Rabbimiz maide suresi ayet.87.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez…*** Taberani, İbni Abbas (r.a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: ** Resulullah (a.s)’ın yanında bulunuyordum. Yanında Hz. Ali (r.a) de vardı. Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: Ey Ali, ümmetimin içinde ehl-i beyt sevgisini kendilerine prensip edinen bir topluluk olacak. Bunların bir lakapları olacak. Rafıza (reddedenler, karşı du¬ranlar) diye adlandırılacaklar. Onlara karşı savaşınız, onlar müşriktirler…**
Sapık mezhepler gündeme geldiginde diyebilirizki; İslam tarihine baktıgımızda ve tabiiki İslam dininin ilk dönemlerinde İslam ümmeti içerisinde dört büyük fırka ortaya çıkmıştır. Bunlar: Hariciler, Şiilikte yani hazreti ali taraftarlıgında ileri gidenler, Mürcie ve Mutezile’dir. Hariciler, insanları küfürle itham etme konusunda taşkınlık etmişlerdir. Şii¬likte ileri gidenler ise Hz. Ali (r.a) ve ehl-i beyt hakkında taşkınlık ederek sahabîlerin çoğuna karşı kin beslemeye yönelmişlerdir.
Mürcie fırkasından olanlar ise çeşitlidirler. Bunların en önemli özellikleri, imanla birlikte gü¬nah işlemenin kişiye zarar vermeyeceğini iddia etmeleridir. Mutezile mezhebi mensupları ise, kader inancı ile ilgili nasların ortaya koyduğu anlamlan gözden uzak tutarak, bu inancı, inanç ilkeleri arasından çıkarmışlardır. Bu fırkalar erken dönemlerde ortaya çıkacaklarından ve Resulullah (a.s)’ın yaşadığı dönemden kısa bir süre sonra kendilerini göstereceklerinden dolayı, naslarda bu fırkalar üzerinde özellikle durulmuştur…
Taberani, Mu’cemul Evsat’ta Enes bin Malik (r.a)’ten rivayet etmiştir: Peygamber efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Kaderiler yani Kaderiyye mezhebi mensupları ve Mürcie bu ümmetin mecusileridir. Onlar hasta olduklarında ziyaretlerine gitmeyin, öldüklerinde cenazele¬rinde bulunmayın…**(Taberani.Enes bin malik)**
İslam Ümmeti için sapık mezheplerin imani açıdan ne kadar hayati önem taşıdıgı Peygamber efendimiz tarafından mucizevi olarak bizlere bildirilmektedir. İslam ümmeti sapık fırka,mezhep ve gruplardan hala etkilen¬mektedir. Zaman zaman İslam ümmeti içerisinde bu gibi kişilerin yol açtığı şiddetli dalgalanmalar olmaktadır. Bu dalgalanmaların en önemli iki tanesi şun¬lardır: İmam Gazali’nin Tehafutu’l Felasife‘ adlı kitabı ile son vermiş olduğu dalga¬lanma ve çağımızda 19. ve 20. yüzyılda ortaya çıkmış olan dalgalanma.
Bu son iki asırda, ilericilik, gericilik, sağcılık, solculuk, laiklik, akılcılık, realizm, mad¬decilik, din-devlet işlerini birbirinden ayırma, ilim ve aklı dine karşı gösterme hareketi gibi, çok değişik fikirler ve akımlar ortaya çıkmıştır. İslam ümmeti bütün bu akımlardan ve düşüncelerden önemli ölçüde etkilenmiştir. Ancak bu fikirler ve akımlar, zaman içerisinde yavaş yavaş gerilemeye ve zayıflamaya başlamıştır. İçerisinde bulunduğumuz şu yirminci yüzyılın başlarından itibaren şu içinde bulundugumuz 2011.yılının son aylarında dahi, artık bu fikirlerin ve akımların, dünyadan çekilme eğilimi gösterdiklerini görü¬yoruz. Allah’a şükürler olsun.
Lakin tehlike bazı azalmış gibi görünsede sinsice her zaman devam etmiştir. Biz bu araştırmamızda günümüze kadar olan sapık mezhepler, sapık fırkalar ve sapkın, bidat ehli mezhep, fırka ve gruplar üzerinde kısa kısa durmak ve bu sapık mezheplerin önde gelenlerini kısaca tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Tabiidirki bizim araştırmamız bir derlemedir. Said havva Merhum Abdulkahir bagdadinin eserinden alıntı yapmış.Bizde ondan faydalandık.
HARİCİYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi ‚el Fark beyne’l Firak‘ adlı kitabında Hariciler hakkında şu bilgileri vermektedir: „Hariciler kendi aralarında bir takım ihtilafların ortaya çıkması sonucunda yirmi ayrı fırkaya ayrılmışlardır. Bu fırkaların isimleri: Birinci tahkimciler. Tahkimciler Hz. Ali (r.a) ile Muaviye arasında çıkan ayrılığın hakem kararı ile çözüme kavuşturulmasına karşı çıkanlardır. Gerçekte Haricilik, bu hakem olayı üzerine başlayan tartışmalar üzerine çıkmıştır. Ezarika, Necadet, Sufriyye, Acaride de kende içinde çok sayıda fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan bazıları Hazimiyye, Şa’biyye, Malumiyye, Mechuliyye, Ma’bediyye, Reşidiyye, Mekremiye, Hamziyye, İbrahimiyye ve Vakife’dir.
