İnanıyorumki; Biz Müslümanlar iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olmak için hayatımızın her anında özel gayret ve çaba sarfetmek durumunda kalırız. İyi bir Müslüman ve bunun getirdigi sonuç olarak iyi bir insan nasıl olur sorusu İslam Alimlerinin zihnini en çok meşgul ettigi ve yordugu meselenin başında gelmiştir.
İslam Alimleri bu önemli sorunun cevabını, Bin dörtyüz küsur yıldır araştırıp hepsi de kendi yaşadıgı devir içerisinde en güzel reçeteleri insanlıga sunma telaş ve gayretiyle gecelerini gündüzlerine katmışlar hepside Kurandan ve Sünneti seniyyeden anladıgı ve kavradıgı ölçüde güzellikleri izah ederek ortaya koymaya gayret sarfetmişlerdir. Hiç bir İslam Alimi İhlastan, Sadakatten ve Samimiyetten ayrılmadan güçlerinin yettigi ölçüde insanlıga faydalı olmayı hedef seçmişlerdir. O zaman bizde Sadakat ve Samimiyet ölçülerini bir nebze anlamaya ve kavramaya gayret edelim inşaallah…
Sadakat: dogruluk ve dürüstlük üzerine kurulmuş Samimi ve saglam dostluk, içten baglılık ve gerçek dostluk, kalp dgrulugu, Samimiyet ve İHLAS anlamında bir İslam ahlakı terimi. Dogru olmak, sözünde durmak ve sözünü yerine getirmek anlamlarını içerisinde taşır…Sadakat, dogruluk Peygamberlerin özelliklerinden biridir. Bilindigi gibi her Peygamber aynı zamanda bir davetçidir. Tebligle, davetle sorumlu olanlar, Peygamber görevi yapmış olduklarından, onların da Sadık ve Emin olmaları zaruridir.
Cenabı Hak Ahzab Suresi ayet. 23. te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Mü’minler içinde öyle adamlar vardır ki, Allaha vermiş oldukları ahde SADAKAT gösterirler. Onlardan kimi, bu ugurda canlarını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Onlar, Allaha verdikleri sözü asla degiştirmediler…***
Degişmez hayat mektebimiz Kuranı Kerimde ki bu mutlak dogruların yanında, Peygamber Efendimiz de (sav) insanların dogru hareket etmelerini, dogru söz söylemelerini ve sadıklarla beraber olmalarını istenmektedir. Çünkü Sadakatin, dogrulugun Kıyamet gününde İnsanlara pek çok faydası, yararı dokunacagı, Allahu Tealanın azabından kurtulup, Cennete girmeye vesile olacagı başka Ayeti kerimelerde de buyurulmaktadır…
Sadık olmak, sadakatli olmak, Samimi olmak, dogru sözlü olmak ve dogru hareket etmek, Müslümanların İmanlarının gerektirdigi bir husustur.Bundan dolayı dır ki her Müslüman SADIK ve EMİN olmak durumundadır. Sadakat, bu yolda Samimiyet, dogru sözlülük, içten baglılık insanları İnsanları Cennete ulaştıran güzellikler oldugu gibi bu kavramların karşılıgı olan Yalancılık, sahtekarlık, ihanet, hilekarlık gibi yanlış tutumlarda insanları Cehenneme götürür diye inanıyoruz…
Biz Müslümanlar Sadakata genelde çok önem veren bir inanca sahibiz. Özellikle Müslüman gençlerden SADIK olmaları, yaşını başını almışlardan da vefa borcunu ödemeleri beklenir. Sadakat ve sadıklık insana yaraşır azim bir karardır. Cenab-ı Hakk’ın kelamının bitiminde, insan sözü olarak “Sadaka” deriz. Müslümanların inandım ve Sadık kaldım sözü sözlerin en güzellerindendir.
