Rabbimiz, Âli İmran suresi ayet . 31. de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey muhammed, de ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağış-lasın. Allah affeder ve merhamet eder…*** Allah rasulünün sevgisini bütün sevgilerin önüne koymak, bize cennetin yolunu göstermekle yapmış olduğu iyiliğin kıymetini takdir edip minnettarlığımızı göstermek, islam dini ile şereflenen bir müslümanın en öncelikli özelliklerindendir.
Peygamber efendimizi (sav) sevmenin Allah teâlâ’yı sevmek, Peygamber efendimize yaklaşmanın Allah tealâ’ya yaklaşmak olduğunun şuuruna varmak, Peygamber efendimizin (sav) bize canlarımızdan daha yakın, bize bizden daha şefkatli olduğunu bilmek, sevdiğini sevmek, sevmediğini sevmemek, Peygamber efendimize (sav) yakın olanı yakın, uzak olanı da uzak bilmek görevi dün olduğu gibi bugün de müslümanların omuzlarımızdadır inancındayız. Peygamber efendimize (sav) bağlılık, peygamber sevgisi ve bunun bir geregi olarak vefa duygusu müslümanların ezeli ve ebedi sadakat özelliğimizdendir.
Sevginin, muhabbetin, şefklat göstermenin her hâli mutlaka kıymetli ve değerlidir. Peygamber efendimize (sav) karşı sevgi, saygı, hürmet ve muhabbetimizi yazılı ve dillerde ikrar edilen sözlü, şiir, naat, kaside mısraların yanısıra, samimiyetle sadakat ve uygulama şeklinde ispat etmek, sünneti seniyyesini peygamber efendimizi (sav) yeni ifade ediyormuş, yaşıyormuş, onaylıyormuş gibi terütaze görmek; O’nun huzurunda asrı saadette yüksek sesle konuşulmadıgı gibi sünnetinin karşısına da teslimiyetin ve uygulamanın dışında bir şeyle dikilmemek. Sünneti ve Hadis öğrenmeyi *din* olarak görmek ve bu inanca sımsıkı yapışmak duygusuyla ve hissiyatıyla ögrendiklerimizi hayatımıza tatbik etmek görev ve sorumluluklarımız içerisindedir.
Unutmayalım ki; Peygamber efendimiz kendi hevasından hiç bir şey ifade etmemiştir. Peygamber efendimizin (sav) Rabb’inden bildirdiklerinde ma’sum olduğuna, ismet sahibi olduguna, emanet, fetanet, teblig, risalet görevini en mükemmel şekilde yaptığına, mucizeler sahibi olduğuna, en büyük mucizesinin de Kur’an olduğuna kesin iman etmek durumundayız. Yaşadıgı dönemde Sahabesinin mübarek vücuduna zarar gelmesin diye, etrafında etten kemikten sur ördükleri gibi şimdi biz müslümanlarda, Peygamber efendimizin (sav) sünneti seniyyesini korumak, o uğurda her ne gerekiyorsa ona katlanmak, gerekeni feda etmeye hazır olmak imanımızın gereklerinden olmalıdır.
Peygamber efendimize (sav) her anıldığında, bilhassa Ezandan sonra, Cuma günü. Peygamber efendimize (sav) salât ve selam getirmeyi, üzerimizdeki hakkının en küçük ifadesi, şefaatinin bir aracısı olarak görmek durumundayız. Peygamber efendimizin Sünneti ile istihza,alay edenlere, basite alanlara ve o yerlerde duranlara, herhangi bir bidate, sapıklıga destek olanlara fırsat vermemek görevlerimizden olmalıdır. Mutlaka her müslümanın bir umudu, bir beklentisi ve bir özlemi vardır. Bu isteklerimizin başında da Peygamber efendimizin şefaatı gelir diye inanıyoruz.