Hariciye fırkalarından varlığını sürdürebilen tek fırka, kurucusu Abdullah bin İbad et-Temimi (öl: h. 80) olan İbadiyye mezhebidir. Bunlar müslümanlardan kendilerine muhalif olanları müşrik olarak değil küfranı nimet içindeki insanlar olarak görürler. Kendilerine açıkça değil de giz¬lice muhalefet edenlerin kanlarını akıtmayı haram görürler. (Yani gizlice muha¬lefet edenler hakkında susarlar, herhangibir hüküm vermezler.) Bunlara göre muhaliflerin ülkesi, sultanın askeri mevkisi dışında tevhid ülkesidir.
Yine mu¬haliflerinden at, silah ve savaş malzemesi olarak kullanılabilecek araçları dışın¬daki malların ganimet olarak alınmasını caiz görmezler. Bunlara göre muhalif¬lerinin şehadetleri kabul edilir, kendileriyle evlenilmesi ve mallarına mirasçı olunması caizdir. Bu fırka mensupları bugün Batı Trablus, Zengibar ve Umman gibi ülkelerde yaşamaktadırlar. Önemli kitaplarının başında Şeyh Muhammed bin Yusuf bin Attefeyyiş tarafından yazılmış olan, 1343’te Mısır Selefîyye Matbaası’nda basılmış olan on ciltlik, Şerhu’n-Nehy ve Şifau’l Calil gelir. Fıkıhta dayanak olarak Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’ı kabul ederler. Ancak icma ile kasdettikleri kendi gruplarından olanların görüş birliğidir.
Hariciyye kollarından olan İbaâiyye fırkası kendi içinde fırkalara ayrıl¬mıştır. Bunlar: Hafsiye, Harisiyye, Yezidiyye ve Ashabu ta’atın la yuradu’llahu biha (itaatları Allah için olmayan gurup) Bu fırkalardan olan Yezidiyye, Yezid bin Ebu Uneyse’nin peşinden gidenle¬rin oluşturduğu fırkadır. Bunlar İslam dairesi içinde değildirler. Çünkü bunlar İslam şeriatının son zamanda (ahir zamanda) İranlıların arasından gönderile¬cek bir peygamber aracılığıyla değiştirileceğini ileri sürerler. Bunun gibi kendilerine Meymuniye denilen Acaride fırkaları da İslam daire¬si içinde değildir. Çünkü bunlar da Mecusiler gibi kızların ve oğulların kızları ile evlenmenin caiz olduğunu ileri sürmektedirler…Haricilerin değişik guruplara ayrılmış olmakla birlikte ne gibi konularda görüş birliği içinde oldukları konusunda değişik şeyler söylenilmiştir. Ka’bi, ‚Makalat‘ adlı kitabında bu konuda şöyle söylemiştir:
„Hariciler değişik guruplara ayrılmış olmalarının yanısıra şu konularda görüş birliği içindedirler: Hz. Ali (r.a), Hz. Osman (r.a) (Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın çözümü için tayin edilmiş olan) iki hakem, ashab-ı cemel (Hz. Aişe (r.a) ile birlikte cemel olayına katılanlar) ve hakem tayini işini kabul edenlerin tümünün kafir oldukları, günah işleyenlerin kafir oldukları, zulmeden yöneticiye karşı isyan etmenin vacib olduğu iddiasındadırlar.“ Bütün Harici fırkalarının üzerinde birleştikleri görüşlerle ilgili olarak doğru sözü Ebu’l Hasen söylemiştir. Buna göre ortak görüşleri Hz. Ali (r.a)’yi, Hz. Osman (r.a)’ı, cemel ashabını, iki hakemi, bu hakemleri yahut sadece birini doğru bulanları ve hakem tayini işini kabul edenleri kafirlikle suçlamaktır.
MUTEZİLE FIRKALARI: Yine Abdulkahir Bağdadinin vermiş oldugu bilgiye göre: Mutezile „Hakdan uzaklaşan yani itizal eden Kaderiyye mezhebi, kendi içinde yirmi ayrı fırkaya ayrılmıştır. Bu fırkaların herbiri diğerini küfürle itham etmektedir. Mutezile mezhebinin içinden çıkmış olan fırkaların isimleri şöyledir: Vasiliyye, Amreviyye, Huzeliyye, Nazzamiyye, Mirdariyye, Ma’meriyye, Sumamiyye, Cahiziyye, Hatibiyye, Himariyye, Hayatiyye, Şuhamiyye, Ashabu Şalihi Kubbe, Merisiyye, Ka’biyye, Cubbaiyye, Ebu Haşim bin el Cubbai’ye men¬sup olan Behşemiyye. Bütün bu fırkaların toplamı yirmiikiyi bulmaktadır. Bun¬lardan ikisi İslam dairesi içinde değildir. Bu iki fırka Habitiyye ve Himariyye’dir.
Bütün Mutezile fırkalarının, üzerinde görüş birliği içinde oldukları bid’at düşüncelerinden bazıları şunlardır: „Allahu Teala’nın ezeli sıfatlarının inkar edilmesi, Allahu Teala’nın ilim, ha¬yat, kudret, semi (duyma), basar (görme) sıfatlarının ezeliğinin inkar edilmesi. Bütün bu iddialarına „Allahu Teala’nın ezelde, adı ve sıfatı yoktu“ sözlerini ila¬ve etmişlerdir. Yine Allahu Teala’nın gözlerle görülmesinin mümkün olamıyacağını ve Alla¬hu Teala’nın kendi zatını göremediğini, başkasının da O’nu göremeyeceğini ile¬ri sürmüşlerdir. Allahu Teala’nın başkalarını görüp görmediği konusunda ihti¬lafa düşmüşlerdir. Bazıları Allahu Teala’nın başkalarını görmesinin mümkün olabileceğini söylemiş, diğer bazıları ise bu görüşü kabul etmemişlerdir.
