Kur’an-ı Kerim arap dili ile nazil olmuş, muhatapları onu kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları konuları, bu hususta en selahiyetli zat olan Rasûlullah’a sormuşlardı. Derin akaid meseleleri üzerinde düşünmeye lüzum görmemişler, sağlam bir iman onları bu gibi bir tekellüften kurtarmıştı. Rasulullah’ı Kur’an tefsirine sevkeden en mühim amil, İslamiyetin kendisinden olan emridir. Bu risalet vazifesinin iktizasıdır. O tebyin ve tebliğle mükellefti. Buna tipik bir misal, Haccetü’l-Veda hutbesinde üç defa müslümanlara tebliğ ettim mi diye sormuş, müslümanlardan müsbet cevap alınca “Ya Rabbi şahid ol.” demişti. Kur’an-ı Kerim’den sonra onun en mühim tefsir kaynağının Rasulullah’ın sünneti olduğunu bilinen bir gerçektir…
SAHABE TEFSİRCİLERİ…
Ebü Bekr Es-Sıddık (Radiya’llâhu Teâlâ Anh):
Abdu’llâh b. Ebî Kuhâfe Ashâb-ı Kirâm’ın efdali, Hulefâ-yı İslâm’ın birincisidir. Nesebi (Mürre b. Kâ’b) de Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellec Efendimizin neseb-i şerîfiyle birleşmektedir. Resûl-i Ekrem’den iki sene birkaç ay sonra, yâni milâdın (568) inci senesinde dünyâya gelmiştir. Lâkabı (Atik) dir. Hüsn ü cemâle mâlik olması veya Hazret-i Peygamberin kendisine hitaben : “Sen Allâhu Teâlâ’nın nârından âzadlısısın” buyurması bu lâkabı almasına vesile olmuştur.Peygamber Efendimizin gerek risâletlerini ve gerek Mi’râclarını tereddütsüz tasdik ettiği ve dâima sıdk u istikametle muttasıf bulunduğu cihetle de (Sıddîk) lâkabını ihraz etmiştir. Hicretin 13 üncü senesinde Âhiret’e irtihal etmekle Nebiyy-i zî-Şân’ın Ravza-i Saâdet’i civarına defn edilmiştir.
Cenâb-ı Sıddîk, Arab’ın lisânına, ensâbına yani soyuna , vakayiine herkesden ziyâde vâkıf idi. Hattâ muasırları kendisini Kureyş’in âlimi olarak tanıyorlardı. Filhakika, gayet fasih, beliğ, hatîb, ma’lûmatlı bir zât bulunuyordu. Bununla beraber bizzat Resûl-i Ekrem’den feyz almış, Onun medresei irfanından yetişmiş, Kelâmu’llâh’ın maânî ve hakayıkına mana ve hakikatlerine dâir malûmatı ve o büyük menba’dan ahzetmişti. Binâenaleyh Kur’ân-ı Kerîm’in tefsirine, dekayıkına yani inceliklerine bihakkın muttali‘ idi. Kur’ân’ın âyetlerinden dînî hükümleri istinbat, lâtâif ve nükâtı istihraç hususunda büyük bir kudret sahibi idi.
Velhasıl Hazret-i Ebû Bekr, mümtaz müfessirîn tabakasını teşkil eden Sahâbe-i Güzîn’in birincisi bulunmaktadır. Maahâzâ kendisi pek ihtiyatkârâne hareket ettiği için tefsîre dâir pek çok şey zikretmemiştir.
Ömer B. El-Hattâb (Radiya’llâhu Teâlâ Anh): Ebû Hafs Ömer el-Fâruk el-Adevî el-Kureşî, Ashâb-ı Kirâm’ın güzîdesi Hulefâ-yı islâm’ın ikincisidir. Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in dogumundan on üç sene sonra Mekke-i Mükerreme’de dünyaya gelmiştir. Validesi Hanteme bint-i Hâşim b. Mugîre’dir, ki Ebû Cehl’in amcasının kızıdır. Hazret-i Ömer’e tarafı Nebeviden (Ebû Hafs) künyesi verilmiştir.
