Cenabı hak Bakara suresi ayet.264.te mealen şöyle buyurmaktadır. *** Ey iman edenler Allaha ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez…***
Riya: Söz, fiil ve davranışlarda gösterişe yer verme hastalıgı; bir iyiliği veya salih bir ameli Allahın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapma davranış bozuklugu. Dindarlık görüntüsü altında maddi çıkar veya itibar sağlamaya yönelik tutum ve davranışlar için kullanılan dinî ve ahlâkî bir terim olarak izah edilir. Bu davranışta bulunan kimseye riyakâr denir. Riya, insanlar arasında manevî nüfûz, şan ve şöhret, maddî çıkar sağlamak için yapılır.
Dünyaya ait bu tür maddî ve manevî çıkarları elde etmek için, dinin insanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duygularının âlet edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. Bu tür davranışlar, hilekârlık ve yalancılıktır. İnsan şeref ve haysiyetine hakarettir. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kıyamet gününde, Allahın huzurunda, insanların en kötüsü, bir kısım insanlarla başka türlü, ötekilerle başka türlü konuşan ikiyüzlülerdir…(Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.)**
Riyakâr kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Bunlara kimse güvenmez. Riyanın her çeşidi ahlaksızlık olduğu halde, ibadetlerde riyakâr olmak çok daha büyük bir ahlâksızlıktır. İslâm dininde, insanın gerek Allah’a ge¬rekse başka insanlara karşı tutum ve dav¬ranışlarında, daha çok ihlâs ve sıdk kav¬ramlarıyla ifade edilen iyi niyet, dürüstlük ve içtenlik esas alınmış olup bu esası İhlal eden riya kesin olarak haram kılınmıştır.
İbadet ve itaatini gösteriş için yapanların durumu, para kesesine çakıl taşı doldurarak pazara çıkan adamın haline benzer.Görenler,adamın kesesinin ne kadar şişkin olduğuna bakıp kıskanırlar. Oysa bunun ne yararı olabilir ki? Emeğinin boşa gitmesi kadar insanoğlunu hayal kırıklığına uğratan ne olabilir? Müşterisinin sipariş ettiği takım elbise için günlerce emek veren, fakat işi paçavra gibi yüzüne vurulan terzinin halini düşünün. Kim bilir hangi yırtığını onaracak olmanın hayaliyle dikmişti o elbiseyi; belki bir önceki ayın ödenememiş kirasını ödeyecekti. Belki de çocuğunun okul masraflarını karşılayacaktı.
Böyle bir durum karşısında önyargılı davranıp, hemen emekçiden yana tavır almak, sipariş sahibini suçlamak mümkün. Ama işin içinde pekâlâ başka durumlar da olabilir. Sözgelimi müşterinin tarif ettiği modeli dikmemiştir.Kendisine bildirilen kumaş markası yerine başka birini kullanmıştır. Ucuza mal ettiği için pek görünmeyen bir defosu olan kumaştan dikmiştir elbiseyi. Eğer böyleyse elbette ki haklı taraf müşteridir.Terzi ne kadar hayal kırıklığına uğrarsa uğrasın. Büyük Hayal Kırıklığı.İbadetlerine riya karıştıran, yani sırf Allah için değil de ona buna şirinlik olsun diye yapan kişi, pek çok açıdan bu terziye benzer.
Yaratanın samimiyetle yapılmasını emrettiği ibadetleri az ya da çok yerine getirmiş olarak ilâhi huzura çıkar. Ümitlidir. Fakat amelleri deyim yerindeyse defoludur. Yüzüne çarpılır ve denir ki: “Ey iki yüzlü, gösteriş budalası! Amelini kimin için yaptıysan karşılığını git, ondan al!” (Gazalî, İhya) İbadetlerde riya olayında infak ibadetini örnek olarak esas alan, İzzet Derveze diyorki: * Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu bir örnekle somutlaş-tırılıyor. Buna göre onlar her bir başakta yüz tane bulunan yedi başak veren bir ürün ekip böylece büyük bir verim elde eden çiftçilere benzerler. Örneği izleyen değerlendir¬me cümlesi ise teşvik niteliklidir; Yüce Allah, dilediğine salih amellerinin karşılığını fazlından kat kat verir. O’nun lutfu boldur. İnsanlann amellerini ve niyetlerini bilir.