Allahu Teala’nın kelamının hadis (sonradan olma, yaratılmış) olduğunu id¬dia etmeleri de ortak görüşleri arasındadır. Bütün Mutezile fırkaları Allahu Teala’nın kelamının sonradan olma (hadis) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bugün çoğusu Allahu Teala’nın kelamını (yani ilahi vahiyle bildirmiş olduğu kitabını) mahluk (yaratılmış) olarak adlandırırlar. Yine bütün Mutezile fırkaları, insanların yahut hayvanların fiillerinden her¬hangi birini yaratmadığını ileri sürerler. Onlar insanların kendi fiillerini kendi kudretleri yaptıklarını, hayvanların fiillerine herhangi bir müdahalesinin söz konusu olmadığını söylemişlerdir. Bu yoldaki sözlerinden dolayı müslümanlar onları Kaderiyye olarak adlandırmıştır.
İslam ümmetinin fasıklık sıfatından dolayı iki menzile arasında bir menzilede (el menzile beyne’l menzileteyn) bulunduğu yolundaki bozuk iddialarında da görüş birliği içindedirler. Onlara göre fasıklık sıfatı taşıyan ne mümin, ne de kafir olmaktadır, işte bu şekilde islam ümmetinin ortak görüşünden uzak kalan iddialar ortaya atmaları nedeniyle müslümanlar onları Mutezile (ayrılanlar, itizal edenler) olarak adlandırmıştır. Yine kulların işlerinden, hakkında Allahu Teala’nın emir ya da yasak türün¬den herhangi bir hükmünün bulunmadığı fiiller için Allahu Teala’nın bir irade¬sinin (isteğinin, hükmünün) söz konusu olmadığı yolundaki iddiaları da ortak görüşleri arasındadır.“
MÜRCİYYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi Mürcie fırkası hakkında şu bilgileri vermiştir: „Mürcie fırkası, üç guruptan oluşmaktadır. Bir gurubu imanda ircayı (gecik¬tirmeyi), kader konusundada Kaderiye mezhebinin görüşlerini benimsemiştir. Bunlar Kaderiyye – Mürcie fırkasından sayılmışlardır. Ebu Şimr el Mürci, Muhammed bin Şebib Halidi bu gibilerdendir. Bir gurubu da imanda ircayı kabul etmiş, fiiller ve kazançlar (kulların ka¬zançları) konusunda ise Cehm’in görüşlerini kabule meyletmişlerdir. Bunlar Cehmiyye-Mürcie fırkasından sayılmışlardır. Bir gurup da kader konusuna girmeden özellikle imanda İrca konusu üzerin¬de durur. Bunlar da beş fırkaya ayrılmışlardır: Yunusiyye, Gassaniyye, Sevbaniyye, Tevmeniyye ve Merisiyye.
Neccariyye fırkası mensupları ise bugün Rey şehrinde yoğun durumdadırlar. (Burada Bağdadi’nin dönemi kastediliyor). Bu fırka yirmi ayrı guruba ayrıl¬mıştır. Ancak bunların tümünü üç ayrı sınıf halinde ele almak mümkündür: Burgusiyye, Za’feriyye ve Mustedrike. Bekriyye ve Darrariyye fırkaları kendi başlarına birer gurupturlar. Bunların çok fazla taraftarları yoktur. Yine Cehmiyye de kendi başına bir guruptur. Horasan çevresinde yoğun olan Kerramiyye fırkası üç ayrı guruptan oluş¬maktadır: Hakaikiyye, Taraikiyye ve İshakiyye… Ancak bu üç fırka içinde bir¬birlerini tekfir etmeyenler (küfürle itham etmeyenler) bulunmaktadır. Biz bun¬ların herbirini ayrı bir fırka olarak zikrettik. Bütün Mürcie fırkalarını üç sınıfta toplamak mümkündür. Bir sınıf imanda irca (geciktirme)’yı, kader konusunda da Mutezile-Kaderiyye mezhebinin görüş¬lerini kabul eder. Gaylan, Ebu Şimr ve Muhammed bin Şebib el Basri böyle düşünenlerdendir. Bunlar, Kaderiyye’nin lanetlenmesine dair rivayette kastedilenlerin arasına girmektedirler. Mürcie fırkası da iki yönden laneti haketmiştir. Mürcie’nin bir sınıfı da imanda ircayı, fiiller konusunda da zorunluluğu (cebri, yani kişinin yaptığı işleri kaderin zorlaması ile yaptığı fikrini) kabul etmiştir. Yani fiiller konusunda Cehm ile Safvan’ın mezhebi üzeredirler.
Bu itibarla, Mürcie’nin bu sınıfı Cehmiyye’den sayılmıştır. Mürcie’nin üçüncü sınıfı ise Cebriyye mezhebinden de Kaderiyye mezhebinden de uzaktır. Bu üçüncü sınıf kendi içinde beş guruba ayrılmıştır: Yunusiyye, Gassaniyye, Sevbaniyye, Tevmeniyye ve Merisiyye. Bu fırkanın Mürcie olarak adlandırılmasının sebebi, ameli imandan sonraya bırakmalarıdır, irca; geciktirme, sonraya bırakma anlamınadır. Resulullah (a.s)’ın şöyle buyurduğu bildirilmiştir:
„Mürcie yetmiş peygamberin dili ile lanetlenmiştir.“
Resulullah (a.s)’a: „Mürcie kimdir, ey Allah’ın Resulü?“ diye soruldu. ** İman sadece sözden ibaret¬tir, diyenlerdir…** şeklinde cevap verdi. „Yani bunlara göre iman: sadece ikrar ve kabuldür, bunun dışında bir şeyi içermez…“ Bir Mürcie taifesi vardır ki, bunlar sahabilerden birbirleri ile çarpışanlar arasında hüküm verme işini sonraya bırakanlardır. (Yani „bunlar hakkında hü¬küm vermek bize düşmez“ diyerek herhangi bir şey söylemekten kaçınanlardır) Bunların ircası (sonraya bırakmaları) sünni (ehli sünnet itikadına uy¬gun) bir ircadır.