Şefaat umudu beklentilerimizin en güzelidir. İslam ve İman ile şereflenme nimetinin karşılığında, Peygamber efendimize vefa gösterebilmek için dikkat etmemiz icap eden bazı kurallar vardır. öncelikle: Peygamber efendimizi (sav) Kur’anı kerim nasıl tanıtıyorsa tanıttığı gibi tanıyıp iman etmek mecburiyetindeyiz; düşmanlarının O’nun hakkında ortaya attığı iftiralara itibar etmemeli, Allah’ın yarattıkları arasında en değerlisi olduğuna, Peygamberlerinin sonuncusu olduğuna inanmak boynumuzun borcu olmalıdır…
Peygamber efendimize ait bir Sünnet gördüğümüzde içten bir sevinçle sevinerek bağrımıza basarız. Bildirdiği şeylere gözümüzle görüyor gibi inanırız. Yasakladığı şeylerden ateşten kaçar gibi kaçmak bizlerin özelligi ve güzelligi olmalıdır. Sünneti seniyye ye sımsıkı baglanarak, o yol üzerinde yaşamaktan gayrı bir kurtuluş reçetesi bilmiyoruz…Rabbimiz Enbiya suresi ayet. 107. de mealen şöyle buyurmaktadır: ***Resûlüm, Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik…***
Başta okumuş olduğumuz ayeti kerime hakkında müfessirlerimizden Fahruddini Razi diyor ki; Bil ki Allah Teâlâ yahudileri, kendisine ve peygamberlerine imâna, tehdid ve va’îdleri ile davet edince, onları bir başka şekilde de buna davet etmiştir ki, o da şudur. Yahudiler: „Biz, Allah’ın oğullan ve dostlanyız“ (Maide) diyorlardı. Bundan dolayı bu âyet nazil olmuştur. Yine rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.s), Kureyş, Mescidi Haram’da putlara taparken, yanlarında durup şöyle dedi: „Ey Kureyş topluluğu, vallahi siz Hz. İbrahim’in dinine muhalefet ediyorsunuz.“
Bunun üzerine Kureyşliler, „Biz, Allah’ı sevdiğimiz için, „Bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye bu putlara tapıyoruz“ {zümer, 3) dediler. İşte bundan dolayı, tefsir ettiğimiz âyet nazil oldu. Bir başka rivayete göre, hristiyanlar „Biz, Allah’ı sevdiğimizden ötürü Mesih (İsâ)’ya ta’zim ediyoruz“ dedikleri için bu âyet nazil olmuştur. Hülâsa olarak, bu insan gruplarından herbiri Allahı sevdiğini ve Allah’ın rızası ile taatını gözettiklerini iddia ederler. Bunun üzerine Cenâbı Hak, Peygamberi Hz. Muhammede (s.a.s), „Ey habibim, „Eğer Allah’ı sevdiğiniz iddianızda doğru iseniz, O’nun emirlerine boyun eğip, O’na muhalefet etmekten kaçının“ de“ buyurmuştur. Buna göre sözün manası şöyle olur:
Allah’ı seven herkesin, O’nun gazabını çekecek şeylerden mutlaka iyice kaçınması lazım. Hz. Muhammedin(s.a.s) peygamberliğini kesin gösteren deliller bulunduğuna göre, ona uymak gerekir. Eğer ona uyulmuyor ise, bu o sevginin bulunmadığına delâlet eder. Yahudiler, kendilerinin Allah’ı sevdiklerini iddia ediyorlar ve Allah’ın da kendilerini sevmesine arzulu olduklarını ortaya koyuyorlardı. Âyet, şu iki bakımdan, Allah’ı sevmenin peygambere uymayı gerekli kıldığını göstermektedir: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabî olun.
Çünkü mu’cizeler, Allah Teâlâ’nın bana uymanızı gerekli kıldığını göstermektedir. Eğer siz Allah’ın sizi sevmesini arzu ediyorsanız, yine bana uyunuz. Çünkü bana uyduğunuzda Allah’a itaat etmiş olursunuz. Allah ise, kendisine itaat eden herkesi sever. Yine bana uymanızda, Allah’a itaat, O’na ta’zim ve O’nun dışındaki bütün varlıklara ta’zimi terkten başka birşeye davet yoktur. Allah’ı seven herkes, buna arzu duyar. Çünkü muhabbet, sevilene yani mahbûba tamamıyla yönelmeyi ve mahbûbun dışındaki herşeyden yüz çevirmeyi gerektirir.
Bu konuda Ali Küçük merhum diyor ki: Peygamber efendimize bir “gul” emri daha. Rabbimiz peygamberine şu sözü de söylemesini emrediyor: Ey mü’minler, ey iman iddiasında bulunanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyor, Allah’ı seviyor görüntüsü içindeyseniz, imanınız, iddianız, görüntünüz buysa o zaman bana tabi olun. Bana tabi olun ki Allah’a sevgi iddianız, Allah’a iman iddianız gerçek olsun.