Matlarını Allah yolunda infak edip de ardından başa kakmayan, bağışta bulun¬dukları kimselerin gururunu incitmeyenlerden övgüyle söz ediliyor. Söz, işaret veya davranışla onları rencide etmeyenler övgüyü haketmişlerdir. Onlar, Allah katında büyük bir ödül kazanacaklardır. O’nun katında korku veya üzüntü verecek bir durumla karşı¬laşmayacaklardır.Başa kakma ve bağışta bulunulanın gururunu incitme yasaklanıyor. Ardından şu gerçeğe dikkat çekiliyor: Sadakaya muhtaç durumda olanlara güzel söz söylemek, ba-ğışta bulunurken sevgi ve şefkat göstermek, başa kakmaktan, onların gururlarını incit¬mekten daha hayırlıdır.
Allah’ın bu türden sadakalara ihtiyacı yoktur. O halimdir, sadaka verirken başa kakan, sadaka verdiği kimsenin gururunu rencide eden, böylece gaza¬bını hakedenleri cezalandırma hususunda acele etmez. Bu tür bir davranışın yasaklanışına yönelik ikinci uyarı ise, bunun sadakanın se¬vabını geçersiz kıldığının vurgulanmasıdir. Bu tür davranışların mü’minlerden sadır ol¬ması yakışık almaz. Bunu yapsa yapsa, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, insanlara gösteriş için malını harcayan bir kimse yapar. Bu türden sadakalar, altında sert bir kaya bulunan az toprağa benzer.
Üzerine ne kadar yağmur yağarsa yağsın ürün vermeye el¬verişli değildir. Çünkü yağmurdan sonra, toprak sele karışır gider, sert ve dümdüz bir kaya meydana çıkar. Bunların infak ettikleri şeylerden bir yarar sağlamaları mümkün değildir. Çünkü bu davranış Allah’a yakınlaşma, O’nun rızasını, katındaki hayırları ka¬zanma duygusuyla sergilenmemiştİr. Onlar, kötü niyetli, iğrenç tıynetti inkarcılardır. Onların Allah’ın hidayetine ve hoşnutluğuna erişmeleri mümkün değildir.
Allah’ın rızasını elde etmek için içtenlikle ve samimiyetle, hayır amaçlı harcama¬da bulunanların Örneği şudur: Verimli ve güzel bir bahçe. Bu bahçe iyi ürünler yetiştirir. İster sağnak şeklinde yağsın, ister hafif bir çisinti olsun, yağan her türlü yağmur ürünle¬rinin kat kat artmasına yol açar. Somutlaştırma amaçlı bir soruya yer veriliyor: Hangi biriniz ister ki, hurmalardan ve üzümlerden bir bahçesi olsun, bu bahçe iyi ve bol ürün versin. İçinden gürül gürül sular aksm.
Sonra ateşli bir kasırga, bir sam yeli essin ve bu bahçeyi yakıp küle çevir¬sin, aynı zamanda kendisi de ömrünün sonuna gelmiş olsun, bozulanı düzeltme imkanı¬na sahip olmasın, üstelik bahçeyi yeniden onarmaları mümkün olmayan zayıf ve küçük çocukları da bulunsun? Bu örnekte, gösteriş amaçlı başa kakmalı ve rencide edici infak, yakıcı, kavurucu rüzgara benzetilmiştir. O da infakın ecrini silip süpürür. Ayrıca insanı Allah katında güç durumda bırakır ve telafisi de mümkün olmaz.(İzzet Derveze,Et tefsirul Hadis.)