Bu taife tenkid edilen fırkalar arasına girmediğinden dolayı Şeyh Abdulkahir onlardan sözetmemiştir. Kınanan fırkalardan olan Mürcie’nin en çok bilinen özellikleri imanla bir¬likte ameli terketmenin ve günah işlemenin bir zarar vermeyeceğini söylemele¬ridir. Hatta bazıları imanın sadece sözden ibaret olduğunu, kalben tasdik olma¬dan da kişinin iman sahibi olabileceğini ileri sürmüşlerdir. İlim adamları bu iki mezhebi tekfir etmişlerdir… Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Bu ümmetin içinde iki sınıf vardır ki, onların islam’dan nasipleri yoktur. Mürcie ve Kaderiyye… (Tirmizi, İbni Abbas)**
ZEYDİYYE FIRKALARI: Şeyh Abdulkahir Bağdadi, Zeydiyye’nin taşkın fırkaları arasında Carudiyye, Süleymaniyye, Ceriyye ve Betriyye fırkalarını saymıştır. Şeyh Abdulkahir bu fırkalar hakkında şu bilgileri vermiştir: „Betriyye ve Süleymaniyye fırkaları Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz, Ömer (r.a)’in kafir olduklarını ileri sürmesinden dolayı Carudiyye fırkasını küfürle itham et¬mektedir. Carudiyye fırkası da Betriyye ve Süleymaniyye fırkalarının Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a)’in kafir oldukları iddiasını kabul etmediklerinden dolayı tekfir etmektedir.
KEYSANİYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi Keysaniyye fırkaları hakkında şu bilgileri vermiştir: „Bu fırkalar, Hz. Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib’in intikamını almak amacıyla bir ayaklanma başlatmış olan Muhtar bin Ebi Ubeyd es Sakafi’nin peşinden gi¬denlerin oluşturdukları fırkalardır. Muhtar, Hz. Hüseyin (r.a)’i Kerbela’da öldürmüş olanların çoğuna karşı çarpışmıştır. Bu Muhtar’a, Keysan denilirdi. Onun kendisiyle ilgili yazıyı Hz. Ali (r.a)’nin Keysan adındaki bir azatlısından aldığından dolayı, oluşturduğu guruplara Keysaniyye denildiği de söylenmiştir. Keysaniyye değişik guruplara ayrılmıştır. Tümünün üzerinde birleştiği iki nokta bulunmaktadır: Birincisi: İmamın Muhammed bin el Hanefiye olduğu görüşleri. Muhtar bin Ebi Ubeyd de ona çağırıyordu. İkincisi: Allahu Teala’ya bir şeyin iyiliğinin ya da fenalığının gelişmeler paralelinde göründüğünü (el beda) ileri sürmeleri.“ Allahu Teala’ya bir şeyin iyiliğinin ya da fenalığının görünmesi (beda) ile kasdettikleri şudur: Bir şeyin durumu, gelişmeler çizgisinde Allahu Teala’nın ilminde netleşir. Bu netleşme sonrasında Allah’ın iradesi ile gerekli gelişmeler olur. Bu ise Alla¬hu Teala’nın yarattıklarına benzetilmesinin bir şeklidir. Çünkü yaratılanlar, olayların gelişmesi doğrultusunda bazı şeylerin iyiliğini veya fenalığını daha iyi anlayabilmekte ve buna bağlı olarak yeni yeni kararlar verebilmektedirler.
NECCARİYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi bunlar hakkında şu bilgileri vermiştir: „Bunlar Hüseyin bin Muhammed Neccar’ın peşinden gidenlerdir. Bazı konu¬larda bizim mezhebimizin görüşlerini, bazı meselelerde Kaderiyye mezhebinin görüşlerini benimsemiş, bazı konularda da kendilerine has görüşler ortaya atmışlardır. Kaderiyye mezhebi ile ortak görüşleri, Allahu Teala’nın ilim, kudret, hayat vs. gibi ezeli sıfatlarını inkar etmeleri, Allahu Teala’yı gözlerle görmenin im¬kansız olduğunu ileri sürmeleri ve Allah’ın kelamının hadis (sonradan olma) olduğunu iddia etmeleridir. Bizim mezhebimizle ortak olan görüşlerinden dolayı Kaderiyye mezhebi, on¬ları küfürle itham etmiştir. Kaderiyye mezhebi ile ortak görüşlerinden dolayı da bizim mezhebimizin ileri gelenleri onları tekfir etmişlerdir.
KERRAMİYE FIRKASI: Abdulkahir Bağdadi bunlar hakkında şu bilgileri vermiştir: „Horasan bölgesinde yoğun olan Kerramiyye, üç guruptan oluşmaktadır: Hakaikiyye, Taraikiyye ve İshakiyye. Başka fırkalar bunları küfürle itham etseler de bunlar birbirlerini küfürle it¬ham etmezler. Bu yüzden bunları tek bir fırka olarak ele almak daha doğru olur. Lider ve kurucuları, meşhur Muhammed bin Kerram’dır. Bu kişi Sicistan’dan Gürcistan’a sürgün edilmişti. Onun taraftarlarının (peşinden gidenlerin) bugün ortaya atmış oldukları saçmalıklar, saymakla bitmez. Dörder dörder, yedişer yedişer saysak bile bitiremeyiz. Risalet, nübüvvet,peygamberlere verilen mucizeler hakkında Ortaya atmış oldukları saçmalıklardan çok fazladır.
