi günü İbadet ediyorlar Allaha İtaat kavramını sadece bir gün ile sınırlandırıyorlardı. Hıristiyanlar ise sadece Pazar günü Allaha İbadet ediyorlardı. Onlar devirlerini kapattılar…
Biz Müslümanlar da sadece CUMA namazını kılarız ondan başkasını gözümüz görmezse ve BEŞ vakit Namazı emredildigi gibi kılmazsak, Ramazan Orucunu bildirildigi gibi tutmazsak, Zekatlarımızı Dinimizin emri dogrultusunda vermezsek, Hacc İbadetimizi maddi ve Manevi imkanlarımız oldugu halde gerektigi gibi yerine getirmezsek hesap gününe nasıl ulaşacagımızı düşünmek mecburiyetindeyiz…
Herkes tek dogdu, sorumluluk yaşına eriştigi andan itibaren günahıyla sevabıyla kendinden mesul, Hak vaki olup zaman geldiginde gözlerini dünya hayatına kapatıp sorgu ve suali tek başına verecek, Zerre miktarı hayrın mükafatının verilecegi ve zerre miktarı şerrin cezasının çekilecegi o günde Anamızı, babamızı, hocamızı ve yakın dostlarımızı bulacagımızı bilemiyoruz. Dolayısıyla bari dünyada attıgımız adımlarımızı iyi atalım. Hesaplarımızı hem dünya hem Ahiret için iyi yapalım ve Allah korusun kaybeden lerden olmayalım…
Cenabı hak Bakara Suresi Ayet.85.te mealen şöyle buıyurmaktadır: *** Yoksa siz Allahın ahkamının – hükümlerinin bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz ? Sizden her kim bu şekilde yaparsa, onun cezası ancak dünyada rüsvaylık-rezillik, maskaralık- ve bayagılıktır. Kıyamette de en şiddetli azaba atılmaktır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil degildir…***
İnanıyorum ki bu gün Müslümanların zillet içinde, gayri müslimlerin emri ve gölgesi altında velayetinde yaşamalarının ana sebebi Allahın ahkamının – Hükümlerinin bir bütün olarak degil de işimize gelen, Nefsimize hoş görünen ya da insanların görerek takdir edecegi yönlerini yaşamamızdır. Ne yazıkki bu tür bir yaşantı şekliyle ne kendi Dinimizi yaşayabiliyoruz ne de başka inanç sahipleriyle beraber olabiliyoruz hani derler ya iki arada bir derede kalmış vaziyetteyiz. Onun için hâla nefes alıp veriyorken, daha gözlerimizi açıp kapayacak zamanımız varken aklımızı başımıza alıp kendi kendimizi hesaba çekelim inanıyorum ki faydasını görecegiz…
Evet Oruç İbadetinin FARZ olduguna inanan Müslüman birey Ramazan ayı geldiginde geregi gibi Orucunu tutacak. Orucunu tutarken de hal, hareket, tavır ve yaşantısıyla, ahlakıyla, edebiyle çevresindeki insanlara örnek şehsiyyet oldugunu gösterecek bu hususu onlar için degil asıl kendi iyiligi ve mükafatı için yapmaya gayret edecek. Bir Müslüman her konuda oldugu gibi Oruç İbadeti hususunda da nasıl davranacagını mutlaka bilmelidir. Örnek olması açısından basit bir şekilde yazıya dökecek olursak…
Müslüman öncelikle Sahur yemegini yemek için gece yatagından kalkar. Çünkü SAHUR yemeginde bereket vardır buyurulmuştur. Ve sahuru yaptıktan sonra geciktirmeden Sabah tutacagı Ramazan Orucuna Niyyet eder. Allahım senin rızan için Oruç tutmaya Niyet ettim der ve agzını en az iki kere yıkar ve Orucuna başlamış olur. Sahura kalktıgında ayrıca iki Rekat Teheccüd Namazını da kılarsa tabiidirki mükafaatı büyük olur. Sonra mümkünse Kuranı Kerimi alır ve Sabah Namazı vaktinin girişine kadar Kuran tilavet eder…