Aşere-i Mübeşşere’dendir. Hulefâ arasında (Emîrü’l-Mü’minin) ünvâniyle ilk yâd olunan zât kendisidir. Hak ile bâtılın arasını lâyıkıyle ayırdığı veya Müslümanlar ile gayr-ı müslimler arasındaki ayrılığı belirledigi için (Fâ-rûk-ı A’zam) lâkabını da almıştır. Hicretin 23 üncü senesinde Muğîre b, Şu’be’nin kölesi olan mecûsî Ebû Lü’lü tarafından Medîne-i Münevvere’de şehîd edilmiştir. Zâten kendisi böyle bir şehâdete kavuşmayı evvelce Cenâb-ı Hak’dan niyaz etmişti. Resûl-i Ekrem ile Hazret-i Sıd dîk’ın medfûn bulundukları Ravzai Mutahhare’ye defnedilmiştir…
Hazret-i Ömer’in Tefsirdeki Mevkii:Hazret-i Ömer, Kureyş’in en beliğlerinden, en mütefekkirlerinden olduğu cihetle fitrî selîkasiyle yani güzel konuşma üslubuyla, kelâmın dekaayıkına yani söz söyleme inceliklerine pek ziyâde vâkıf idi. Bundan başka senelerce Huzûr-ı Nebevî’de bulunmuş, Kur’ân âyetlerinin mânâlarına, nüzulü sebeblerine muttali‘ olmuş, bunların tefsiri hususunda Hazret-i Peygamber’den pek çok şey’ler öğrenmiştir. Bütün hayâtını İslâmiyetin şerefli yükselişine maâlîsine tevcih ve tahsis etmiş olan Hazret-i Ömer, şüphe yok ki Kur’ân-ı Kerîm’in hakaayıkına yani inceliklerine vukuf hususunda buyük bir ihtisas sahibi idi. Binâenaleyh kendisi, müfessirlerin mümtaz tabakasını teşkil eden zevatın en güzidelerinden bulunmaktadır.
Osman B. Affân (Radiya’llâhu Teâlâ Anh): Emîrü’l-Mü’minîn Osman b. Affân el- Kureşî el-Emevî, Hu-lefâ-yı Râşidîn’in üçüncüsüdür. Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve selem Efendimiz’den altı sene sonra dünyâya gelmiştir. Validesi „Ervâ“ Hazretı Peygamberin halasının kızıdır. Fahri Âlem Efendimizin evvelâ „Rukiyye“ nâ-mındaki kızıyla, onun vefatından sonra da (Ümmü-Gülsüm) ismindeki kerîme-i muhteremesiyle evlenme bahtiyarlığına nail olduğu için (Zi’n-Nûreyn) lâkabını almıştır. Resûlu’llâhı ilk tasdik edenlerdendir. Bir aralık Habeşistan’a, sonra da Hazret-i Peygamberden evvel Medîne-i Münevvere“ ye hicret etmiştir. Hicri 35 senesinde Medîne-i Münevverede „İlâdü’t-Tecîbî“ tarafından şehîd edilmiştir. Baki mezarlıgında medfundur. Ashâb-ı Kiram arasında Osman b. Affân nâmında başka bir zât yoktur.
Hazret-i Osman’ın Tefsîr İlmindeki Mevkii:Zi’n-Nûreyn Hazretleri, müfessirlerin mümtaz tabakasını vücûde getiren zevatın en güzîdelerindendir, Gerek selikası güzel konuşması ve gerek Fahr-i âlemden aldığı feyz ve hareket sayesinde Kur’ân-ı Mübîn’in dekaayıkına inceliklerine mükemmel bir surette muttali‘ idi. Hele Mesâhif nüshalarını teksir çogaltma hususundaki hizmeti pek büyüktür. Bu cihetle „Câmiü’l-Kur’ân“ ünvânını almıştı. Kur’ânı Kerîm hakkında malûmat almak için bâzan Hazreti Osman’a müracaat olunurdu.
Ez-cümle İbn-i Abbâs gibi pek kudretli bir müfessir, bir gün Hazret-i Osman’a şöyle bir sualde bulunmuştu: „Neden Sûre-i Enfâl ile Berâe Sûresi’ni muttasıl yazdınız da aralarını Besmele ile ayırmadınız? Neden bu iki Sûreyi (Seb’u tıvâl) yedi uzun sure- denilen sûreler sırasına vaz‘ ettiniz?“ Buna karşı Hazret-i Osman şu mealde cevab vermişti: „Resûl-i Ekrem zamanında vakit vakit sûreler, âyetler nazil olunca Vahiy Kâtipleri’ne, şu âyeti şu sûredeki şu âyetlerin yanına yazınız, diye emrederdi. Sûre-i Enfâl, Medine’de ilk nazil olan sûrelerden, Sûre-i Tevbe ise en son nazil olan âyât-ı Kur’âniyyedendir.