Bunlar, peygamberlerin ismet sıfatları (günahtan korunmaları) konusunda da çeşitli saçmalıklar ortaya atmışlardır. Onlara göre peygamberler, adalet sıfatını bozacak ya da had cezasını gerektirecek günahlardan korunmuşlardır. Bunun dışında kalan günahlardan ise korunmamışlardır. İbni Kerram, fıkhi meselelerde de benzeri görülmemiş aptalca iddialarda bulunmuştur. Bunlardan birisi seferilikte namaz yerine, iki rek’at tekbir getir¬menin yeteceği iddiasıdır. Yani ona göre yolcu namazında rüku, secde, kıyam, kuud, teşehhüd ve selam gerekmez.“
İMAMİYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi İmamiyye hakkında şu bilgileri vermiştir: „İmamiyye mezhebi mensupları Zeydiyye’ye, Keysaniyye’ye ve Şia’nın taşkın¬larına (gulatu’ş şia’ya) muhalefet etmişlerdir, imamiyye mezhebi onbeş ayrı fırkaya ayrılmıştır. Bunlar: Kamiliyye, Muhammediyye, Bakiriyye, Navusiyye, Sumeytiyye, Ammariyye, İsmaitiyye, Mubarekiyye, Museviyye, Ka’iyye, İsna Aşeriyye (oniki imamcılar), Hişamiyye, Zurariyye, Yunusiyye ve Şeytanîy-ye’dir.“ Son zamanlarda imamiyye ismi daha çok isna aşeriyye mezhebi mensupları için kullanılmaya başlamıştır. Çağımızda Şiilerin çoğunluğunu bu isna aşeriyye mezhebi mensupları oluşturmaktadır. Bunlar onikinci imamın Sammura’da bir mağaraya gizlendiğine inanır ve onun dünyanın zulüm ve haksızlıkla dol¬masından sonra adalet ve hakkaniyeti yeniden getirmek için çıkışını beklerler.
BATINIYE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi bu fırkalar hakkında şu bilgileri vermiştir: „Allah size mutluluk versin, şunu bilin ki, Batıniyye fırkalarının, müslüman kitlelere zararı, yahudilerin, hıristiyanların ve mecusilerin zararlarından daha fazla olmuştur. Hatta dehriyye (ateistler) gurubu ile onların dışında kalan çeşit¬li küfür tabakalarının zararlarından da fazla olduğunu söyleyebiliriz. Batıniler belki islam ümmetine, ahir zamanda (kıyamete yakın dönemde) çıkacağı bildiri¬len Deccal’in verebileceği zarardan da fazla zarar vermişlerdir. Çünkü Batıniyye’nin ortaya çıktığı tarihten günümüze kadar, Batınilerin çağrılarına kana¬rak sapıklığa düşenlerin sayısı, Deccal’in saptıracaklarının sayısından fazladır. Zira haberde bildirildiğine göre Deccal’in fitnesi kırk günden fazla sürmeye¬cektir. Batınilern rezillikleri ise kum ve zift miktarlarından daha fazladır.“ Batıni fırkaların tümünün üzerinde birleştikleri temel ilkeleri, Kur’an-ı Kerim’in zahiri (açık) anlamından başka, bu anlama tamamıyle ters bir batini (giz¬li) anlamının olduğuna inanmalarıdır. Çağımızda hala varlıklarını sürdüren Batıni fırkalarının en meşhurleri şunlardır: Nusayriler. İsmaililer. Dürziler.
MÜŞEBBİHE FIRKALARI: Abdulkahir Bağdadi ‚el Fark beyne’l Firak‘ adlı kitabında Müşebbihe fırkaları hakkında şu bilgileri vermiştir: „Allah size mutluluk versin, bilin ki, Müşebbihe (Allah’ı yaratıklara benze¬tenler) iki guruptur: Bir gurup Allahu Teala’nın zatını başka varlıkların zatına benzetir. Bir gurup da Allahu Teala’nın sıfatlarını başka varlıkların sıfatlarına benzetir. Bu gurupların her biri de kendi içlerinde çok değişik guruplara ayrıl¬mışlardır. Allahu Teala’nın zatını başka varlıklara benzetmek suretiyle sapıklığa dü¬şenler, çeşitli guruplar halindedirler. İlk olarak Allahu Teala’yı yaratılmış var¬lıklara benzetme işi, bazı taşkın Rafızi gurupları tarafından başlatılmıştır.
Hz. Ali (r.a)’yi ilah olarak adlandıran Sebeiye, bu teşbih (Allahu Teala’yı ya¬ratılanlara benzetme) işini başlatanlardandır. Bunlar Hz. Ali (r.a)’yi ilahın zatına benzetmişlerdir. Hz. Ali (r.a), onlardan bir gurubu yakmak suretiyle ce¬zalandırınca: „Şu an senin ilah olduğunu kesin olarak anladık, çünkü ateş ile ancak Allah azab edebilir“ demişlerdir.Beyan bin Sem’an’ın görüşlerini benimsemiş olan Beyaniler de Müşebbihedendir. Söz konusu Beyan bin Sem’am, uzuvlara sahip bir insan şeklinde ama nurdan bir varlık olduğunu ve onun kendi zatından başka her şeyi yokedeceğini söylemiştir.