Sabah Namazının vakti girince İki Rekat Sünneti evinde kılar Cemaatle kılacaksa Farzları da Cemaat ile Camide kılar. Ögle, ikindi, Akşam ve yatsı Namazlarını degil Ramazan ayı içinde hiç bir zaman aklından çıkarmaz. İmandan sonra en büyük hakikat NAMAZDIR buyurulmuştur. Ayrıca bir MÜSLÜMAN her vakit GIYBET ve yalanın, dedikodunun sevabını götürecegi endişesiyle katiyyen bu tür olumsuz sözleri agzına almamaya gayret eder. İftar zamanına kadar da bu halini devam ettirir…
İftar sofrasına çoluk, çocugu ile oturup Allahın emrettigi saati beklemenin ayrı bir özelligi vardır. Allah ne verdiyse Ailenin hazırladıgı yemekle o güzelim nimetlerlekendisini düşündügü gibi diger Müslüman kardeşlerini de düşünerek tefekkür içinde Orucunu açar. İftarını açarken eger varsa Hurma yoksa Tuz ya da Su ile açılması tavsiyesine uyar. Ve şu Dua ile Rabbine yakarır. Allahım senin rızan için ORUÇ tuttum, senin rızanla orucumu bozuyorum kabul eyle Ya Rabbi der. Midesini mümkünse tıka basa doldurmaz sonra ellerini yıkar Akşam Namazını kılar daha sonra Yatsı ve Teravih Namazları için hazırlık yapar…
Bu işleri yerine getirirken yalnız kendini düşünmez. Akıl balig olmuş Aile içerisinde Dini sorumlulugu yüklenmiş olan Aile bireyleri de aynı kendisi gibi olmak durumundadır. Elinden ve dilinden geldigi kadarıyla Aile bireylerine de faydalı olmaya çalışır. Sonra evinden Yatsı ve Teravih Namazları için çıkar Tercihen TADİLİ ERKAN ile Namaz kıldıran bir İmamın arkasında Namazını eda eder…
Eksikligimiz, kusurlarımız, hatalarımız için de ayrıca Rabbimizden bizleri bagışlamasını diler ve hayatımızı Rabbimizin emrinin geldigi ana kadar tembellikten ve bir başkalarına yük olmadan hele hele asalak gibi yaşamaya hiç tevessül etmeden dogru bildigimizi hayatımıza tatbik ederek, bilmediklerimizi bir bilenle paylaşarak yaşama gayreti içinde oluruz. * Rabbim görelim neyler neylerse güzel eyler * düşüncesiyle her türlü gayretlerimizi gösterdikten ve tedbirimizi aldıktan sonra TEVEKKÜL silahıyla donanırız inşaallah…
Tutacagımız Oruçlarımız hakkında bazı meselelere gelice İlim ehlinin açıklamaları dogrultusunda mesleyi şöyle izah bir bakalım İnşaallah: Orucun Çeşitleri: Oruç ibadeti farz, vacib ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Farz olan oruç da kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi Ramazan-ı Şerif orucu gibi muayyen olan farz oruç; İkincisi, muayyen olmayan farz oruç; Meşru bir sebeple kazaya bırakılan Ramazan orucu ve kefaret sebebiyle tutulacak oruç gibi. Hükmen vacib olan oruçlar da, kendi aralarında muayyen ve gayr-i muayyen olmak üzere ikiye ayrılır…
Muayyen olan vacib oruç, mükellef tarafından gün tayin edilerek adanan oruçtur. Meselâ, „falanca ayın ilk gününde oruç tutmak üzerime vacib olsun“ diyerek, kendi nefsine vacib kılmak gibi!. Eğer mükellef muayyen bir vakit tayin etmeksizin oruç nezrederse, dilediği zaman edâ edebilir. Buna da gayri muayyen vacib oruç denilir. Allahu Teâlâ (c.c)’nın rızasını kazanmak niyetiyle tutulan nafile oruçlar da, ayrı bir türdür.
Orucu Bozmayan Şeyler: Resul-u Ekrem (s.a.s)’in, unutarak yiyen ve içen bir sahabeye hitaben „Orucunu tamamla!. Sana ancak Allahu Teâlâ (c.c) yedirdi ve içirdi“ (İbnül-Hümam, Felhül-Kadir, ll, 62) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyle oruç tutan bir mükellef unutarak yer, içer veya cima ederse orucu bozulmaz. Bu hususta orucun farz veya nafile olması arasında fark yoktur (Molla Hüsrev).