Peygamber Efendimiz (sav) Ebu Davuddan gelen bir rivayette mealen şöyle buyuruyor: ** Vallahi onların yüzleri nurdur ve NUR üzerindedirler. İnsanlar korktugu vakit onlar korkmazlar, İnsanlar mahzun oldukları vakit onlar mahzun olmazlar. Haberiniz olsun ki, Allahın gerçek dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de…**
Biz Müslümanlar Peygamber Efendimizin sözlerini de “Sadakat” ile tasdik ederiz. Tasdik edilmemiş evrakın hükmü, geçerliliği yoktur. Sözlerin tasdiki, kesin bir iman ile ona inanıyoruz, o ne derse doğrudur, inancı ve ifadesini beyan eder. Hz. Ebu Bekir Efendimize “sıddık” ünvanının niçin verildiğini okuyoruz, biliyoruz. O, Peygamber Efendimizi doğrulamaktan hiçbir zaman geri kalmamıştır. Her konuda oldugu gibi SADAKAT konusunda da Sahabeyi Kiram bizlere örnek olmuşlardır…
Müslümanlar sözlerinde, işlerinde, hareketlerinde ve yaptıkları bütün davranış şekillerinde Sadık olmak durumundadırlar. Peygamber Efendimiz (sav) Sahabesine dogrulugu, dürüstlügü, İhlasla ibadet etmeyi ve SADAKATİ ögretmiştir. Bizler Sahabenin Faziletinin çok yüksek derecelerde oldugunu biliyoruz ve onların her konuda ADALETLİ ve SADAKATLİ, dogru sözlü ve dürüst hareket ettiklerini biliyoruz. Bizlerde Onların derecesine varmayı ümit dahi edemiyoruz ama Onların hangi yoldan beslendiklerini, hareket sahalarının dayandıgı yere, beslendiği kaynağa, ahidini pekiştirdiği söze İTİBAR etmek zorundayız çünkü bizler İslam inancına inanmış Mü’minleriz…
Doğrulanmamış bir sözün hareket alanı bulması, insan nezdinde geçerli olması mümkün degildir. Biz Müslümanların bilinen en güzel vasıfları, hâl, hareket ve tavırları, yapılan her işte Sadık ve hassas davranmaları özde İmanları geregidir. Yalancılık, yalancı çıkarmak doğruluğu zedelenmiş itibarı yok olmuş sözler ve ameller içindir. Mümkün oldugu kadar Müslümanın yaklaşamayacagı bir kötülük yalancılıktır. Yalancılık İnsan fıtratının kötüye kullanılışıdır diyoruz.
Bizler Cenab-ı Hakk’ın Emir ve yasaklarını, kelâmını sonsuz ve kesin bir inanç içinde doğrularken, Ondan gelene AMENNA VE SADDAKNA derken sadece kendi sözümüzü ve inancımızı net olarak ifade ediyoruz. Kendi inancımızı ortaya koyarak Allah (c.c.) katındaki yerimizi tayin ediyoruz aslında. Müslümanın dogruluga, dürüstlüge, İhlasla baglanışını bir bakıma ilan ediyor, haykırıyoruz…
Sadakatin kavranmasında, hakikatin teslim ve tasdik edilmesinde bir nokta var ki dışarıdan bakanlar için çok yanıltıcı neticeler verebilir. Körükörüne bağlılık ile sadakatin karıştırılması dahası körlüğün sadakatten uzak tutulması gerekir. Tasdik makamında bulunanlar ellerindeki mührü gözü kapalı olarak her gelen evraka basmış olsa idi bir zaman sonra ne mührün ne de tasdikin, sadakatin bir önemi kalırdı.