Peygamber efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır“ (Müslim, Zühd, 38);
Riya öyle bir haldirki sahibini tabir caizse; hesap gününde iflas etmiş tüccar gibi dımdızlak ortada bırakır. İnanıyoruzki her ilim ve bilgi karşılıgıyla ifade edilir ve riyanın karşısında ise ihlas vardır,salih amel vardır. Tek geçer akçe salih amel olduğu o dehşetli günde, bir anda her şeyini kaybetmiştir kişi. İflas etmiştir. Böyle bir hayal kırıklığı hangi dünyevî hayal kırıklığı ile kıyaslanabilir? Mademki böyledir, riya nedir, kimde bulunur, bu defodan kurtulmak için neler yapılmalı sorularına cevap aramamız gerekir.
Kısaca, İslam Alimlerimizin önümüze tuttuğu ışıkla birlikte riya hastalıgına çare arayalım inşaallah. Riya sözlüklerde “gösteriş, iki yüzlülük” olarak geçer. Yani olduğu gibi görünmeme, göründüğü gibi olmama hali… Buna göz boyama, adam aldatma, yapmacık hareket etme de diyebiliriz. Neticede hepsi aynı kapıya çıkar. İslâm alimlerimiz bu kelime için daha ince tarifler yapmışlar. Sonuç itibariyle demişlerdir ki; “Riya kulun ibadet sırasında içinden (insanlara şirin gözükmek, makam elde etmek, dünyevî kazanç sağlamak, iltifat görmek gibi) farklı maksatlar gütmesi halidir.
Riya, ibadetlerde tek maksat olarak Allah rızasını gözetmek hali olan ihlâsın zıddıdır dedik. Muhlisin zıddı ise tabiidirki riyakardır. İki türlü riyakâr vardır. Birincisi imanında riya yapan, ikincisi iş ve ibadetlerinde riya yapan. İlkine, yani imanında riya yapana münafık, ikincisine, yani amel ve ibadetlerinde riya yapana sadece riyakâr denir. Yalnız her münafık riyakâr olmasına rağmen, her riyakâr münafık sayılmaz. Aralarında bazı farklar vardır.
Fahruddini Razi tefsirinde bu farklara işaretle diyor ki: * Münafık, dıştan iman etmiş görünüp içinde inkârı saklayan kimsedir. Riyakâr ise, kendisini görenler dindar olduğuna inansınlar diye, kalbinde olmadığı halde, alabildiğine bir huşu gösteren kimsedir. Şöyle de diyebiliriz: Münafık, kimsenin olmadığı, görmediği yerde namaz kılmayan; riyakâr ise en güzel namazı insanların yanında kılan kimsedir… (Fahruddini Razi.Tefsiri Kebir)*
Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarfeden münafığın hali, üzerinde azıcık bir toprak birikintisi varken şiddetli bir yağmurda cascavlak kalan kayanın haline benzetilir. Bu gerçekten çok canlı bir benzetmedir. Çünkü riyakârın dünyada yaptığı iyi gibi görünen amellerin gerçek yüzü hesap gününde ortaya çıkacaktır.
İmam Gazalî (rh.a), ibadetlerde olabilecek riyayı birkaç grupta incelemiştir. Buna göre en ağırı, ibadetinde zerre kadar sevap niyeti taşımayan kişinin riyasıdır.
Normalde ibadetle alakası olmadığı halde, sırf sevdiği kızı dindar olan ailesinden alabilmek için bir anda kırk yıllık sofu kesilen sahtekârın hali bu duruma en açık örnektir. Böyle yapan kişi hiç değilse muradına erdikten sonra ibadete devam etse!.. Böyle biri hem insanları hem Allah’ı kandırmak gibi bir ahmaklığa prim verdiğine göre ahirette durumu ne olur acaba? Riyanın bir diğeri, yaptığı ibadetlerde az buçuk Allah rızası gütmekle beraber daha çok desinler kaygısı taşıyan kimsenin halidir.