Her ikisinin muhteviyatı arasında bir müşabehet benzerlik vardır. Biz bu iki sûrenin bir olduğuna zâhib olduk. Resûlu’llâh, irtihâlînden evvel bu sûrenin o sûreden olup olmadığını bize bildirmemişti. Binâenaleyh bunları muttasıl yazdık. Aralarını Besmele ile ayırmadık ve bunları Seb’u tıvâl yani yedi uzun sure sırasına vaz‘ ettik.“ Hazret-i Osman’dan mervî ma’lûmât-ı tefsîriyye yani tefsir hakkında bilgi- pek çok değildir.
Alî B. Ebi Tâlib (Radiya’llâhü Teâlâ Anh): Emîrü’l-Mü’minîn Alî b. Ebî Tâlib b. Abdi’l-Muttalib b. Hâşim el-Kureşî, Hulefâ-yı Râşidîn’in dördüncü, Benî Hâşim’den Halîfe olanların birincisidir. Resûl-i Ekrem salla’Ilâhu aleyhi ve sellem Hazretlerinin amca-zâdesi, damadı, muâhât tarikiyle yani ahidleşme yoluyla kardeşidir. Resûlu’ilâh’ın vilâdetlerinden dogumundan otuz iki sene sonra Mekke-i Mükerreme’de dünyâya gelmiştir. Künyesi (Ebü’l-Hüseyn) dir. Kendisine taraf-ı Nebeviden bir iltifat olmak üzere (Ebû-Türâb) künyesi de verilmiştir. (Esedü’lîâhi’l-Gâlib) Allahın aslanı lâkabını da hâizdir. Hicretin kırkıncı senesinde Küfe mescidinde hâricilerden „Abdü’r-Rah-mân b. Mülcimül-Murâdiyyi’l-Himyeri“ tarafından zehirli bir kılıç darbesiyle şehîd olmuştur. Kûfe’de medfundur. Hazret-i Alî’nin şehâdeti, kalblerde ilelebed bir ceriha vücûde getirmiştir.
Hazret-i Alî’nin İlm-i Tefsirdeki Mevkii: Hazret-i Alî, fevkalâde beliğ, fasîh bir zât idi. Resûl-i Ekrem’den sonra Aliyyü’l-Murtazâ derecesinde beliğ yani meramını çok güzel ifade eden noksansız ve güzel konuşan hutbe tertîb ve îrâd eden bir zât görülmemiştir. Arab lisânının ilk kaidesini vaz‘ eden zât da Hazreti Alî’dir. Bu cihetle Kurân lisânına herkesten daha ziyâde âşinâ idi. Kur’ân’ın belâğatine,güzel söz söyleme sanatına, i’câzına,mucize olmasına, hakayıkına inceliklerine herkesten daha ziyâde muttali‘ bulunuyordu.
Resûî-i Ekrem’den işrak eden füyüzât nurlarına en evvel ma’kes olan Hazret-i Alî‘ nin nezîh ruhu idi. Artık onun en büyük bir müfessir olduğunda kim şüphe edebilir? Eğer onun zamanında tefsire dâir kitap yazılması mu’tâd olsa idi, kim bilir, o büyük zâtdan tefsire dâir bizlere ne kıymetli ma’lûmât intikal ederdi. Maahâzâ kendisinden tefsire âid bir çok şeyler nakledilmiştir. Hadîs, tefsir kitablarında Hazret-i Alî’den rivayet edilegelen bir hayli ma’lûmât vardır.