Dini sahada inançlar ve ameller konusunda yapmacılık, yalancılık, kafa sallamacılık geçerli olsaydı insanlar işlerine geldiği gibi her yolu çabucak kabul ederlerdi, üstelik çoğu aşırı derecede dindar olurdu. Halbuki Hakkı bilerek, İbadet ve bütün hayırlı işlerinde ve İnsanlarla olan münasebetlerde SADAKATLE hareket eden bir Müslüman aynı zamanda kötü huylardan ve Haram olan işlerden kaçınmaklada bir bakıma İnsanlıga hizmet ediyor demektir…
Samimi ve Sadık Müslüman söz, fiil ve davranışlarının her yerde her zaman dogrulugu ile tanınması gereken kişidir. Bu güzel vasıfları, karakteristik yapısı, begenilen şahsiyeti ile diger insanlar üzerinde etkili olur. Sözlerinin ve hareketlerinin dogrulugu ile dikkatleri üzerine çeker. Herkesin güvenini ve itimadını kazanarak daha büyük topluluklara kendini kabul ettirmek bu güzel vasıflarla gerçekleşir. Tabiidirki yalancı, sahtekar ve boşbogaz tabir edilen insanların diger toplum bireylerine söyliyecek sözleri olamaz olsada sözlerine itibar edilmez…
*** Siz insanları iyilige çagırırda kendinizi unuturmusunuz …Bakara.suresi.ayet.44*** mealindeki mealindeki ayet bu noktaya işaret etmiş ve başkalarını iyilige çagıran kimseleri uyarmıştır. Bir insan kendisinin yedigi bir şeye ‚’ Bu öldürücü zehirdir’’ diye insanları bundan uzaklaştırmaya çalışırsa, herkes onunla alay eder ve derler ki ‚’ Eger bu tatlı ve iyi bir şey olmasaydı, bu adam böyle yapmazdı. İşte Teblig görevini yürütmesi icab eden Samimi , Sadık, Müslüman davetçinin durumu da böyledir. Kendisi dogru olmadıkça başkalarını dogru olmaya davet edemez. Aksi takdirde ‚’ Yapmadıgın bir şeyi niçin söylüyorsun’’ şeklindeki soru ile her zaman karşı karşıya kalır(ders notları.33.34)…
Cenab-ı Hakk’ın ve Onun şanlı Peygamberinin sözlerinin doğruluğuna inanmakta tereddüt gösterenler, Dini bir mevzuu gündeme geldiginde hassas davranmayanlar, kendilerine çeki düzen vermeyenler zaman içerisinde inanılırlıklarını yitirirler, itibardan düşerler ve toplum üzerinde hiç bir degerleri kalmaz. Bilinmelidirki; Allaha ve Rasulü ne ters bakan insanlar diger insanlara bakarken tümden körleşirler. Allah onların şerlerinden bütün Müslümanları muhafaza eylesin.
Müslümanlar sözlerinde, işlerinde, harteketlerinde, alış verişlerinde, birbirlerine karşı olan hukuki münasebetlerinde mümkün oldugu kadar sadakatle hareket etmelidirler. Fikirlerimiz, düşüncelerimiz işimize verdigimiz dogruluk oranında olgunlaşır, İnsanlar dürüstlüge hassasiyetle egildiklerinde daha da bir olgunlaşır ve tabir caizse pişerler. Darlık anlarımızda, zor zamanlarımızda, işlerimiz içinden çıkılmaz haller aldığında yanımızda kimler varsa onlara karşı vefa borcumuzu hakkıyla yerine getirirsek kendi kendimize olan saaygımızında arttıgına şahit oluruz…
Bizler Müslüman olarak ayrıca Ahdi’ne vefa göstermesi gereken bir inancın temsilcileriyiz. Agzımızdan çıkmış olan her sözümüzü tutmak da ayrıca bir vefa göstereceğimiz durumdur. Söz verip de sözünde durmayanları hakikat yolunda tutabilmemiz nerdeyse imkansızlaşır. Doğruluktan, ahitten, sözleşmelerden sapılınca varılacak yer gidilecek bir mekan ne yazıkki itimatsızlık ve güvensizlik mekanıdır…
Maddi ve manevi gelişimimizi nerede ikmal ediyor isek oraya, o müesseseye karşı bir vefa borcu altına girmiş olmamız lâzım geldigi bilinen bir gerçektir. Ayrıca hepimiz biliriz ki; borçları ödenmeden kimse Âhirete gönül huzuru içinde uğurlanamaz. Sağlığında ödeme imkanı bulamayanların borcu musalla taşında dahi olsa ödenmesi arzu edilir. Ya bir de kendi borcumuzu kendimiz ödesek, emeği geçenlerin gönlünü de kazansak içimiz daha da bir huzurla ve huşu ile dolsa ne güzel olur.