Oruca niyet etmiş bir mümin uyur ve uykuda iken ihtilâm olursa, orucu bozulmaz. Zira Resul-u Ekrem (s.a.s) „Üç şey vardır ki, bunlarla oruç, tutan kimse iflas etmiş olmaz: Kan aldırmak, kusmak ve ihtilâm“ hükmünü beyan buyurmuştur. Esasen ihtilâmda cinsi münasebetin ne sureti, ne mahiyeti mevcut değildir. Herhangi bir kadına baktığı ve bu sebeble menisi geldiği zamanda da durum aynıdır. Bu da düşünerek menisi gelen kimse gibidir (El Hidaye).
Resul-u Ekrem (s.a.s)’in „Kim kusmak zorunda kalırsa, ona kaza yoktur. Her kim de kasden kusarsa kaza etsin“buyurduğu sabittir. Hanefî fukâhası; „Kusma ile oruç bozulmaz. Fakat isteyerek ve kasden kusan kimse ağız dolusu ve bir kaç defa kusarsa, kaza etmesi gerekir“ hükmünü, zahirü’r rivaye olarak benimsemiştir. Bunların dışında: „Göze sürme çekmek, krem ve zeytinyağı gibi yağlı maddeleri vücûda sürmek, dedi-kodu ve gıybet yapmak, kendi arzusu ve fiili olmaksızın boğazına duman, un, toprak tozu veya sinek kaçması; cünüp olarak sabahlamak; iftar etmeye niyet edip de iftar etmemek; yemeksizin herhangi bir maddenin tadını boğazında hissetmesi; mesaneye geçmemek şartı ile erkeğin tenasül uzvuna su veya yağ gibi maddelerin akıtılması; yara üzerine konan kuru ilâç; burunda birikmiş olan sümüğü boğaza çekip yutmak; nohut tanesinden daha küçük olan ve dişler arasında bulunan yiyeceği yutmak“ orucu bozmaz (Fetevayı Hindiyye)…
Ancak başta dedi-kodu ve gıybet olmak üzere, bu fiillerin tamamından kaçınmak gerekir. Nitekim Resul-u Ekrem (s.a.s)’in: „Kim yalan söylemeyi ve yalan ile amel etmeyi bırakmazsa, Allahu Teâlâ (c.c) o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyurmaz“hadisi, önemli bir konuyu gündeme getirmektedir: Yalan, gıybet ve dedikodu gibi fiiller, orucun sevabına zarar verir…
Hatta İmam Evzaî’nin ve Süfyan-ı Sevrî’nin „Gıybet ve yalan orucu bozan hallerdendir. Oruçlu iken gıybet eden kimselerin ve yalan söyleyenlerin kaza etmeleri gerekir“ (İbn Hacer, Fethul-Bâri, Kahire 1959, IV, 73) buyurduğu bilinmektedir. Bu müctehidlerin „Evzaî’lik“ ve „Sevrîlik“ mezheplerinin kurucusu olduğu dikkate alınırsa, meselenin ciddiyeti daha iyi kavranır. Bugün bu iki mezhebin izleyicileri yoktur. Ancak yalan, dedi-kodu ve gıybetin bütün Ehl-i Sünnet’in müctehid imamlarınca „haram“ kabul edildiği sabittir. Dolayısıyla, oruç tutan her mükellef gerek zahirî, gerek bâtinî şartlarına riayet hususunda çok titiz olmak mecburiyetindedir.
Orucu Bozan ve Kefareti Gerektiren haller:
Resul-u Ekrem (s.a.s)’in: „Oruç, vücûda girenden dolayı bozulur“ buyurduğu bilinmektedir. İnsan, fıtratının gereği olarak gıda maddelerini boğaz vasıtasıyla vücûduna ulaştırır. Malum olduğu gibi en tabii yol budur. Bunun dışında kulak, burun, ön ve arka menfezler gibi, arızî yollarla da vücûda ilâç vs. gibi şeylerin girmesi mümkündür: Kur’an-ı Kerim’de „Amellerinizi iptal etmeyiniz“ (Muhammed, 47/33) hükmü beyan buyurulmuştur. Farz olan Ramazan-ı Şerif orucunu kasden ve taammüden bozmak büyük bir cinayettir…
İhlâsla niyet ettiği bir ameli meşrû bir sebep yokken bozmak „Ameli iptal etmek“ hükmündedir. Fukaha, Resulullah (s.a.s)’ın „Kim Ramazan ayında orucunu bozarsa; onun üzerine zıhar yapan kimsenin üzerine lâzım gelen şey (keffaret) gerekir“ hadisini esas alarak, „Kasden orucunu bozan mükellef; arka arkaya olmak şartı ile altmış gün oruç tutmak mecburiyetindedir. Bu, o mükellef üzerine farzdır. Ayrıca aynı (bozduğu) orucu kaza etmesi gerekir. Bir mükellefe hem kaza, hem keffaret’in gerekli olması için bazı şartların tahakkuku gereklidir…
1) Kasden orucu bozmuş olmak şarttır: Oruca niyet eden mükellef hata ederek iftar ederse, sadece kaza gerekir. Meselâ abdest alırken ağzına su verdiği anda, elinde olmayarak boğazına su kaçarsa orucu bozulur. Ancak bu fiilde kasıt unsuru mevcut değildir. Günü gününe kaza etmesi gerekir.