İbn-i Mes’ûd Hazretleri demiştir ki: „Kur’ân yedi harf üzerine inzal buyuruldu. Her harfin zahiride, batını da vardır. Aliyyül‘-Murtazâ’nın nezdinde ise Kur’ân’ın zahiri de bâtını da mevcuddur.“ Hazret-i Alî, Kur’ân’a büyük bir vukuf sahibi idi. Hattâ bir gün hutbe îrâd ederken cemâate hitaben : “Sorunuz! Bana ne sorar iseniz size cevâbını veririm. Kitâbu’llâh’dan bana sorunuz. Vallahi bir âyet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, cebelde mi nazil olduğunu bilmîyeyim” diye buyurmuştu. Allah kendisinden razı olsun…
Abdu’llâh B. Mes’ûd (Radiya’llâhu Teâlâ Anh): Abdu’llâh b. Mes’ûd b. el-Hâris b. Gaafil b. Habîb el-Hezlî, Ashâb-ı Güzin’in fudalâsından fukahâsından pek büyük bir zâttır. Künyesi „Ebû Abdi’llâh“dır. Mekke-i Mükerreme’de doğmuş, daha pek genç iken İslâm şerefine nail olmuş, Mekke’de Kureyşîlere karşı Sûretü’l-Kalem’i cehren okumak suretiyle onlara Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ilk duyuran zât, kendisi bulunmuştur. Bir aralık Habeşistana sonra da Medînei Münevvere’ye hicret etmişti.
Bedir, Uhud, Hendek gazvelerine iştirak etmiş, Bîatü’r-Rıdvân’da bulunmuş, Yermûk seferinde de isbât-ı vücûda muvaffak olmuştur. Yermûk seferinden sonra Hazret-i Ömer tarafından Kûfe’ye muallim gönderilmişti. Bu münâsebetle Hazreti Faruk, ehli Kûfe’ye gönderdiği bir mektubunda şöyle demişti: „Ben size Ammâr b. Yâsir’i vali, Abdu’llâh b. Mes’ûd’u da muallim ve vezir olarak gönderdim. Bu ikisi Resûlu’llâh’ın necib Ashabından ve ehl-i Bedir’dendir. Bunlara iktidâ ediniz, itâatta bulununuz, sözlerini dinleyiniz. Ben Abdu’llâh’ı göndermekle sizi kendi nefsime tercih etmiş bulunuyorum.
„İbn-i Mes’ûd Hazretleri, Hazret-i Osman’ın Hilâfetine kadar Kûfe’de kaldı. Ba’dehû Hazret-i Osman tarafından davet olunmakla Medîne-i Münevvere’ye döndü. Nihayet Hicri 32 senesinde vefat ederek Bakî mezarlıgına defnolundu. Vefatında altmış yaşını biraz tecâvüz etmişti. Validesi (Ümmü Abd) da sahâbiyâttandır. Bu cihetle kendisine „İbn-i Ümmü Abd“ da denilir. İlm-i Tefsirdeki Mevkii:
İbn-i Mes’ûd Hazretleri, Allah’ın Kitâbına, Resûlu’llâh’ın Sünnetlerine İttıla‘ hususunda temayüz etmiş bir zâttır. Onun bu faziletini Hazreti Alî gibi yüksek bir ilm ü irfan timsâli bile itirâf ediyor. Bizzat ibni Mes’ûd diyor ki: „Kendisinden başka ma’bûdun bi’l-hak olmayan Zât’a kasem ederim ki, Kiîâbu’llâh’dan bir âyet yoktur ki, ben onun kim hakkında ve nerede nazil olduğunu bilmiyeyim. Eğer Kitâbullahı benden daha iyi bilen bir kimsenin bulunduğu yeri haber alsam ve beni oraya râhileler ölüp gidenler ölüler götürecek olsa mutlaka oraya çıkar giderim.“Tefsîr-i Taberî’de ve sair bazı tefsirlerde ibn-i Mes’ûd’dan Tefsîr’e dâir bazı rivayetler mevcuddur. İbn-i Mes’ûd’dan mervîdir : Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sei-lem şöyle buyurmuştur :Siz üç kişi olunca içinizden ikisi, öbür arkadaşları yanında gizlice konuşmamalıdır. Çünkü bu konuşma onu mahzun eder.“
Zeyd b. Sabit b. Mahhâk b. Zeyd en-Neccârî, Ensâr-ı Kirâm’dandır. Babası Sabit, hicretden mukaddem Evs ile Hazrec kabileleri arasında (Yevmü Buâs) nâmiyle yâd olunan bir muharebede ölmüştü. Kendisi Medine’de doğmuş, Mekke’de yetişmiş, ba’dehû Medine’ye hicret eylemişti. Hicret-i Nebeviyye esnasında henüz on bir yaşında pek zekî bir çocuk bulunuyordu. Resûl-i Ekrem’in feyz-i nazarına mazhar olarak İslâm şerefine nail olmuş, Hendek gazvesine iştirak ederek toprak nakli ile tavzif edilmiş, Hazret-i Peygamberin “O ne güzel çocuk“ yollu iltifatlarına mazhar olmuştur.