Şurası bir gerçektir ki; Genç nesil, düşünceleri olgunlaşma çağında olanlar doğrunun ne olduğunu bilmekte ve onu doğrulamakta bir an bile şüphe duymayacaklardır yeterki inansınlar. Olgunlaşmasını tamamlamış, hayatın her alanında olgunluga ermiş, yaşı başı kemale ermiş olanlar da hangi müesseseden beslendiler ise oraya karşı ödenmesi gereken bir borçları olduğunu bilecekler ve O kuruma karşı Sadakat duygularını açıklamaktan geri duymayacaklardır. Müslümanın VEFA duygusu bunu gerektirir…
Müslümanlar bilhassa son zamanlarda SADAKAT duygusuna daha fazla baglı kalmak durumundadırlar. Mesela Kadın erkegine Sadık olursa, her dedigini yerine getirirse kazanan tabiidirki AİLE olacaktır. Erkek te Eşine karşı Sadık davrandıkça saglam Aile temelleri yıkılmaz bir kuvvet kazanır. Birbirlerine karşı itimat ederler, güvenirler mutlu ve mesud bir yuvanın Saadetli mensubu olmak her ikisini de bahtiyar eder…
Allah korusun eger isanlar birbirleri hakkında SADAKATLI davranmazlarsa güven duygusu denen bir olgudan, itimat denilen bir güzel hasletten bahsedemeyiz. Yaşayan insanlar olarak birbirlerimiz güvenmek durumundayız başka türlüsü olamaz. Olacak olanda ancak ANARŞİ olur, düşmanlık olur, fitne olur, fesatçılık olur ve sonunda toplumun her kesimine yayılan büyük bir karmaşa ortamı olur.
Sadakat, Samimiyet, dogruluk ve Emanete riayet gibi İhlaslı bir şekilde yapılan hareketler, İnsan unsurunu yücelten en büyük vasıflardandır. Bizler özü sözü bir kişiler olmak durumundayız. Her adımımızı atışımızda, her sözü söyleyişimizde, her türlü iş, muamele ve münasebetlerimizde mümkün oldugunca hassas davranmak mecburiyetindeyiz. Çünkü bizim adımız Müslüman yani hakka ve Hakikate teslim olanlardanız…
Rabbimiz Ali imran suresi ayet.189,190,191.de mealen şöyle buyuruyor: *** Göklerin ve yerin hükümranlıgı Allahındır. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün bir biri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allahı anarlar; Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: Rabbimiz. sen bunu boşuna yaratmadın, sen münezzehsin( Yani: Kusurdan ve noksanlıklardan uzak, tenzih edilensin,Pak’sın.) Bizi ateşin azabından koru derler.***
İslam dininin Müslümandan istedigi ilk şey; Allaha (cc) hakkıyla iman etmesi, onunla olan bagının kuvvetli olması, Rabbini daima zikredip, O’na tevekkül ederek gerekli her tedbirleri aldıktan sonra, Ondan yardım istemesi ve ne kadar gayret sarfederse etsin, ne kadar tedbir alırsa alsın daima Allahın kuvvet, yardım ve destegine muhtaç oldugunu kalbinin derinliklerinde hissetmesidir.