İşte Allah’a imanın ispatı, Allah’ı sevmenin delili budur. Öyleyse ben Allah’a inanıyorum, ben Allah’ı seviyorum diyen kişi, sevdiği Allah’ın seçip, kendisi için kulluk modeli olarak gönderdiği elçisine tabi olmalıdır. Çünkü Allah’a imanın, Allah’ı sevmenin, Allah’a Allah’ın istediği, Allah’ın razı olduğu kulluğun, itaatin, teslimiyetin pratik örneği peygamberdir.
Peygambere Allah’ın istediği şekilde inanmadan, onu kulluk örneği bilmeden, tüm hayatında ona tabi olmadan, onun yaşadığı hayatı yaşayıp, adım, adım onun yolunu takip etmeden, onun gibi Allah’a inanmadan, onun gibi Allah’ı sevmeden Lâ İlâhe illallah iddiası da boştur, Allah’a iman iddiası da, Allah’ı sevme iddiası da boştur. Yâni bir kişi ben Allah’a iman ediyorum, ben Allah’ı seviyorum, ben Allah’a kulluk yapmak zorunda olduğumu biliyorum, ama Rabbime yapmam gereken bu kulluğun modelini, stilini ben kendim belirlerim.
Bu konuda hiç kimseye, hiçbir örneğe ihtiyacım yoktur diyerek peygamberin örnekliliğini reddederse, onun ortaya koyduğu örnek kulluk hayatını reddederse, bu adamın günde milyar kere de tekrarlasa La İlâhe İllallah demesinin hiç bir anlamı yoktur. Çünkü Rabbimiz kullarına bir kitap, bir kulluk programı gönderirken unutmamalıyız ki, onu peygamberle göndermiş, peygamberi kullukta temel örnek kılmıştır.O bu konuda sanki form dilekçedir. Rabbimiz işte sizden istediğim kulluğun modeli peygamberdir, ona bakın ve öylece yaşayın buyuruyor.
Eğer öyle olmasaydı çıkarırdı peygamberini devreden ve bu kitabını melekleriyle gönderirdi. Kitabını herkesin posta kutusuna atardı ve ey kullarım, işte size indirdiğim kitabım elinizdedir, onu okuyun, anlayın ve uygulayın deyiverir olur biterdi. Gerçi şimdi birileri peygamberi posta memuru durumuna indirgeme kavgası veriyor. Bugün kimileri Rasûlullah’ı devreden çıkararak kendi sosyal , ekonomik , siyasal hayatlarına, kendi zevk ü sefalarına çok rahat bir şekilde fetva bulabilmenin derdindeler. O zaman Kur’an’ı kendi istedikleri gibi yorumlayabilecekler, keyiflerine göre bir din yaşayabilecekler. Çünkü Kur’an genel nasslar ihtiva eder.
O genel nassların pratikte uygulaması Rasûlullah’ın hayatındadır. Peygamberi devreden çıkardınız mı ortada ne Kur’an kalır ne din? Çünkü peygamberi devreden çıkardınız mı genel özellikleriyle bir din ortaya çıkacaktır ve insanlar bu dinle alâkalı kendi yorumlarını din kabul edecekler ve sanki Kur’an’ın pratiğiymiş gibi bir hayat yaşayacaklar. Sonra da insanları kendilerine, kendi anlayışlarına, kendi dinlerine çağıracaklar. Gelin bizim gibi olun, bizim gibi yaşayın diyecekler, gerçekten bu çok yanlış bir şeydir.
Öyle yapmayalım da, kendi yorumlarımızı, kendi anlayışlarımızı, kendi hevâ ve heveslerimizi bir kenara bırakalım da, kendimizi ve kendimiz gibileri bir tarafa bırakalım da Allah’ın onayladığı Rasû-lullah efendimizin, Kur’an’ın ve Rasûlullah efendimizin onayladığı öteki peygamberler örnekliliğinde, yine Allah ve Resûlünün onayladığı sahâbî örnekliliğinde bir hayat yaşayalım. Çünkü unutmayalım ki elçinin varlığı kitaptan önceliklidir. Biz biliyoruz ki Allah pek çok peygamberler göndermiş ve onlardan pek çoğuna kitap ve sahifeler de vermemiştir.
Demek ki bir Allah yasası olarak elçilerin varlığını kabul etmek zorundayız. Müslüman olarak bizim hayatımızda elçi olacak, kullukta örneğimiz olan bu elçi Allah’tan sözlü yahut yazılı vahiy alacak, bu vahyin nasıl anlaşılacağını, nasıl uygulanacağını, bu vahiyleriyle Allah’ın bizden nasıl bir kulluk istediğini Allah emri ve yetkisiyle insanlara duyuracak, uygulayacak, gösterecek ve insanların gözleri önünde pratik bir hayat sergileyecek, insanlar da o elçinin Allah’tan almış olduğu vahyin pratik örneğini görmüş olacaklar.