Bunlar birilerinin kınamasından korktukları ya da menfaat göreceklerini bildikleri zaman ibadetlerini yapar,yalnız kaldıklarında terk ederler. Bir öncekinden farkları, ibadet esnasında arada bir de olsa Allah’ı hatırlamalarıdır. Bu kişilerin, günah bakımından birinciye yakın olduğu söylenmiştir. Üçüncü kısım, yaptığı ibadetlerde hem Yaradan’ın hem de yaratılanın rızasını eşit düzeyde isteyen kimsenin riyasıdır. Bu kimse amelleriyle hem Allah’ı hem kulları razı etme sevdasındadır. İkisinden biri eksik olsa ameli terk eder. Alimlerimizin kavline göre, kişi bu niyetle yaptığı amelinden fayda görmese de zarar da görmez. En kötü ihtimalle günahı kadar sevabı olur. Riyanın dördüncü ve son kısmı, ibadetlerini her halükârda Allah için yapmaya çalışan, fakat insanlar duyup görünce de hoşnut olan, bu şekilde daha bir gayrete gelen kimsenin halidir. İmam Gazalî (rh.a) bu gruptaki riyakârların durumunu Allah’a havale etmekle birlikte, kendi kanaatini şöyle açıklıyor: “Bize göre böyle birinin durumu, sevabının kökünden yok olmayacağı ama azalmış olacağı ya da riyası nispetinde azap, ihlâsı nispetinde sevap göreceği şeklindedir.” (İmam Gazali.İhya)
Yapmacık hareketlerin onay gördüğü, ikiyüzlülüğün sanat haline getirildiği, riyadan kaçınmanın adeta iğne deliğinden geçmek kadar zor olduğu bir dönemde bulunuyoruz. Böyle bir zamanda riya illetine bulaşmak ne kadar kolaysa, ondan kurtulmak da bir o kadar zordur. Bir yandan da amellerin niyetlere bağlı olduğu, Cenab-ı Hakk’ın ihlâs ve samimiyeti sevdiği de apaçık ortadadır. O halde bu illetten bir an önce kurtulmak gerekir. İslâm alimleri bu manevi hastalığın tek ilacı olarak ihlâsı göstermişlerdir.
İhlâs, yani kulun amel, ibadet ve davranışlarını, sadece Allah Tealâ için yapması hali. Yani Allah’a samimiyet… Riyayı bir tür zehir olarak düşünecek olursak, diyebiliriz ki ihlâs onun panzehiridir. Fakat mühim olan çareden ziyade, böyle bir panzehiri içmeyi kabullenmenin zorluğudur. Zira vücuda yararlı her ilaç gibi ihlâs şurubu da kişiye acı ve zor gelir. Sabır ve dirayet gerektirir. İhlâsa ulaşmak için kişiyi riyakârlığa sevk eden, övülme tutkusu, yerilme kaygısı, rızık korkusu gibi bir dizi zararlı huydan vaz geçmek gerekir.
Bilinmelidir ki her şey Alah’ın elindedir. Kul gözüne girerek hedefe ulaşmayı ummak yerine, mülkün asıl sahibi olan Allah’ın gözüne girmeye çalışan kişiyi Allah diğer kulların sevgi ve ilgisine de mazhar kılar. Zor gözüken işlerini kolaylaştırır. Her kim ki yaptığı bir hayrı şöhret kazanmak için, teveccüh elde etmek için halka duyurursa, Allah onu rezil rüsva eder. Her kim ki halk nazarında bir mevki edinmek için işlediği bir hayrı halka gösterir, riyakârlık ederse kıyamet günü onun tüm sırlarını deşifre etmek sûretiyle Allah da onu rezil edecektir.