Samimi bir Müslüman; kalbi daima uyanık, basireti her zaman açık, Allahın kainatta yarattıklarının mükemmelligini gören ve Kainat ile insanların işlerini yürütenin Allahın yüce gücü oldugunu yakinen bilen kişidir. Bu durumdaki Müslüman sürekli Allahı zikreder ve yaşadıgı hayatın her safhasında sınırsız olarak onun kudretinin izlerini görür.Kainat tablolarının her birinde kudretinin alametlerini izlerini, ulaşılmazlıgını görerek Rabbine olan imanı, zikri ve tevekkülü artar.
Samimi Müslüman gayet tabiidirki; Rabbinin her emrine mutlaka uyar, mutlaka itaat eder. O mütevazi, haddini bilen, hoşuna gitsin gitmesin Allahın emrine uyar Mizacına uymasa dahi Rabbinin yoluna giren biri olmalıdır. Şu konu gayet iyi bilinmelidirki; Müslümanın da imanını ölçen bir mihenk taşı vardır. Bu ise, Allahın ve onun Rasulünün emirlerine korkmadan, çekinmeden istisnasız olarak boyun egip itaat etmesidir.Samimi Müslüman: Allah ve Rasulünün bütün hükümlerine mutlaka teslim olmalı ve tam bir itaatla itaat etmelidir.Bu iki konu gerçekleşmeden bilmeliyiz ki;
İman gerçek mahiyetiyle yerini bulmaz ve İslam gerçek mahiyeti ile gerçekleşmez.Bu hususlar oluncada Samimi ve Sadık bir Müslümanın hayatında Allahın çizdigi yoldan sapmak ve Rasulünün emrini yok saymak o emirlere bigane kalmak durumu ortadan kalkar. O zaman Samimi Müslüman ister kendi sahasında, isterse aile ve dostlarından mesuliyeti altına girenler hakkında olsun Allahın çizdigi yola ve onun Rasulüne muhalefet etmekten sakınır.
Samimi ve sadık Müslüman, aile fertlerinden birisinin düşecegi ihmal, tembellik veya Allah ve Rasulünün emrine karşı gevşek davranılmasından da kendisini sorumlu ve mesül bilir.Buyurulmuşturki; ** Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden ( yani emriniz altındakilerden) mesülsünüz.** Bu mesuliyet ve sorumluluk duygusu samimi ve sadık müslümanı son derece rahatsız eder ve anında sonuç ne olursa olsun bu ekskligi giderme yollarına başvurur. Bu mesuliyet ve sorumluluk karşısında imanı zayıf, dini hafif ve kişiligi gelişmemiş olanlardan başkası susamaz ve sabredemez.
Sadık ve samimi bir Müslüman daima allahın kaza ve kaderine razı olur. Kaza ve kaderin Dininin bir rüknü olduguna, bu dünyada vuku bulacak hiç bir şeye engel olunamayacagına, zira Allahın onu takdir ettigine inanır. Allah takdir etmiştir ve onu engellemeye kimsenin gücü yetmez.
Sadık ve Samimi bir Müslüman aynı zamanda Allahın kazasına rıza göstermenin kendisine sevap kazandıracagına ve kendisinin böylelikle kurtulmuş müslümanlardan olacagına inanır.Bu yüzdende sadık müslümanın her işi hayırlıdır. Bir iyilik görse Rabbine şükreder, bir kötülükle karşılaşırsa da Allahın emrine uyarak sabreder, kaza ve kaderine rıza gösterir. Her iki durumda müslümanın hayrınadır diye düşünüyoruz.
İnsan olması dolayısıyla bazan müslümana da gaflet gelir ve bu halinde iken, samimi ve itaatkar müslümana yakışmayan bir hata işleyebilir. En önemlisi müslümanın hemen hatasını anlayıp o durumdan silkinerek hatasını terk edep, pişman olmasıdır. İnanıyoruzki; Allah sevgisi ve allah korkusuyla yogrulmuş bir kalpte gaflet görülmez ve görülmemelidir. Samimi bir müslümanın kalbi daima tevbe, istigfar ve pişmanlıga açık olmalıdır. Sadık bir Müslüman daima itaat, hidayet, takva ve rıdvan (yani memnun, razı hoşluk ve hoşnutluk) havasını teneffüs eder.