2) Kendi iradesi ile bozmuş olmalı; zorlama ve ikrah bulunmamalıdır: Kendisiyle cim’a edilen kadın, bu fiile razı olmuşsa; hem kaza, hem keffâret gerekir. Ancak cima zorlama ve ikrah sonucu olmuşsa, kadına sadece gününe gün kaza gerekir. Çünkü orucunu bozması hususunda zorlanmıştır, ihtiyarı mevcut değildir.
3) Oruca başladıktan sonra hastalanmaması veya sefere çıkmaması esastır: Mükellef oruca niyet ettikten sonra hastalanır veya sefere çıkarsa, muhayyerdir. İster durumuna katlanır orucunu tamamlar; ister iftar ederek gününe gün kaza eder.
4) Mükellef Ramazan orucunu tutarken, geceden niyet etmiş olmalıdır.
5) Mükellef orucunu bozarken, tabii gıdalardan veya gıda yerine geçebilecek yiyecek ve içeceklerden faydalanmış olmalıdır: Meselâ çakıl taşını veya demir parçasını yutan kimsenin orucu bozulur. Ancak keffâret gerekmez. Zira bunlar gıda olmadığı gibi, gıda yerine geçecek besleyici özelliğe de sahip değildirler (El Hidâye).
Orucu bozan ve sadece kazayı gerektiren hususlara gelince; Mükellefin herhangi bir kasdı olmadan, zorlama ve hata sonucu orucu bozulursa, gününe gün kaza etmesi gerekir. Meselâ Ramazan ayında oruca niyyet eden bir mümin, unutarak yeyip-içer veya cima eder, daha sonra da sırf cehaleti sebebiyle orucunun bozulduğu zannına kapılarak iftar ederse; günü gününe kaza eder. Kezâ, kustuğu için veya kan aldırdığı için orucunun bozulduğunu zanneden ve sırf bu zan sebebiyle orucunu yiyen kimsenin durumu da aynıdır. Zorla iftar ettirilmiş olan kimsenin veya hataen orucunu bozmuş olan mükellefin de sadece kaza etmesi esastır. Keffâret lâzım gelmez (Fetevâyı Hindiyye).
Bu durumlarda şu kaide uygulanır: Kasden ve kendi ihtiyarîyle herhangi bir meşru özrü bulunmadan Ramazan orucunu bozan mükellefe hem kaza, hem keffâret gerekir. Bunun dışında, kendi ihtiyarı olmaksızın ve meşru bir özür sebebiyle orucunu bozan kimseye, sadece gününe gün kaza gerekir.
Orucu bozan ve sadece kazayı gerektiren hususlar şunlardır.
1) Mazmaza ve istinşak (Ağıza ve buruna su verme) anında midesine su kaçıran kimsenin orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.
2) Cünûb olarak sabahlayan bir mümin gusül abdesti alırken boğazına su kaçırırsa orucu bozulur; kaza gerekir. Bu sebeble, cünüb olarak sabahlamamaya özen göstermek veya gusül abdesti alırken dikkatli olmak şarttır.
3) Oruca niyet eden mükellef çakıl, kuru çamur, pamuk, kuru ot ve kağıt gibi gıda özelliği olmayan maddeleri yutarsa orucu bozulur; kaza gerekir.
4) Meşrû bir özür sebebiyle; makadından şırınga (iğne) yaptıran veya mesanesine ilâç veren kimsenin orucu bozulur, gününe gün kaza gerekir.