Ali Küçük hocaefendi diyorki:* Arkadaşlar, yaptığımız her şeyi sadece Allah için yapacağız. Sadece Rabbimizin rızasını bekleyeceğiz. Başkaları alkışlasın, başkalarının gözünde büyüyelim, başkaları nezdinde şöhretimiz büyüsün adına hiçbir hedefimiz olmayacak. Allah’tan başkalarının gözünde şöhrete kurban gitmemeliyiz. Bakın bu konuda bir rivayet nakledeyim. İbni Ebi Meleke’den Buhâri naklediyor: İbni Abbas Ayşe anne-mize Rasûlullah Efendimizin yanına gömülmesini teklif edince, Ayşe annemiz; “İnsanların bana övgü yağdırmasından korkuyorum” buyurmuştur.
İbni Abbas’ın hemen arkasından İbni Zübeyr girer yanına, yeğenidir, Hz. Ayşe der ki; “biraz önce yanıma İbni Abbas geldi, beni öven sözler sarf etti, artık unutulmak istiyorum” der. Peki Ayşe annemizin bu isteğine benim şimdi bunları nakletmem engel oluyor mu dersiniz? Madem o unutulmak istemiş, ben ne diye hâlâ onun sözünü hatırlayıp hatırlatıyoruz? Biz onların bize din öğreten insanlar diye anlıyor ve dinlemek istiyoruz. Onları peygamber makamına çıkarmak dileğimiz asla olmadı, olmasın da inşallah. Biz onları asla tanrılaştırmak istemedik. Hz İsa aleyhisselama bakış gibi bir bakış geliştirmek istemiyoruz.
Bunun yasaklığına inanıyoruz, Allah imanımızı devamlı ve makbul kılsın. Ama Hz Ayşe annemizin bu dediği bizim dini anlamamıza yardımcı olacak diye öğrenmeye ve size nakletmeye çalışıyoruz. Yine Abdullah Bin Zübeyre başka bir sözü var Ayşe annemizin. “Beni diğer arkadaşlarımın yanına defnedin. Resûlullah’ın yanına defnetmeyin. Çünkü insanların beni lâyık olmadığım şeylerle övmelerini istemiyorum”
Bu iki haber bana şunları anlattı. Rasûlullah Efendimizin odası, yani Hz Ayşe annemizin kaldığı ev bir odadan ibaretti ve sadece üç kişiye mezar olacak genişlikteydi. Rasûlullah Efendimiz o odada ve Hz Ayşe annemizin dizinde vefat etmişti. Bunun üzerine yine peygamber efendimizden öğrendiğimiz bir gerçekle; “Peygamberler vefat ettikleri yerlere defin olunur” dan dolayı Rasûlullah oraya defin olundu. Sonra ondan iki yıl kadar sonra en yakın arkadaşı Ebu Bekir Efendimiz vefat edince o da oraya defnedildi. Geriye bir kişilik kabir olabilecek bir yer kalmıştı.
Bir evin büyüklüğünü düşünebiliyorsunuz değil mi böyle olunca? Zaten kimi rivayetlerden öğreniyoruz ki Rasû-lullah Efendimiz bazen gece namazı kılarken secdeye gideceğinde Hz. Ayşe annemizin ayaklarını şöyle bir kenara alır ve öyle secdeye giderdi. Yâni genişliğini, enini boyunu anlayın evin. Ne kadar geniş ve ferah bir ev değil mi? Elbette peygamber genişliğinde, peygamber rahatlığında bir ev…. Evet orada bir kişilik bir mezar yeri varken Ömer Efendimiz o cinayetten sonra, mescidde hançerlendikten sonra ölüm öncesi haber gönderiyor Ayşe annemize. Annemiz izin verirse ben oraya defin olsam diye.