CEBRİYYE FIRKALARINDAN OLAN CEHMİYYE FIRKASI: Cehmiye fırkası hakkında Şeyh Abdulkahir Bağdadi şu bilgileri vermiştir: „Cehmiyye fırkası Cehm bin Safvan’ın görüşlerini benimsemiş olan fırkadır. Cehm bin Safvan, insanların bütün işlerini zorunlu olarak ve harhangi bir irade olmaksızın yaptıklarını, kimsenin istediğini yapma konusunda bir tercih gücüne sahip olmadığını, cennetin ve cehennemin belli bir süreden sonra yok ola¬cağını, imanın sadece Allahu Teala’yı bilmek, küfrün ise Allahu Teala’dan ha¬bersiz olmak olduğunu ileri sürmüş ve; „Allahu Teala’dan başkasının herhangi bir fiili ve ameli yoktur. Amellerin yaratıklara nisbet edilmesi mecazi anlam¬dadır. Bu tıpka „güneş battı, değirmen döndü“ denilmesine benzer. Oysa ger¬çekte bu işleri güneş ve değirmen yapmamaktadır.
Zaten onların bu işi yapma güçleri de yoktur,“ demiştir.Bizim mezhebimizden olan ilim adamları Cehm bin Safvan’ın ileri sürmüş olduğu bütün saçmalıklara karşı çıkmıştır. Kaderiyye mezhebi de onun, Allahu Teala’nın kullarının amellerim yarattığı yolundaki görüşlerine karşı çıkmışlar¬dır. Ümmetin bütün kollan Cehm bin Safvan’ın küfre düştüğü konusunda görüş birliğine varmışlardır. Cehm, yukarıda zikretmiş olduğumuz saçmalıkları adına silah kuşanarak yönetciye karşı savaş açmıştı. Yanına aldığı Seric bin Haris ile birlikte Nasr bin Seyyara karşı harekete geçmişti. Mervanoğullarının son dönemlerinde onu Sullem bin Ahvaz el Mazini öldürmüştür.“
HULULİLER VE İBAHİLER FIRKALARI: Hululiler, Allahu Teala’nın zatının insana hulul ettiğini (geçtiğini) ileri sürenlerdir. -Allahu Teala onların söylediklerinden çok çok yücedir- İbahiler ise insanın üzerinde herhangi bir yükümlülüğün bulunmadığını, ona her şeyin mu¬bah olduğunu ileri sürenlerdir. Bunlardan: „İnsan öyle bir hale ulaşır ki, artık üzerinden bütün yükümlülükler kalkar ve bütün haramlar kendisine mubah olur“ diyenler vardır. Şeyh Abdulkahir, Hululiler hakkında şu bilgileri vermiştir: „Hululiler on fırka halindedirler. Bunların tümü de islam devletinin haki¬miyeti döneminde ortaya çıkmışlardır. Tümünün amacı, yaratıcının tek olduğu inancım bozmaktır. Bunların fırkaları ile ilgili ayrıntılı bilgiler, Rafızilerin taşkın gurupları ile ilgili bilgilerin arasında geçmektedir.“ Abdulkahir Bağdadi, İbahiler hakkında da şunları söylemiştir: „Bunlar iki sınıftır. Bunlardan birincisi, haramları helal sayan Mezdekiyye gurubudur. Bu gurup İslam devletinin kuruluşundan önce ortaya çıkmıştır. Mezdekiler, kadınların ve malların tüm insanların ortak varlığı oldu¬ğunu ileri sürmüşlerdir. Bunların ortaya çıkarmış oldukları fitne, Ebu Şervan’ın kendilerini öldürmelerine kadar devam etmiştir.
ikinci gurup ise Harmedaniyye gurubudur. Bunlar islam devleti döneminde ortaya çıkmışlardır. Bunlar İki gurup halindedirler: Babekiyye ve Maziyariyye. Bunların her ikisi de Muhammere olarak bilinirler.“ Sufîlerin bazı taşkınları da Allah’ın insana ulaşmasından sonra, insanın üze¬rinden yükümlülüğün kalktığı iddiasında bulunmuşlardır. Bu gibiler Cüneydi Bagdadi za¬manında ortaya çıkmışlardır. Onların „Sekeran (kendinden geçme)“ haline ulaştıkları iddia edilmiştir. Günümüzde onların bazı kalıntıları bulunmaktadır.
VAHDETİ VÜCUTCULAR FIRKASI: Vahdet-i vücud teorisi ile varlıklar aleminin, zat-i ilahiden bir parça olduğu ileri sürülmektedir. Bu apaçık bir küfürdür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: „Onlar kullarından Allahu Teala’ya bir parça (cüz) isnad ettiler, insan ger¬çekten apaçık bir nankördür (inkarcıdır).Büyüklerimizden bazıları, bu iddiayı ortaya atanlarla, vahdet-i vücud ibaresi ile varlıklar aleminin ancak Allahu Teala’nın iradesi ile ayakta durabildiği, O’ndan müstağni kalamayacağı anlamını kastedenleri birbirlerinden ayrı olarak değerlendirerek, bunları birincilerle aynı tutmazlardı. Müslüman ilim adamlarının, İslam inancının prensiplerini bütün netliği ile ortaya koymaları, insanın kafasını karıştıran, tereddütlere yol açan şeylerden arındırmaları ve insanların önüne herkesin anlayabileceği açık ve net bir inanç sistemi koymalan gerekmektedir. İslam’ın her konudaki metodu da gerçekte bu¬dur. Biz, bizi fazla ilgilendirmeyen konuların derinliklerine dalmaktan ve gerek¬siz felsefe yapmaktan sakındırılmış bulunuyoruz.