5) Kendi iradesi olmaksızın ağzına kar ve yağmur tanesi kaçan ve bunu yutan kimsenin orucu bozulur; gününe gün kaza gerekir.
6) Bir kimse oruçlu iken karısını öpse ve bu sebeble inzal vaki olsa, orucu bozulur. Gününe gün kaza gerekir.
7) Ramazan ayının dışında herhangi bir oruca niyet eden mükellef, orucunu kasden dahi bozsa, kaza vacib olur; keffâret gerekmez. Keffâret sadece Ramazan-ı Şerif orucunun bozulması ve bu fiilde mükellefin kasdı sebebiyle gündeme giren bir cezadır.
Boğaza huni ile bir şey akıtmak; ağzına aldığı bir şeyle boyanmış tükrüğü yutmak; karnında veya başında olan bir yaraya akıtılan ilaç mideye veya beyine ulaşmak; zorla oruç bozmak; dişleri arasında kalan nohut tanesi kadar şeyi yemek; unutarak bir şey yedikten sonra orucun bozulduğunu sanarak bile bile yemek ve içmek; kendi isteğiyle ağız dolusu kusmak; ağız dolusu gelen veya getirilen kusmuğu geri çevirmek; kendi isteğiyle boğazına veya genzine duman çekmek; sabah olmuşken, daha vakit var diye sahur yapmak; güneş batmadan, battı zanniyle oruç açmak;
Ramazan da bunlardan biriyle orucu bozulan kimseye, fecrin doğuşundan sonra temizlenen hayızlı ve nifaslı kadına, ikamet eden misafire, sıhhat bulan hastaya, iyileşen deliye, buluğa eren çocuğa, müslüman olana günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmek farzdır. Bir görüşe göre de müstehaptır. Bu şekilde vaktin hakkı verilmiş olur. Son ikisi hariç diğerlerinin, tutamadıkları oruçları uygun bir vakitte kaza etmeleri gerekir…
Resul-u Ekrem (s.a.s)’in: „Sana şüphe veren şeyi terk et; şüphe vermeyen şeye bak!. “ (Fethül-Kadir, II, 94) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, her mümin oruç ibadetini edâ ederken titiz olmak mecburiyetindedir. Meselâ, oruçlu iken banyo yapmak veya denize girmek, yutmamak şartı ile herhangi bir şeyin tadına bakmak ve bunun gibi bir çok husus „mekruh“ olarak nitelendirilmiştir. Ancak meşru bir özür sebebiyle bunlara cevaz verilmiştir. Meşru bir özür mevcut değilken bir şeyin tadına bakmak veya denize girmek, ibadeti tehlikeye sokabilir. Kaldı ki orucu bozulan kimsenin dahi gündüz boyunca imsak etmesi (yeyip-içmemesi) vacibtir.
Oruçluya mekruh olan hususlar şunlardır:
Bir şeyi dilinin ucuyla gereksiz yere tatmak (sinirli bir kocanın karısı, eşinin kızacağından korkuyorsa yemeğin tuzuna bakabilir); lüzumsuz yere bir şey çiğnemek (ufak çocuğu için bir şeyi çiğnemesi gereken bir kadın oruç tutmayan başka birini bulamazsa kendisi çiğneyebilir); sakız çiğnemek (sakızın evvelce çiğnenmiş” beyaz ve dağılmaması şarttır. Aksi takdirde mekruh olmakla kalmaz, oruç bozulur; kendisinden emin olmayan bir kişinin hanımını öpmesi, boynuna sarılması veya kucağına alması; tükürüğü ağızda biriktirip yutmak; kan aldırmak ve kendini zayıf düşüreceğini tahmin ettiği yorucu bir işte çalışmak.
Oruçluya Mekruh Olmayan Şeyler
Misk ve gül gibi bir şey koklamak; gözüne sürme çekmek; bıyığına yağ sürmek; zayıf düşmeyecekse, kan aldırmak; misvak kullanmak, ağzı fırça ile yıkamak; ağza su alıp gargara yapmak; burnuna su çekmek; nefsinden emin olmak ve ileri derecede olmamak şartıyla öpmek ve sarılmak; serinlemek ve harareti gidermek için duş almak veya ıslak beze sarınmak (Bu görüş Ebu Yusuf’a aittir. Fetva da buna göredir).