İşte böylece insanlar aynen örneklerinin yaptıklarını yaparak, onun gibi bir hayat yaşayarak Allah’a iman ederlerken, Allah’ı severlerken, Allah’ı Rab kabul ederlerken bu iddialarını ispat etmiş, gerçekleştirmiş olacaklar.
Değilse peygamberi kulluk örneği kabul etmeden, onun pratik hayatını devre dışı bırakarak, sünnetini göz ardı ederek bir iman ve sevgi iddiası boş bir iddiadan öteye geçmeyecektir. Peygamber efendimizin(sav) hayatı, onun sünneti, onun uygulamaları Kur’an’la özdeştir. Kitabı peygamberden, peygamberi de kitaptan ayırmak, kitapla peygamberin arasını açmak mümkün değildir. Peygamber efendimizin sözleri, uygulamaları ve sünneti sadece kendisini ve kendi dönemini bağlar. Şu anda bizim elimizde Allah’ın kitabı var. Biz kitapla amel ederiz, bizi sadece kitap bağlar.
Demek önceki âyetlerde de dediğimiz gibi Allah korusun peygamberi öldürmek anlamına gelecektir. Böyle düşünen sapıkları bir kenara bırakarak Allah’ın Resûlünü kendimize örnek kabul edelim. Hep onun gibi olmaya, onun gibi yaşamaya, onun gibi Allah’a inanmaya, onun gibi sevmeye, onun gibi kulluk etmeye, onun gibi yiyip, içmeye, onun gibi giyinmeye, onun gibi konuşup, yürümeye ve adım, adım onu izlemeye çalışalım. Gücümüz, imkânımız nisbetinde buna gayret edelim.
Onun sünnetini, onun uygulamasını bilemediğimiz veya bilip de gücümüzün yetmediği yerlerde de: Ya Rabbi, biz nefislerimize zulmettik, ya Rabbi biz beceremedik, örneğin gibi olamadık, peygambe-rin gibi yapamadık, onun gibi cesur, onun gibi hasbi olamadık, onun gibi fedâkârlık yapamadık, onun gibi sana ve dinine şahitlik edemedik, onun gibi bir kul, onun gibi bir eş, onun gibi bir baba, onun gibi bir koca, onun gibi bir komutan, onun gibi bir yönetici olamadık. Örneğimize benzeme konusunda, örneğimize ittiba konusunda biz nefislerimize zulmettik, bizi affet ya Rabbi diyelim.
Sakın ha sakın şöyle diyenlerden olmayalım: Eh o bir peygamberdi. O Allah desteğinde bir elçiydi. Elbette Allah’a Allah’ın istediği kulluğu o gerçekleştirecekti. Biz onun gibi olamayız ki. Biz onun yaptıklarını yapamayız ki. Ya da, onun devri geçmiştir. Onun hayatı, onun yaşantısı o döneme ait bir yaşantıydı. Biz onun gibi asla olamayız, o kesinlikle bize örnek olamaz. Devir değişmiştir, şartlar farklılaşmıştır diyenlerden olmayalım. Rabbimizin beyânı hiç bir zaman aklımızdan çıkmasın… Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun. Demek ki Allah sevgisi peygambere tebeiyetten geçiyor.
Kim ki peygambere tabi oluyorsa o Allah’ı seviyor demektir. Tabi ki peygambere tabi olup onun izini takip etmek için de onu tanımak zorundayız. Onun sünnetini, onun uygulamalarını bilmek zorundayız. Elbette peygamber efendimiz (sav) tanınmadan, hayatı bilinmeden ona tabi olunamaz. Sahihi Buhari’nin zamanımıza taşıdığı hadise göre Peygamber efendimiz mealen:**Yüz çevirenler dışında ümmetimin hepsi cennete girerler”, buyurdu. Bunun üzerine, Ey Allah’ın elçisi cennete girmeyi kim istemez ki? Denildi. Peygamberimizde:(sav)“Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler de cenneti istememiş demektir” buyurdu…**
Sahihi Muslim’in zamanımıza taşıdığı hadis ise mealen şöyle:**Âbis İbni Rabia (r.a) şöyle demiştir: Ben Ömer İbn-i Hattab’ın Hacer’ül Esved’i öptüğünü gördüm. O esnada diyordu ki: “Bilirim ki sen bir taşsın ne fayda verirsin ne de zarar. Eğer Rasulullahın (s.a.v.) seni öptüğünü görmeseydim ben de öpmezdim…***Kardeşlerim bizler Peygamber efendimizin ümmetiyiz. Ümmet, imam kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Her peygamber, bir imam, rehber olarak kabul edilir ve ona tabi olanlara da O peygamberin ümmeti denir.