BABİYYE FIRKALARI: Babiyye ya da Bahaiyye mezhebi hicri 13. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu fırka, gerçekte İslam’la hiçbir ilgisi bulunmayan bir küfür dinidir. Ferid Vecdi, hazırlamış olduğu ansiklopedide bu fırka ile ilgili olarak şu bil¬gileri vermiştir: „Babiyye mezhebi „bab“ olarak bilinen 1824 doğumlu Mirza Ali Muhammed Şirazi’nin kurmuş olduğu mezheptir. İran’da ve daha başka bölgelerde mensup¬ları bulunan Babiyye mezhebinin kurucusu Mirza Ali Muhammed, kurmuş olduğu mezhep için davet çalışmalarına 1843 yılında, yani daha ondokuz yaşın¬da iken başlamıştır. Bu kişi Hz. Peygamber (a.s)’in soyundan geldiğine işaretle seyid ünvanı ile çağrılırdı.“
Mirza Ali Muhammed, iki kitap yazdı. Birisi Yusuf suresinin tefsiri, diğeri de yolculuğu ile ilgiliydi. Yusuf suresinin tefsiri ile ilgili kitabında kurmak istediği yeni mezhebin teorik yapısını ortaya koydu. Bu surenin ayetlerinden kendinden öncekilerden hiç birinin çıkarmamış olduğu bir takım ilkeler çıkardı. Onun bu çıkışı ile ilgili söylentiler her tarafa yayıldı. Bu söylentiler üzerine insanlar, etrafında toplanmaya başladılar. Mirza Ali Muhammed bu çıkışından sonra camilerde insanlara konuşma yapıyor ve din büyüklerini şiddetli bir şekilde eleştiriyordu. Onun bu konuşmaları, kendilerini tenkid ettiği din büyüklerinde fena bir etki yaptı. Faaliyetlerini durdurmak için üzerine gittiler, ama başarılı olamadılar. Çünkü onların karşılarına Kur’an’dan aldığı delillerle çıkıyordu. Bu durum onun ününü daha da artırdı ve ona destek olmak üzere bazı kimseler etrafında toplandılar. Etrafına toplanan kişilere yeni mezhebini açıkladı. Bu kişiler insanlar içinde ona en çok destek veren kimseler oldu. Bu gelişmelerden sonra Mirza Ali Muhammed kendisini „bab (.kapı)“ olarak adlandırdı. Bununla, yüce yaratıcının huzuruna ulaşmak isteyenin buna muvaf¬fak olabilmesi için kullanacağı tek kapının kendisi olduğu anlamını kastedi¬yordu. Taraftarları da kendisine ayrıca „Hazretu’l-ali (yüce hazret)“ unvanını verdiler. Artık bu gelişmeler sonunda din adamları, Mirza Ali Muhammed’in kurmuş olduğu yeni mezhebinin yayılmasını önlemek amacıyla onu Tahran’daki hükümete şikayet etmekten başka çare bulamadılar. Bu sırada „bab (kapı)“ ken¬disinin, „nokta“ yani koktun ve Allah’ın ruhunun kendisinde neş’et ettiği ve O’nun kudret ve celalinin kendisinde tecelli ettiği şey olduğunu ileri sürdü. Babiliğin inanç ilkeleri, kendi kitaplarında yazılıdır. „Babilik inancına göre yaratılanlar, bizzat Allah’ın kendi görüntüsüdür. İslam’a göre yaratıcı, yaratmayı dilediğinden dolayı (yani herhangi bir dış etke¬nin etkisinde kalmaksızın) yaratır.
Babiliğe göre ise yaratıcı, diriliği ve etkili olduğunu kanıtlamak için yaratır. ‚Beyan‘ adlı kitapta, varlıklar aleminin bizzat Allah’ın kendisi olduğu, çünkü varlıklar aleminin bir bakıma onun görünümü ve dışa yansıması olduğu ifade edilir. Söz konusu kitapta „Gerçek şu ki, ey yaratıklarım, sen ‚bensin.“ ifadesi geçmektedir. Yine orada ifade edildiğine göre kıyamet koptuğunda, yaratıklar yeniden Allah’a dönerler ve kendisinden çıkmış oldukları yaratıcının vahdani¬yetinde yok olurlar. Bu zamanda ilahi tabiat (sıfat) dışında her şey yok olur.“ Bu açıklamayı inceleyen kişi, Babilik mezhebinin vahdet-i vücud mezhebi¬nin bizzat kendisi olduğunu görecektir.
Babiliğin, varlıkların yaratılması ile ilgili görüşü de şöyledir: Allah’ın ilahi sıfatlarını temsil eden yedi kutsal harfi vardır. Bu harfler, kuv¬vet, kudret, irade, tesir (etkileme), kibriya (yücelik) ve vahiy sıfatlarını temsil ederler. Allah’ın bunun dışında da sonu gelmeyen çeşitli özellikleri bulunmak¬tadır. Ancak söz konusu yedi özelliğini, görünen varlıklar alemini yaratmada kullanmıştır. Söz ve yazı, bu yedi özelliği temsil eden iki unsurdur. Bu iki unsu¬ru bize, madde ve ruhtan oluşan yaratılış vermiştir. Bu itibarla söz, bütün akli unsurların kaynağıdır. Aynı şekilde harfler de bütün maddi unsurların kay¬nağıdır. Onlar olmasaydı, hiçbir madde bulunmazdı.“
Bundan dolayı Babilerde yedi sayısı kutsal bir sayıdır. Ancak Babilerin na¬zarında bundan daha kutsal olan ve daha çok önem verilen bir sayı daha vardır. O da 19’dur. Bu sayının kutsallığından dolayı, yaratılışla ilgili bütün ibarelerin başına hayy (diri) kelimesinin yazılmasını isterler. Onlara göre hayy (diri), yu¬karıda sözü edilen yedi özelliğin tümünün kaynağı ve aynı anda tümünü karşı¬layacak meyvesidir. „Hayy“ kelimesini incelediğimiz zaman, ebced hesabı ile „ha“ harfinin değerinin 8, „ya“ harfinin değerinin de „10“ olduğunu görürüz. İkisinin toplamı 18 etmektedir. Bu durumda kelimenin „ahyi (diriltiyorum, yaratıyorum)“ olması için başına bir „elif“ getirilirse kelimeyi oluşturan harflerin ebced hesabındaki değerlerinin toplamı 19’u bulur.