Hz. Ayşe annemiz de izin veriyor. Ama kendisinin bu işe bakışı şöyledir: “Beni diğer arkadaşlarımın yanına defin edin. Baki mezarlığına. Çünkü insanların beni lâyık olmadığım şeylerle övmelerini istemiyorum. Biraz önce İbni Abbas geldi, beni öven sözler söyledi, ben unutulmak istiyorum.” Bundan anlıyoruz ki müslüman hiçbir zaman şöhrete kurban gitmeyi istemeyecek. Meşhur olmaktan yana hiçbir hevesi, emeli olmayacak. Meşhur olmaya derdi olmayacak müslümanın. Ama Allah onu müslümanların kalbine sevgiyle yerleştirirse bu ayrıca bir şereftir elbette. Bunu isteyeceğiz tabi.
Çünkü bir hadisin beyanıyla Allah bir kulunu sevdi mi Cebrail’e haber verir, o da onu tüm göktekilere ve yerdekilere sevdirir. Yâni ben insanların beni Allah için sevdiklerini bilirsem bu benim için şeref verir, Allah’ın benim için sevgisinin bir işareti olduğunu anlar ve sevinirim, bu güzeldir, bu şöhret değildir, buna her müslümanın hakkı vardır, ama lâyık olmadığımız şekilde, uçurup kaçırmak biçiminde, bizi biz olmadığımız biçimde anlatış türünde bir sevgi, yada şöhret elbette sevilmeyecektir. İşte Ayşe annemiz de ondan korkuyor ve diyor ki ben istemiyorum, yani o anlamda unutulmak bile istiyorum. Ama elbette biz onun haklı olarak peygamberi bize tanıtıcı bilgileri konusunda onu unutmayacak ve onunla beraber olacağız elbette.
Biz ne kadar tanıyoruz Hz. Ayşe’yi? Nasıl tanıyoruz onu? Siz isterseniz bunu biraz daha genelleyin. Biz dini ne kadar tanıyoruz? Biz kitabı, bir peygamberi ne kadar tanıyoruz? Söyleyin Allah aşkına. Meselâ yaşadığınız şehir kadar siz dininizi tanıyor musunuz? Bulunduğunuz yerden, pencereden bakıverin hemen şöyle, bu sokak nereye götürür sizi? Şu sağdaki cadde nereye çıkar? Şu önünüzdeki evler, şu etrafınızdaki sesler sizi ne kadar ilgilendiriyor? Babanızı ne kadar tanıyor, hocanızı ne kadar biliyorsunuz? Peki ama dininizi de o kadar tanıyor musunuz? Evinizi tanıdığınız kadar kitabınızı tanıyabiliyor musunuz?
Oturduğunuz odalarınız, mutfağınız, eşyalarınız, dolaplarınız kadar kitabınızı tanıyor musunuz? Şuarâ denilince, Neml, Ankebût, Kasas denilince neler hatırlıyorsunuz? Bir de Hz Ayşe annemiz deyince söyleyin sizler sizi doğuran annenizi mi daha iyi tanı-yorsunuz, yoksa onu mu? Evet, hayatımızı Allah için yaşayacak, yaptıklarımızı Allah için yapacak, sadece O’nun rızasını isteyecek ve başkalarının gözünde şöhrete kurban gitmeyeceğiz. Riyadan sakınacağız. Allah korusun, riya, insan nefsinin ve şeytanın ona karşı oynayabileceği en son silâhtır. Sapma ve saptırma adına önüne çıkan tüm engelleri yenen, tüm tehlikelere göğüs geren pek çok mü’min burada mağlubiyetin acısını tatmaktadır. İnsanın tökezlediği, düştüğü noktadır burası. Hem öyle korkunç bir silâhtır ki bu riya, Allah korusun tüm amelleri yok ediverir, siliverir. Öyleyse tüm amellerimizi Allah için yapacağız. Namaz mı kılıyoruz? Allah için kılacağız. Birisine yardım da mı bulunuyoruz? Allah için yapacağız. İlim mi öğreniyoruz? Sadece Allah için öğreneceğiz. Allah için yaptığımız bir amele Allah’la birlikte başkalarını ortak etmeyeceğiz. Çünkü zaten böyle bir ameli Rabbimiz kabul etmiyor.