Bilâhare Tebük gazvesinde Mâlik b. Neccâr’ın sancağını Ummâre b. Hazm) taşıyorken Resûl-i Ekrem, sancağı alıb Zeyd b. Sâbit’e tevdi‘ etmiş, Ammâre’nin „Yâ Resûlâ’llâh,. benden birşey mi duydun?“ demesi üzerine de „Hayır, ve lâkin Kur’ân mukaddemdir. Zeyd ise Kur’ân’ı ahz hususunda senden daha ziyâdedir.“ diye buyurmuştur. Zeyd b, Sabit, daha başka gazvelere de iştirak etmiş, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman Hacc’a gittikleri zaman onlara Medîne-i Münevvere’de niyabette vekaleten bulunmuştur. Zeyd b. Sabit, Hazret-i Osman tarafdarı idi. Hazreti Alî hakkında da pek ta’zîm gösterir, onun fazlını izhâr ederdi. Fakat Cenâb-ı Murtazâ’nın yaptığı muharebelerde kendisiyle beraber bulunmamıştır. Hicri 54 senesinde vefat etmiştir. Zeyd b. Sabit Hazretleri Ashâb-ı Kirâm’in en yüksek Kurrâsından biridir. Kur’ân-ı Kerîm’i güzelce hıfz ve itkan suretiyle teallüm etmiş, ögrenmiş,ögretmiş kendisinden İbn-i Abbâs, Ebû Abdi’r-Rahmân es-Sülemî gibi Sahâbe-i güzîn Kur’ân okumuşlardır. Süleyman b. Yesâr diyor ki: „Hazret-i Ömer ile Osman, fetva, ferâiz ve kırâet hususunda hiçbir kimseyi Zeyd üzerine takdim etmezlerdi.“Sıddîk-ı A’zam Hazretleri Zeyd b. Sâbit’i Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ı cem‘ ve tertibe me’mûr etmişti. Bu hususta pek muvaffakıyyetli bir surette çalışmış, bu kudsî vazifeyi îfâ etmişti.
Bilâhare Hazret-i Osman tarafından da Mesâhif-i Şerîfe’yi tahrîre yazım ve çogaltma işine me’mûr edilmiş, bu pek şerefli vazifeyi de kemâl-i muvaffakıyyetle ikmâl etmişti. Hıfz ile, emânetle, güzel kitabetle bihakkın muttasıf idi. Zâten aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimizin zamanında Vahiy Kâtibi olmak şerefini hâiz idi. Bundan başka da emr-i Nebevi ile Süryânî lisânını, kitabetini onbeş gün kadar az bir müddet içinde bir hârika kabilinden olarak öğrenmişti. O lisân ile Resûl-i Ekrem’e gönderilen bir kısım tahrîrâta yani yazışmalara cevab yazardı. Bu hususta başka milletlerden kâtib istihdamına itimâd olunmamıştı.
Zeyd b. Sabit, İlm-i Tefsîr’de de büyük bir vukuf ilmi bilgi sahibi idi. Kâtibü’l-Vahy olmak ni’metine nail, fevkalâde zekî, Hulefâ-yı Râşidîn’e mukaarin olduğu cihetle bir çok âyât-ı celîlenin esbâb-ı nüzulünü bilir, hakayık incelik ve hikemiyyâtına hikmetlerine muttali bulunurdu. Kendisinden Tefsîr’e dâir bir kısım ma’lûmât rivayet edilmiştir. Size ne oluyor ki, o münafıklar hakkında iki fırkaya ayrılmış bulunuyorsunuz.“ Nazm-ı Celîlinin sebeb-i nüzulünü şöyle anlatmıştır :
Resûl-i Ekrem’in Ashabı arasında bulunan birtakım kimseler Uhud seferinden geri dönmüşlerdi. -Bunlar Abdu’llâh b. Übey b. Selûl’e tâbi‘ olan üç yüz kadar münafık idi- Nâs bunların hakkında iki fırkaya ayrılmış, bir fırkası bunların öldürülmesini, bir fırkası öldürülmemesini Resûl-i Ekrem’den istiyordu. İşte bunun üzerine âyet-i Celîlesi nazil oldu. Zeyd b. Sabit vefat edince, Ebû Hüreyre Hazretleri : „Bu ümmetin âlimi vefat etti. Umulur ki Allahu Teâlâ İbni Abbâs’ı ona halef buyurur.“ demisti. İbn-i Abbâs, kadrinin celâleti, ilminin vüs’ati ile beraber Zeyd b. Sabit‘-in hanesine gidip ondan istiftâda bulunmak ister; îlm’e gidilir, ilim gelmez.“ derdi.