Özellikle ifade etmek gerekirki; Sadık müslümanın amellerinin hepsinde Allahın rızasını esas alır. Allahın rızasını her şeyin üzerinde gözetir. Samimi müslümanın endişesi, attıgı her adımın , yaptıgı her işin öncelikle insanların degil Allahın rızasına uygun olup olmadıgıdır. Öncelikle buna bakar. Hatta bazan Allahın rızasınnı kazanmak için Rasulullahın emrine uyarak insanları kızdırmayı dahi göze alır.
Tirmizide rivayet edilen bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: ** İnsanlar kızsa dahi Allahın rızasını arayan kimseyi Allah, insanların şerrinden korur. İnsanların rızasını Allahın gazabıyla arayan kimseyi de Allah insanlara terk eder.** Bu yüzden Sadık ve Samimi Müslüman amellerini Allah rızası terazisiyle tartar. Bu terazinin kefesi agır basarsa onu kabul eder ve razı olur, şayet hafif kalırsa ondan yüz çevirir ve terk eder. Böylece de Müslüman tuttugu yolun dogru olup olmadıgının farkına varır.
Bazı şeylerde Allahın emrine uyup bazılarında uymaması veya birşeyi bazan helal, bazan haram sayması gibi gülünç ve basit çelişkilere düşmez. Zira tuttugu yol dogru, metodu açık ve ölçüleri sabit oldukça çelişkiye, tenakuza yer ve mahal kalmaz. Bir misalle konumuzu aydınlatacak olursak, Camilerde mescidlerde huşu içinde namaz kılanların dışarda faizle içli dışlı olması işlerini faizli muamele içinde bulmaları bir çelişkidir.
Samimi müslüman her türlü halde dininin emirleri dogrultusunda hayatını sürdürmelidir. Kesinlikle hayatlarında ve şahsiyetlerinde ikili ve iki yüzlü davranmamalıdır. Samimi ve sadık bir Müslüman İslam dininin farz ve erkanını tam olarak gevşek davranmadan ve her konuda ruhsat ( yani izin) aramadan amellerini eda eder. Misal verecek olursak Namaz amellerin en üstünüdür. Çünkü o, kul ile Rabbı arasında bagdır. Beş vakit namaz mutlaka vaktinde eda edilir. Çünkü namaz dinin diregidir, namazı kılan dinini ikame etmiş olur, terk eden ise dinini yıkmıştır. Samimi Müslüman namazda hayat meşgalelerinden sıyrılarak bütün varlıgıyla Allaha yönelir ve ondan, hidayet, yardım güç ve kendisini dogru yolda Rabbından sıratı müstakimde sabit kılmasını ister.
Ahirette kurtulmayı ümit eden takva ehli müslüman ayrıca gücünün yettigince nafile ibadetleride gece ve gündüz demeden yerine getirmeye çalışır. Zekat verecek kadar zenginse zekatını verir. Bu farzı yerine getirmek için dikkat, emanet ve takva ile hareket eder ve onu verilecek yerlere sarfeder. Zekat miktarı binlere, milyonlarada varsa kendine farz olan zekatın bir kısmından dahi kaçmak aklından dahi geçmez. Ramazan orucunu da inanarak ve ihlas ile tutar. İmanı kalbine güç verir. Orucunu zedeleyecek veya sevap ve ecirini düşürecek her türlü husustan kaçınır. Samimi ve sadık Müslüman Orucun kendi üzerindeki hakkını bilir.
Dinini iyi anlamış bir Müslüman, gücü yeter yetmez hacca gitmekten de geri kalmaz. Hacca gitmeden önce,hacc ahkamını büyük küçük demeden her şeyi iyice ögrenir. Haccetmeye başladıgında bütün hacc farizasını yerli yerinde ve kabule lâyık bir şekilde yapar. Bu büyük farizanın içerdigi hikmetlerin idraki içinde bilinçli ve şuurlu bir şekilde hacceder.