Bakın Müslim’de rivâyet edilen bir hadis-i şeriflerinde Allah’ın Resûlü bu hususu şöyle anlatır:“Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Ben şeriklerin şirkten en müstağnî ve münezzeh olanıyım. Her kim ki yaptığı bir amelinde başkalarını bana ortak yapar (riyakârlık ederse) onu şirkiyle baş başa bırakırım. Yani onu o amelinin sevabından mahrum bırakırım.” Yaptığımız amellerimizi sadece Allah için yapmalıyız, ona O’ndan başkalarını ortak etmemeliyiz.
Tamam Allah için yapıyorum ama insanlar da görsünler, tamam Allah için kılıyorum ama insanlar da beğensinler, tamam Allah için veriyorum ama şunların şunların da gönülleri olsun, tamam Allah için okuyorum ama şu şu makamlara da geleyim, tamam Allah için anlatıyorum ama insanlar da alkışlasınlar diye yapılan amellerin hiçbirisini kabul etmeyeceğini ve bu konuda kendisine ortak ettikleriyle yarın o kişiyi baş başa bırakacağını, mükafatını ondan iste diyeceğini anlatıyor Rabbimiz.
Eğer yarın o hatırına amel yaptıklarımız bize bir şeyler verebileceklerse, tamam; ama onlar da Allah’a muhtaç olacaklarsa bunu yapmayalım. Yemek yediriyoruz, insanları memnun etmek için değil sadece Allah için olmalı, elbise giyiniyoruz insanlar düzgün desinler diye değil, sadece Allah için, ev eşyası alıyoruz insanlar görsünler diye değil sadece Allah için. Yani tüm amellerimizi sadece Allah için yapmaya çalışacağız. Hem ziyaret, hem ticaret olmayacak. Çünkü içine Allah’ın rızasından başkası karışan her amel boşa gitmiştir. Hattâ bundan da öte o amelin sahibi de helâk olmuştur.
Meselâ bakın Ebu Dâvûd’da rivâyet edilen bir hadislerinde Allah’ın Resûlü Allah’ın en çok sevdiği ilmi bile herhangi bir dünya menfaatinden, bir dünya garazından ötürü öğrenen kişinin cennete girmek şöyle dursun cennetin kokusunu bile alamayacağını anlatmaktadır. Meselâ adam doktora adına hadis öğreniyor, âyet öğreniyor doçentlik adına, hafızlık öğreniyor vazife almak adına veya kitap yazmak adına, para kazanmak adınaysa, bunların hepsi boştur.Meselâ adam arkasına bin kişi geçtiği zaman farklı okuyor Kur’an’ı değil mi? İki üç kişi olduğu zaman da farklı okuyor imam efendi.
Veya meselâ cuma ve perşembe ezanlarını farklı okuyor değil mi? Veya yalnızken kıldığı namazla insanların içindeyken kıldığı namaz farklı oluyor değil mi? Ne yapmaya çalışıyor bu adam? Beled sûresiyle diyecek olursak:“O, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?”(Beled suresi ayet.7)Böyle yapan kişi, başkalarına gösteriş için mal harcayan, başkaları görsün diye namaz kılan kişi zannediyor mu ki kendisini kimse görmüyor? Yoksa hesabını buna göre mi yapıyor? Yoksa yaptığı o amelini Allah görmedi mi ki başkalarına da duyurmaya çalışıyor? Allah kendisini görmedi mi ki başkalarına anlatıp duruyor? Yoksa işlediği o amelinin mükafatını başkaları mı verecek? Yani kimin adına yaptı bu ameli de kimden mükafat bekliyor?…(Besairul Kuran.Ali Küçük.)