Bizler imanımızın geregi olarak Peygamber efendimizin (sav) ümmeti yani ümmeti muhammed olmakla şereflendiğimizi her zaman ifadeden mutluluk duyarız.
Birileri ümmet kelimesinden diyar diyar kaçsa da bizler ümmeti muhammed olarak tanınmaktan büyük bir sevinç duyuyoruz. Sebebine gelince; Kelimeyi şehadet ve Kelimeyi tevhidi inanarak söyleyen her kim olursa olsun, islam şemsiyesi altına girmiş demektir. İslam itikadına sahip olan her müslüman diğer mü’minlerin din kardeşidir. Bir başka deyişle muhammed ümmeti olarak bilinirler. İslam kardeşliğinin ihdası açısından; ırk, soy, nesil, etnik köken hiç önemli değildir. Coğrafyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, müslümanlar bir bedeni oluşturan uzuvlar gibidir.
Bizi birbirimizden ayıran yapay sınırlar ve ideolojik yaklaşımlar, Kur’an ve sünneti seniyyenin bizi *kardeş* yaptığı gerçeğini perdeleyemez. Ümmeti Muhammedi oluşturan unsurlar, sadece günümüz dünya sisteminin dayatmaları karşısında kendi kimliklerini muhafaza ederek varlıklarını devam ettirmek için değil, aynı zamanda inançlarından gelen mükellefiyet, sorumluluk ve mesuliyetin gereğini yerine getirmiş olmak için de birbirlerine kopmaz bir şekilde bağlanmak zorundadır…
Mukaddes kitabımız’da, başlangıçta bütün insanların bir tek ümmet olduğu haber verilmekte, bilahare aralarında inanca dair ihtilaflar çıktığı, hak yoldan sapmalar olduğu ve bu yüzden peygamberler gönderilmeye başlandığı bildirilmektedir. Ümmet kelimesinin Kur’anı kerim ve hadisi şeriflerdeki bu kullanımlarını dikkate alan İslam alimleri, aynı dine inanan, aynı coğrafyada yaşayan, aynı zamanda yaşayan, aynı ideale bağlanan insan topluluklarının hepsine ümmet deneceğini söylemiştir…
günümüzde *ÜMMET* ve ümmetçi tabirlerinden rahatsızlık duyanlar hiç te az degildir. Müslüman zihninin ‘ümmetçi düşünce’nin dar ve eski kalıbına sıkışmış olduğunu iddia edenler, ümmet kelimesinin bütün insanlığı kuşattığını ya bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Evet; kendisinden sonra kıyamete kadarki bütün nesiller Peygamber efendimizin (sav) ümmetidir. Bu durum, müslümanı büyük insanlık ailesiyle önemli bir payda da irtibatlı kılarken, ilahî daveti kabul etme ayrıcalığına ulaşmış olmanın sorumluluğunu da hatırlatmaktadır.
Peygamber efendimize (sav) sünneti seniyyesine gerektiği gibi itaatkâr olanlara *ÜMMETİ İTAAT* denildiği gibi, Allah Rasulüne (sav) bağlı olanlara; İslama teslim olan müslümanlara ayrıca, *ÜMMETİ İCABET* denilmiştir. İslam tebliğini kabul etmeyen gayrı müslimlere ise;*ÜMMETİ DAVET* denildiği bilinmektedir. Allahu Tealaya, bizleri *Ümmeti muhammed* ismiyle şereflendirdigi için binlerce binlerce hamdu senalar olsun.
Taberi, tefsirinde bu konuda diyor ki: Şurası bir gerçektir ki Allahı tanıdığını ve sevdiğini iddia eden herkesin Allanın Peygamberi olan Hz. Muhammedi de tanıması ve sevmesi ve de onun yolundan ayrılmaması gerekir. Resulullahın yolundan ayrılan herkes, sapıklık içindedir. Bu hususta Resulullah (sav) efendimiz şöyle buyumaktadir: **Kim, bizim, üzerinde bulunduğumuz yolun dışında başka bir amel işlerse o amel reddedilir...** Müfessirler bu âyetin nüzul sebebi hakkında iki görüş zikretmişlerdir.