İbn-i Abbâs, bir defa Zeyd’in rikâbini tutmuş yani ona tazim etmiş , Zeyd kendisini men‘ edince İbn-i Abbâs; „Biz âlimlerimize böyle yapmakla me’mûruz.“ demiş, Zeyd Hazretleri de İbn-i Abbâs’ın elini tutarak öpmüş, „Biz de Peygamberimizin Ehl-i Beyt’ine böyle hürmet etmekle emr olunduk.“ demiştir. Şafiî, Ferâiz hususunda Zeyd b. Sâbit’in kavlini ahzetmiştir. Velhâsıl, bu mübarek Sahâbî bu ümmetin içerisinde en çok hürmet gösterilmeye layık güzide sahabilerden birisidir.
Abdu’llâh b. Ez-Zübeyr (Radiya’llâhu Teâlâ Anhümâ):Abdu’llâh b. ez-Zübeyr b. el-Avvâm el-Kureşî el-Esedî, Sahâbe-i Güzin’dendir. Muhacirinin Medîne-i Münevvere’de dünyâya ilk gelen çocuğu bu zâttır. Dogumu, Müslümanlar için büyük bir inşiraha ferahlamaya, rahatlamaya vesile olmuştu. Çünkü Yahudiler : „Biz sihr ettik, muhacirlerin çocukları olmayacaktır.“ diye söylemişlerdi. Bu mübarek zevâdın dogumu, düşmanların yalanlarını meydana çıkarmış, kendilerini hayali sükuta ugratmıştır. Bu zâtın babası, Aşere-i Mübeşşere’dendir.
Annesi, Hazret-i Sıddîk’ın (Zâtü’n-Nitâkayn) nâmıyla ma’rûf muhterem kerîmesi Esmâ’dır. Hâlesi yani annesinin kızkardeşi, Ümmü’l-Mü’minîn Hazret-i Âişei Sıddîka’dır. ‚Babası tarafından ceddesi. Abdü’l Muttalib’in kızı, Resûl-i Ekremin ammesi yani babasının kızkardeşi bulunan Hazreti Safiyye’dir.Böyle şerefli, kudsî bir aileye mensûb olan Abdu’llâh, hicretin ilk senesi Kubâ karyesinde dünyâya gelmiş, Annesi tarafından Resûl-i Ekremin kenârı iltifatına takdîm edilerek o Peygamber-i zî-Şân’ın teveccühlerine, dualarına mazhar olmuştur. Künyesi „Ebû Bekr“ dir. Diğer bir künyesi de „Ebû Hubeyb“ dir. Hicretin 73 üncü senesinde Mekke-i Mükerreme’de şehîden vefat etmiştir. Doğmasiyle Müslümanların kalblerini sevinç içinde bırakan bu seçkin ve güzide sahabi, şehâdetiyle de ehl-i İslâmın kalblerinde ebedî bir ceriha yani onulmaz yara açmıştır. İbnü’z-Zübeyr Hazretleri, Ashâb-ı Kirâm’ın müfessirlerindendir. Kendişinden tefsire, bâzı âyetlerin nüzulüne dâir bâzı hadîsler, rivayetler menkuldür.
İbn-i Abbâs (Radiya’llâhu Teâlâ Anhümâ) :Abdu’llâh b. Abbâs b. Abdi’l-Muttalibi’l-Hâşimî, Ashâbı Kirâm’ın en yüksek âlimlerindendir. Künyesi Abü’l-Abbâs’dır. Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin amca-zâdesi, Ümmü’l-Mü’minîn Hazret-i Mey-mûne’nin de kız kardeşinin oğludur. Validesi Ümmü-Fadl Lübâbetü’l-Kübrâdır.