İslam dinindeki ibadetin gerçegini anlayan Sadık ve Samimi Müslüman yapacagı her işte her amelde Allahın rızasını gözetir. İnsan ve cinlerin yaratılış sebebi olan büyük gayenin gerçekleşmesi için gayret sarf etmedikçe kullugunun noksan kaldıgı duygusu içindedir.Müslüman kesin olarak bu hayatta sadece Allaha ibadet için var olduguna inanır. Müslümanda İbadet ve kulluk şuuru yerini kesinlikle başıboş düşüncelere ve heva ve heves gibi boş şeylere yerini kaptırmamalı bu noktada her zaman uyanık olmasını bilmeliyiz…
İbadet şuurunda yeini bulan Allahın emir ve yasakları yani Allahın emirlerinde yerini bulan; yap dedigini İbadet bilinciyle yerine getirmek ve yapma dedigi ve yasakladıgı hususlardan da nedenini, niçinini, nasılını fazla kurcalamadan şüphelere yer bırakmaksızın kaçınan bir yapıda olmamız, Mükellef, sorumlu ve mesuliyet sahibi bir Müslüman olarak Namazda olsun, oruçta olsun, Zekat ibadetinde, Hacc ibadetinde olsun ve bunlarında beraberinde üzerimize yükledigi kulluk ve Allahın yer yüzündeki Halifesi olmamızın bizlere verilen Emanet şuuru ve bilinciyle Cemiyet, Cemaat ve toplumsal ilişkilerde Allahın emirlerine sımsıkı sarılmak yasakladıklarındanda kaçınmak ve Hak bilinen yolda Sıratı Müstakikim yolunda şaşmadan doddgru bir istikametin yaşayıcıcısı aynı zamanda savunucusu olmak durumundayız…
Rabbimiz Hicr suresi ayet. 99. da mealen şöyle buyuruyor. *** Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et…*** İnsan Kulluk şuuruyla, kulluk bilinciyle kulluk hamuruyla yugrulursa melekleri seviyesine erişir inancındayız. Allah korusun Haramlarla, yasak edilmiş hususlarla ve şehvet hamuruyla yogurulursa hayvanlardan daha aşagı dereceler iner mertebesi sıfırlanır bunun getirdigi yaşantı sonucunda ayakları bataklıktan çıkmaz ve kaybedenlerden olur. Yani burada en güzel belirleyici ölçümüz, metodumuz Cenabı hakkın Emir ve yasaklarına baglı kalmak sımsıkı sarılmak kopmaz ipe tutunmaktır…
Bende Müslümanlardanım diyen bir kişi sözlerinde, işlerinde, hal, tavır ve hareketlerinde Samimi ve Sadık bir kişilikte ve yapıda olmak zorundadırlar. Müslümanlar her türlü iş ve bir birleriyle olan münasebetlerinde dogrulugu, dürüstlügü ve namuslulugu esas almak durumundadırlar. Kesinlikle birbirlerine karşı yolsuzluk, hile, sahtekarlık, bozgunculuk gibi Müslümana yakışmayan hareketlerden, aldatıcı, kandırıcı tavırlardan uzaklaşmak zorundadırlar…
Samimi ve Sadık Müslüman en güzel huylarla ruhunu süsleyen insandır. Dostlugu, kardeşligi, vefakarlıgı ayakta tutmayı büyük bir meziyyet olarak anlayan Müslümanlar verdigi sözü yerine getirirler, ahdine sadık kalırlar, her türlü borcunu en güzel bir şekilde ödemeye çalışan yapılarını asla lekelemezler. Aldıgı her türlü vazifeyi, işi, en güzel bir şekilde yerine getirir hile yapamazlar, Emanete riayet ederler ve asla ihanet etmeyi düşünmezler…