Bizlere örneklik teşkil eden geçmişimizde hakikaten övünecegimiz, güzel görecegiz, gıpta ile dile getirdigimiz taraflarımız hiç te az degildir. Yapmış oldukları ibadetleri gizli tutanlarda tarihlerimize bir şekilde geçmiştir.Bilhassa, yapılan nafile amel ve ibadetleri gizlemek, başkalarına söylememek, kazara gören olmuş ve övmüşse bu övgüye layık bir şey yapmadığını düşünmekte bu insanların bir başka güzellik ve özellikleri olmuştur. Kaynak kitaplarımızda, “Selef-i Salihîn” denen İslâm’ın ilk dönemlerinde yaşamış büyük zatların sadakalarını ve başka iyi amellerini halkın gözünden ısrarla gizledikleri kaydedilir. O derece ki, içlerinden bazıları yardım edecekleri şahıslar tarafından dahi tanınmasınlar diye özellikle gözleri görmeyen fakirleri tercih etmişlerdir.
Bazıları da yapacakları yardımı fakir kişi uyurken, gizlice ceplerine koyuvermişler. Osmanlı’daki sadaka taşları benzer hassasiyetin sonucudur. Sadaka vermek isteyen kişi daha çok gecenin bir vakti gider, yapacağı yardımı taşın oyuğuna bırakıverirdi. Muhtaç kimse de bu taşlara gider, ihtiyacı olan kadarını alırdı. Böylece ne yardım eden bilinirdi, ne yardım gören… Hatta anlatıldığına göre bu taşlar öyle ince bir düşünceyle tasarlanmış idiler ki, kendilerine uzatılan elin yardım koymak için mi, yoksa yardım almak için mi girdiği anlaşılmazdı.
Bu arada, riyaya girerim korkusuyla amel ve ibadet yapmamak şeytanın hilesidir. Bu sebeple “farz ibadette riya olmaz” da denilmiştir. “Riyaya girmekten korkuyorum” bahanesine sığınarak amel ve ibadetten kaçmak yerine, ihlâsla yapacağım istek ve telkiniyle hareket etmek gerekir. Bir şeyi istemek onu elde etmenin yarısıdır, bu da bilinmelidir. Şurası bir gerçektirki; İbadet, Allah için yapılır. Allah’ın rızası dışında bir amaçla; gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah rızasını ortadan kaldırır.
Gösteriş için ve bir çıkar düşüncesiyle Kurân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek, ibadetleri boşa çıkarır Allah bu tür davranış bozukluklarından bizleri korusun.. Özetle diyebilirizki; Riya çok değişik şekillerde yapılmakla birlikte, bunlarda ortak özellik, dindarlık veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur. Sevmedikleri kişileri seviyormuş gibi görünen, onlara yağ çekerek, yalakalık yapan, öven ve böylece menfaat sağlamaya çalışan riyakârlara da bol bol rastlamak mümkündür.
Lakin yine de diyoruzki:Allah’a ve insanlara karşı samimi davranarak riyadan uzak durmak zorundayız.Bizler mümkün olduğu kadar ibadetleri gizli yapmak, Allah rızasını insanların övgüsü, isteği, yergisi, korkusu ve çıkar düşüncesine tercih etmek müslümanın prensibidir. Bu ilkelere uyanlara ne mutlu, Allah korusun yoksa hesabı zor verenlerden oluruz.Bir hadisi şerifle konumuzu baglayalım inşaallah. Peygamber efendimiz (sav) Tirmizi de bizlere ulaştırılan hadisde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır… ** (Tirmizi, Hudut)
Allahım her türlü günahlarımızdan dolayı tevbe ediyoruz, tevbelerimizi kabul eyle. Allahım bizleri Şirk belasından muhafaza eyle. Bizleri nifak hastalıgına düşmekten koru. Bizler riya bataklıgına saplanmaktan sana sıgınıyoruz. Günahlarımızı, kusur ve hatalarımızı affeyle. Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma. Bizleri sünnet ve cemaat ehli olmakta devamlılık gösterenlerden eyle. Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…Lu…27.3.2011