İbn-i Abbâs Hazretleri Hicret-i Nebeviyye’den üç sene sonra Mekke-i Mükerreme’de dünyâya gelmiştir. Nebiyy-i Âlî-Şân’ın mübarek nazarlarına, ulvî dualarına mazhar olduğu cihetle kendisinde harikulade bir isti’dâd anlayış ve izanda yüksek kabiliyet tecellî etmiş, daha pek genç iken Ashâb-ı Güzîn arasında ilmü irfâniyle mümtaz seçkin bir hâle gelmiştir. Resûl-i Ekrem’den sonra Hulefâ’yı Râşidîn’in büyük iltifatlarına nail olmuş, onların ilmî mes’elelerde bir müşâvir-i hâssı mesabesinde bulunmuştu.
Hazret-i Alî ile beraber Sıffîn muharebesinde bulunarak bir fırkanın kumandanlığını deruhte etmiş ve bir aralık Hazret:i Ali tarafından Basra vâlîsi tâyin edilmiş ise de bilâhare bu vazifeden ayrılarak Hicaza avdet eylemişti. İbn-i Abbâs Hazretleri, Tercemânü’l-Kur’ân, Sultânü’l-Müfessirîn unvanını hâizdir. Kendisi en büyük bir müfessirdir. Kitâbu’llâh’a dâir kendisinden pekçok şeyler rivayet edilmiş, rivâyed tarîkına müstenid birçok tefsirlerde bu rivayetlerden birçoğu nakledilegelmiştir. Fîrûz-Âbâdî, bu rivayetlerin bir kısmını toplayarak „Tenvîrü’l-Mikyâs Tefsîr-i Îbni’l-Abbâs“ unvanıyla muhtasar, müfîd yani faydalı bir tefsir yazmıştır.
İbn-i Abbâs, zamanının en büyük âlimi, en yüksek müfessiri idi. Binlerce zât etrafını alarak kendisinden istifâdeye çalışırlardı. Akdettiği meclislerde birgün yalnız Tefsîr-i Kur’ân ile meşgul olurdu; birgün yalnız fıkıh meselelerinden bahsederdi; birgün yalnız Megâzîye, Gazevât-ı Nebevîyye’ye dâir ma’lûmât verirdi; birgün yalnız Eş’âr-ı Araba yani Arab şiirine dâir birçok şeyler bildirirdi; birgün de yalnız Eyyâm-ı Arab’dan, Yani geçmiş arab devletleri tarinden Arablar arasındaki târihî vak’alardan bahsederdi. Huzuruna dâhil olan her âlim, kendisine karşı‘ mutlakaa“ hürmet ve saygı mecbûriyyeti hissederdi. Kendisinden herhangi bir meseleyi soran kimse o hususta mutlakaa ilmî bir cevâb almadan huzurundan ayrılmazdı.
İbn-i Abbâs Hazretleri, daha genç iken tefsire, fıkha dâir halka malûmat verirdi. Birgün Haremi Kabe’de oturmuş, başına toplanan cemâate, tefsire dâir ma’lûmât veriyordu. Bu hâli karşıdan müşahede eden Nâfi‘ b. el-Ezrak ile Necdetü’bnü Uveymir bakalım bilir-bilmez Kur’ân’ın tefsirine cür’et eden şu genç kimdir? Diye Hazret-i İbn-i Abbâs’ın yanına sokulmuş, „Sana Kitâbu’llâh’dan bâzı şeyler soracağız; Kur’ân, lisân-ı Arab üzere nazil olmuştur; bize lisân-ı Arabdan istişhâd yani delil ve şahid göstererek cevab ver.“ demişler. „İstediğinizi sorunuz.“ diye aldıkları müsâade üzerine, ikiyüz kadar garîb ke-limâtı Kur’âniyye’nin ma’nâsını sormuşlar, hepsinin hakkında da birer Arabi beyit ile istişhâd edilmek delil getirmek suretiyle lâzımgelen cevâbı almışlardı.
İbn-i Abbâs Hazretleri büyük bir müfessirdir. Kendisinden birçok rivayetler, tarîkler vardır, fakat bunların dereceleri müsavi değildir, bâzı rivayetler, bâzı tarîkler kuvvetli, bâzıları da zayıftır. Binâenaleyh o büyük Sahâbîye isnâd edilen her tefsirin mutlakaa kendisine âid olduğu kestirilemez. Meğer ki en kuvvetli, makbul tarîklar ile rivayet edilmiş olsun. Cenabı hak kendilerinden razı olsun…
Sermedkadir…LU…16.05.2013…