İftar vaktinde: „Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkike eftartü ve savmi ğadin min şehri Remadâne neveytü fağfir mâ kaddemtü ve mâ ahhartü“ demek sünnettir. Anlamı: „Allahım senin rızan için oruç tuttum, sana inandım, sana güvendim senin verdiğin rızıkla orucumu açtım, yarın ki Ramazan orucuna da niyyet ettim. yaptığım günahları bağışla“. Ayrıca hurma ile; yoksa su ile oruç açmak da sünnettir.
Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler:
Kur’an-ı Kerim’de „Ey iman edenler!. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldır (farz kılındı). Ta ki korunasınız. (O Ramazan ayı) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar). İhtiyarlığından veya şifa ümidi olmayan hastalığından dolayı (oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteği ile bir hayır yaparsa, işte bu onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (fidye vermenizden) hayırlıdır; bilirseniz“ (el-Bakara, 2/183-184) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse, hangi hallerin oruç tutmamayı mübah kıldığı nasla belirtilmiştir.
I) Hasta Olmak: Mükellef, hastalık sebebiyle nefsinin telef olmasından veya bir azasını kaybetmekten korkarsa, oruç tutmaz. İmam Merginani „Hastalığın artması veya uzaması bazen ölüme götürebilir. Bu durumda ondan sakınmak (artmasından veya uzamasından kaçınmak) gerekir“ diyerek konunun hassasiyetine işaret eder. Hastalık, tecrübe veya mümin bir mütehassıs doktorun teşhisiyle kesinlik kazanır.
2) Sefere çıkmak (Yolculuk): Ramazan ayında sefere çıkacak olan bir mükellef, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bu mübahdır ve nasla sabittir.
3) Şeyh-i Fani (İhtiyar) Olmak: Oruç tutmaya gücü yetmeyen ihtiyar kimse iftar eder ve her gün için bir yoksula fidye verir. İmam Merginani „Bu hususta asıl olan Allahu Teâlâ (c.c)’nın „Oruç tutmaya gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye vermek lâzım gelir“ hükmüdür. Şayet oruç tutmaya gücü yeterse, fidye batıl olur. Çünkü fidyenin oruç yerini tutabilmesinin şartı, acizliğin devam etmesidir“ (el-Hidâye). Şeyh-i fani olma hali hangi yaşta başlar? Fukaha bu soruya cevap verirken, farklı yaşlar üzerinde durmuştur. Ancak şeyh-i fanilik (fazla ihtiyarlık) hali, insandan insana farklılık gösterir. Fetevay-ı Hindiyye’de:
„Şeyh-i fani, ölüme kadar hergün kuvveti noksanlaşan kimsedir ki, bunlar tekrar kuvvet bulmadan vefat ederler. Bahru’r-Raik’te de bu şekilde tarif edilmiştir. Bu durumda olan kimseler, dilerlerse fidyelerini Ramazan-ı Şerif ayının başında, bir defada verirler. İsterlerse bunu ayın sonuna bırakırlar. Fidye verdikten sonra oruç tutmaya gücü yeter hale gelirse, vermiş olduğu fidyenin hükmü geçersiz olur. Bu kimsenin önceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi gerekir“ diye kaydedilir.
4) Hayız ve Nifas Hali: Hayız ve nifas halindeki kadınların oruç tutmaları haramdır. Hz. Âişe (r.anha) validemiz, „Bizlerden birisi Resul-u Ekrem (s.a.s) zamanında, hayızdan temizlendikten sonra orucunu kaza eder, namazı ise kaza etmezdi“ (Fethül-Kadir, I,114) buyurduğu sabittir. Dolayısıyle hayız ve nifas halindeki kadınlar, o hal içerisinde iken oruç tutamazlar. Daha sonra geçirdikleri günleri (temizlendikten sonra) kaza ederler.
5) Hamilelik ve Çocuk Emzirmek: Dürrü’l-Muhtar’da: „Zann-ı galip ile, kendi hayatından veya çocuğunun hayatından korkan hamile yahut zahirü’r rivayeye göre, anne olsun, süt anne olsun emzikli kadın oruç tutmayabilir“ (İbn Âbidin, IV, 338) hükmü kayıtlıdır. Esas olan; gerek hamile, gerek çocuk emziren kadınların, kendi nefislerinin veya çocuklarının helâk olma tehlikesinin bulunmasıdır. Nitekim Fetevay-ı Hindiyye’de: „Hâmile olan veya çocuk emziren kadınlar; gerek kendi nefislerinden, gerekse çocuklarının helâk olmasından korkarlarsa oruç tutmayabilirler veya iftar edebilirler. Bu durumdaki kadınlara keffaret gerekmez, daha sonra oruçlarını kaza ederler“ denilmektedir.