Sadık ve samimi Müslüman her hangi birisine karşı kinle, garezle ya da Hasetle yaklaşmamalıdır. Müslüman başkasında görmüş oldugu güzellikleri kıskanmayan, haset etmeyen ama O güzelliklerin daha iyisini yapmak düşüncesiyle gıpta ile bakan bir Karakteristik yapıya, bakış açısına sahip olan güzel hasletleri temsil eden kişidir. Zaten teslim olan kişi yaptıgı her türlü hareketi Allah rızasınını kazanma maksadıyla yapar. Sadakati, dogrulugu, ihlası, gayelerindeki samimiyetinin özünde Allaha baglı kalması, Allaha olan sarsılmaz İMANI ve İnancı kendisini yönlendirir diyebiliriz…
Kuranı kerimde Zariyat suresi ayet.56.da mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.*** Bilinmelidirki; Kelime’i tevhidin Allahtan başka ilah yoktur ve Muhammed onun Resulüdür’ün manası hayatta sadece bu kulluk şuuru ile gerçekleşir…
Kelimeyi Tevhide Sadakatle baglı kalan ve Kelimeyi Tevhide Samimi olarak İnanan şuurlu bilinçli Müslümanlar Öncelikle Allah rızasına nail olma, erişme gayretiyle hareket ederler, İlas ile ibadet ederler, Allah sevgisini ve aynı zamanda Allah korkusunu içlerinde muhafaza ederler. Kelimeyi Tevhidin savunucuları Her yerde ve her zaman Hakkın ve Hakikatin şahidi olmak durumundadırlar. İnandıgı dogruları eliyle, diliyle ve her türlü haliyle içinde bulundugu topluma ulaştırma sorumlulugunu benliginde taşıyan kişidir.
Zaten Cennetin anahtarı mesabesinde olan Kelimeyi Tevhidi İLAYI KELİMETULLAH olarak gayelerin en güzeli olarak bilmeyen, Allahın adını en yükseklerde tutma hedefine baglı kalmayan, onun için mücadele etmeyen bir kişi Samimiyet ve şuurdan yoksun olan ne için yaşadıgını bilemeyen zavallı ve nasipsizler olarak dünya hayatını tamamlar diye inanıyoruz. Cenabı Hak her saniyemizde bizleri Kelimeyi Tevhid den ayrı bırakmasın…
Sadık ve samimi Müslüman Kuranı kerimi çok okur bu aydınlık mertebeye yükselmek için Kuranın geniş ve kendine has atmosferine sıgınır.Bir Hadisi şerifte Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Kuran okuyan bir mümin kokusu ve tadı güzel olan turunç meyvesi gibidir. Kuran okumayan mümin ise tatlı fakat kokusu olmayan kuru hurmaya benzer. Kuran okuyan münafık kokusu güzel tadı acı olan reyhan, Kuran okumayan münafık ise kokusu olmayan tadı acı Ebu Cehil karpuzu gibidir.Müttefakun aleyh.***
İşte Samimi, Sadık Müslümanın Rabbiyle ilişkisi böyle olmalıdır. Kökleşmiş sadık bir iman, sürekli yapılan salih amel, daima yaratanın rızasını gözetmek, Rabbine olan kullugunu kuvvetlendirmek ve Allahın *** Cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.*** Ayetiyle çizdigi, hayattaki varlıgının hedefini gerçekleştirmektir. Dinimizi, imanımızı, kullugumuzu yaşamamızda Allah yar ve yardımcımız olsun İki cihanda yüzlerimiz ak ve pak olur inşaallah…
Allah’ım Söylediklerimizi hayatımızın her döneminde yaşamamızı nasip ve müyesser kıl. Büyük dîninin ve yüce kitabının emirlerine nefsimizi yatıştır, O bagdan bizleri ayırma. Bizi dinde ihlâs sahibi kullarından eyle. Riya canavarından içimizi arındır. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… .14.08.2004