Hasanı Basri ve İbni Cüreyce göre bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi şudur: Resulullah döneminde bir kısım insanlar „Biz, rabbimizi seviyoruz.“ demişlerdir. Bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirmiş ve Hz. Mu-hammede emretmiştir ki „Biz rabbimizi seviyoruz.“ diyenlere de ki „Eğer sizler, gerçekten Allahı seviyorsanız onun Peygamberi olan bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.“ Böylece Allaha teala, Hz. Muhammede uymayı, sevgisi için bir alâmet, ona karşı çıkmayı da azabı için bir nişane yapmıştır. Muhammed b. Cafer b. Zübeyre göre ise bu âyet Hz. İsa hakkında Resulullah ile tartışan Necran Hristiyanlarının heyeti hakkında nazil olmuştur. Taberi diyor ki: „Bu son görüş tercihe şayandır. Zira bu surenin başından buraya kadar, doğrudan veya dolaylı olarak Necran heyeti zikredilmiştir. Surenin başından buraya kadar, Resulullah döneminde yaşayıp ta „Biz Allahı seviyoruz“ diyen bir topluluktan bahsedilmemiş, aynca Hasanı Basriden rivayet edilen bu haberin sıhhatine dair herhangi bir delil de bulunmamıştır. Ancak Hasan-ı Basri, bu toplulukla, Necran heyetini kastetmiş olursa o zaman da âyetin nüzul sebebi, bizim tercih ettiğimiz sebep olur.
Yani, Allah tela bu âyeti kerimesiyle kendisini sevdiklerini iddia eden Necran heyeti Hristiyanlarına, Hz. Muhammede tabi olmalarını ve ancak ona tabi olduklarında kendisini sevmiş olabileceklerini bildinniş, Allah rızası için Hz. İsayı sevdikleri iddialarının da ancak Hz. Muhammede tabi olmalarıyla doğru olabileceğini beyan etmiştir…Alimlerimizin hepsinden Allah razı olsun. Konumuza son vermeden önce, Ömer Nasuhi bilmen merhumun tefsirinden de istifade edelim inşaallah…
*Rasûli Ekrem hazretleri vaktiyle Mescidi Haram’a girmiş, orada Kureyş müşriklerinin bir takım putları süsleyerek onlara taptıklarını görmüş, onlara hitaben buyurmuş ki: Siz babanız Hz. İbrahim’in ve İsmail’in dinine muhalefette bulunmaktasınız, nedir bu putlara tapmanız? O müşriklerde demişler ki: Biz bu putlara Allah muhabbeti için ibâdet ediyoruz ki bizi Allah’a yaklaştırsınlar. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Cansız, kıymetsiz, kendilerini bilip müdafaadan mahrum putlara, heykellere tapmakta ne fâide olabilir? Aklı başında olan bir insan biraz düşünmeli değil midir?
Asıl birer kâmil insan olan, Allah tarafından dini tebliğe memur olduklarını göstermeye muvaffak oldukları mucizelerle isbat etmiş bulunan peygamberlere ve bu cümleden olarak peygamber ve resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed aleyhisselâm’a tabi olmalı, onun tebligatını da seve seve kabul etmelidir ki, Allah Teâlâ’ya muhabbet iddiası sahih, samimî olmuş bulunsun. Bir hükümdara muhabbet ve itaatta bulunan bir zat, onun elçisine, memuruna da itaat ve hörmette bulunur.
Bunun aksine hareket, o hükümdara karşı da bir isyan değil midir? Artık bir insan nasıl olur da Allah’a muhabbet iddiasında bulunduğu halde ona isyan eder, onun peygamberine karşı cephe alır. Bu âyeti kerime, Cenab’ı Hakka itaat ve muhabbetin ve onun rahmet ve mağfiretine nailiyetin ancak onun muhterem peygamberine uymak suretiyle tehakkuk ve tecelli edeceğini göstermektedir…*
Allahım bizlere seni sevenleri sevdir, Sana ve Rasulüne itaat edip, teslimiyet gösterenleri sevdir. Bizleri sıratı müstâkiminden ayırma. Bizleri ehli sünnet vel cemaatta olanlardan ayırma. Bizleri kendi nefsine, indi görüşlerini din edinenlere uyanlardan eyleme… Sen her şeylere kadirsin Allahım…
Sermedkadir…KYS…22.11.2024…