6) Helak Olma Korkusu ve Yılan Sokması: Ramazan ayında, düşmanla savaşacağını bilen ve oruç tuttuğu takdirde zayıf düşerek gerektiği gibi cihat edemeyeceğinden endişe eden mücahit oruç tutmayabilir (A.g.e., I, 208). Dürrül Muhtarda, „Zorlanan (ikrah), helâk olmaktan veya akli melekelerini kaybetmekten korkan kimse ile kendisini yılan sokan kimsenin iftar etmesinin mübah olması“ hükmü kayıtlıdır. Bütün bunları, ayette geçen „hasta olma“ anlamı içerisinde düşünebiliriz. Kendisini yılan sokan bir kimsenin acilen tedavi olması esastır. Bu durumda iftar eder ve gününe gün kaza yolunu tutar. Çünkü, gecikme halinde telef olma korkusu söz konusudur. Bunun meşru bir mazeret olduğu sabittir.
Oruçla İlgili Diğer Meseleler: Oruç tutan mükellefin misvak kullanması sünnettir. Nitekim İbn-i Abidin bu hususla ilgili olarak şunları zikreder:
„Misvak kullanmak da mekruh değildir. Bilâkis başkaları gibi oruçluya da sünnettir. Delili, Peygamber (s.a.s)’in „Ümmetime meşakkat vereceğini bilmesem her abdest aldıkça ve her namaz kıldıkça onlara misvakı emrederdim“ hadisinin umum ifade etmesidir (İbn Âbidin).
Ramazan ayını baygın geçiren kimse, sıhhat bulduktan sonra oruçlarını kaza eder. Bu hususta icma vardır. Ancak, bir deli Ramazan ayının son günü zevalden önce iyileşmiş olsa, kendisine kaza lâzım gelmez.
Ramazan ayında, gündüz vakti bir çocuk buluğa erse veya kâfir, müslüman olsa, o günün geri kalan saatlerinde oruçlu gibi davranır. Yani, orucu bozan şeylerden uzak durur, ondan sonraki günlerin orucunu edâ eder. Geçen günleri kaza etmesi gerekmez.
Sıhhat bulan hastalar ve seferleri sona eren yolcular, daha önce tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Bu hususta ihtilâf yoktur. Alimlerin ekserisinin görüşü budur. Bir mükellefin, daha önceki Ramazan ayına ait kaza borcu bulunsa, fakat bu sırada Ramazan-ı Şerif girse; o kimse edâyı kaza üzerine takdim eder. Yani önce, yeni giren Ramazan ayının orucunu tutar; daha sonra kaza oruçlarını tamamlar. Nafile olan oruçlarda da, özürsüz olarak iftar etmek helâl değildir.
Iskât-ı Savm:
Iskât-ı savm, bir müslümanın hayattayken tutmadığı veya tutamadığı oruç borçlarını, öldükten sonra malından fidye vermek suretiyle düşürmek demektir. Çok daha sonraları çıkmış bir tabirdir. Bu tabirin dini literatürdeki ismi „fidye”dir.
Yukarıda ifade edildiği gibi oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Âkıl-bâliğ olan her müslümana farzdır. Oruç tutmaları farz olanların bazıları, belli durumlarda oruç tutmakla yükümlü kılınmamış; oruçlarını sonradan kaza etmelerine izin verilmiştir. Bunlar, hastalar ve yolculardır. Allah Teâlâ Kur’anda şöyle buyurur:
„…İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. (İhtiyarlığından yahut şifa bulma ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir“ (Bakara, 2/ 184).
Ayetten de anlaşılacağı gibi; hastalar ve yolcular, oruçlarını daha sonra kaza edebilirler. İhtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle daha sonra kaza etme imkanı bulamayanlar ise fidye verirler. Fidye, bir fakiri bir gün doyurmak demektir. Bir müslümanın böyle mazeretlerden dolayı hayattayken tutamadığı ve fidyesini de ödemediği oruç borcu varsa; öldüğünde, malından, tutamadığı oruçlar kadar fidye verilmek suretiyle borcundan kurtarılır. İşte bu ameliyeye ıskât-ı savm denir.
Ancak burada, eda şartından dolayı (hasta ve yolcu olmamak) kaydıyla oruç tutamayanlar söz konusudur. Fakat kasden, hiç bir mazereti olmadan orucunu tutmayan ve daha sonra bunları kaza etmeyenlerin durumu da böyle midir? Yani bunlar için, öldükten sonra fidye verilirse, oruç borcundan kurtulurlar mı? Bunu ancak Allah bilir.
Bu hususta halk arasında, şöyle bir uygulama vardır: Mesela 62 yaşında ölen birinin 12 yılı büluğ çağı için çıkarılır (62-12:50 yıl). Her yıl için 30 oruç, (30×50:1500 fidye) hesab edilerek bulunan miktar fidye fakirlere dağıtılır. Böylece ölü, oruç borçlarından kurtarılmış olur!
Fakat bu işlem doğru değildir. Her şeyden önce Hz. Peygamber (s.a.s) ve Ashab devrinde böyle bir uygulama yoktur. Diğer taraftan, ölünün tutup-tutmadığı oruçlar arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Tutulan günler için tekrar fidye verilmekte, böylece, dinde hiç yeri olmayan bir bid’at ortaya çıkmaktadır. Ayrıca her Ramazan ayı 30 gün değildir, 29 da olabilir. Öyleyse bu konuda ne yapılmalıdır?
1. Hastalık veya yolculuk gibi bir sebeple tutulamayan ve daha sonra da kaza imkanı olmayan oruçlar kadar ölü için fidye verilir. Bu Kur’an ve Sünnet’e uygundur.
2. Mazeretsiz olarak tutulmayan ve daha sonra kaza edilmeyen oruçlar kadar da ölü için fidye verilebilir ve ölünün oruç borcundan affedilmesi içip dua edilir. Çünkü bir ibadeti kasden terketmek günahtır.
3. Bunların dışında, bir kimsenin oruç borcu yoksa, onun için ıskât-ı savm adı altında fidye verilmesi yanlıştır, bid’attır. Belki kabul olmayan oruçları vardır diye de böyle bir ameliye yapmak caiz değildir. Eğer bu doğru olsaydı, yaptığımız her ibadet için böyle bir kaza muamelesi gerekirdi. Kulun görevi, emredilen ibadeti ihlasla yapmaktır. Kabul, Allah’a kalmış bir şeydir. Ve kul bunu bilmekle mükellef değildir. Kul, samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yaptığı ibadetin Allah tarafından kabul edileceğini umar(Yusuf Kerimoglu).
Bir Müslüman olarak gönül arzu ederki her zaman Kuran ve Sünnet düsturuyla hayatımıza devam ettirme gayretinde olalım. İslam Dininden Edinmiş oldugumuz güzel ahlaki degerlerden uzaklaşmayalım. İbadetlerin her çeşidinde Namaz, Oruç, Zekat, Hacc, sadaka, güzel davranışlar ve tevbe ile arındırdıgımız gönüllerimizi tekrar günahlarla kirletmeyelim. Unutmayalım ki Ramazan ayında yaptıgımız ibadetleri ve edindigimiz güzellikleri devam ettirmemiz, onların makbul oldugunun bir göstergesi olacaktır Çaba, gayret ve her türlü çalışma bizden hidayet ve kurtuluş Rabbimizdendir İnşaallah…
Allahım Bizi kulluğuna lâyık eyle. Bizi nimetlerine lâyık eyle. Bizi merhametine lâyık eyle. Bizi mağfiretine lâyık eyle. Bizi sevgi ve şefkatine lâyık eyle. Bizi emirlerine hakkıyla itaat eden kullarından eyle. Gözümüzü, Kulağımızı, Aklımızı, Kalbimizi, Nefsimizi, Duygularımızı emirlerine aç. Bizi emir ve yasaklarına karşı kör, sagır, dilsiz, anlayışsız ve vurdumduymaz olanlardan eyleme. Ya Rabbi Emir ve yasaklarına karşı anlayış ve kavrayışımızı artır. Dinimize, mukaddesatımıza karşı Duyarlılığımızı artır. Kuran, Sünnet ve Mezhebimize Sadâkatimizi artır. Bizi devamlı hamdedenlerden ve şükredenlerden eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 09.10.2006