Bab’ın bizzat kendisi ondokuz sayısının Allahu Teala’nın sayı olarak görünümü olduğunu söylemiştir.
Bab Mirza Ali Muhammed, 19 sayısının kut¬sallığı konusunda herhangi bir şüpheye düşülmemesi gerektiğini ifade ederek, yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de kendi zatının birliğini ifade etmek için kul¬lanmış olduğu „vahid“ kelimesini oluşturan harflerin ebced hesabındaki değerlerinin toplamının da 19 olduğuna dikkat çekmiştir. „Vahid (bir)“ kelime¬sini oluşturan harflerden „vav“ın ebced hesabındaki değeri 6, „elifin değeri 1, „ha“nın değeri 8, „dal“ın değeri de 4’dür. Bunların toplamı 19 etmektedir. Mirza Ali buradan hareketle, 19 sayısının „hayat veren tek“ anlamı taşıdığını ileri sürmüştür. Yani Allah tek olan yaratıcıdır. Ayrıca ona göre 19 sayısı, mevcut varlıklar alemini yokluktan yaratan yedi özelliğe işaret eden, yedi sayısını da içine almaktadır. Babilerin kutsal kitabı Beyan’da da ifade edildiği üzere, Babilere göre her ay sadece bir kez namaz kılınması yeterlidir. Babilik abdest ile ortadan kalkan ma¬nevi pisliği kabul etmemiştir. Babiliğe göre, abdest normal faydası, tabii temiz¬liği ve güzelliği sağlamasından dolayı alınır.
BAHAİLİK FIRKALARI: Bahailik, Babiliğin geliştirilmiş şeklidir. „Bahailer, hicri 1223 yılında, Mazenderan’ın taşra bölgelerinden olan Nur beldesinde doğmuş olan ve kendisini Beha (kıymet) diye adlandıran Mirza Hüseyin’in yolundan gidenlerdir. Mirza Hüseyin, önceleri „Bab“ın halifeliğini üzerine almıştı. Sonra kendisinin „beklenen mehdi“ olduğunu, daha sonra pey¬gamber olduğunu, daha sonra „rabb“ olduğunu, en son da „ilah“ olduğunu ileri sürmüştür. Kendinden sonra halifeliğe, Abdulbeha diye adlandırılan oğlu Abbas’ı tayin etmiştir. Bahailer, „Beha“dan sonra gelen halifelerin tümünü yücelt¬miş, kutsal saymışlar ve Beha’ya ibadet ettikleri gibi, halifelerine de aynen iba¬det etmişlerdir. Bahailiğin halifesi, 1892 yılında Mısır’a yerleşerek burada Bahailik adına davet çalışmaları başlatmıştır.
Mezhebin kurucusu Beha ise, hicri 1309 (m. 1892) yılında Akka’da ölmüştür.“Babilik Ve Bahailik Dini: Bu dine göre, vahyin üstün kıymetli yorumlan ve gizli anlamlan bulun¬maktadır. Bunları ancak „Bab“ veya „Beha“ bilebilir. „Allah’tan başka hiç kimse onun (Kur’an) te’vilini bilmez.“ ayet-i kerimesini „yani bu yorumlamasını (te’vilini) ancak Allah bilebilir“ ancak „Bab veya „Beha“ bilebilir“ şeklinde açıklamışlardır. Beha önce Mehdilik, sonra da peygamberlik iddia etmiş ve daha önce in¬dirilmiş olan bütün semavi kitapları (vahye dayalı kitapları) nesheden en kutsal kitabın kendisine indirildiğini ileri sürmüştür. Bundan sonra da kendisinin, in¬sanlığın kendisine ibadet etmesi gereken ilah olduğu iddiasında bulunmuştur.
Hz. İsa (a.s)’ın çarmıha gerilerek öldürüldüğünü ve tekrar dünyaya dön¬meyeceğini, ama onun ruhunun başkasına geçtiğini ileri sürmüştür. Burada başkası derken kasdedilen ise mezhebin lideri „Bab“ ve ondan sonra da „Beha“dır. Peygamberlerin mucizelerini, Ölümden sonra dirilmeyi, mahşerde toplan¬mayı, yapılan iyiliklerden ve kötülüklerden dolayı karşılık görmeyi ve cennetle cehennemi inkar ederler. Bu yüzden söz konusu unsurlara işaret eden âyet ve hadis metinlerini gerek dil yönünden, gerekse dini yönden ortaya koyduğu ma¬naları tamamiyle ters yorumlarlar. Babilere ve Bahailere göre eski dinler, bu dinlerde yer alan ibadet uygu¬lamaları ve bu dinlerin ortaya koymuş olduğu ceza sistemleri, tamamiyle neshedilmiştir (değiştirilmiştir).
Eski dinlere ait sistemlerin, gelişen dünyaya uyum gösteremeyeceğinden dolayı değiştirilmiş olduğunu ve bu yüzden Beha’nın siyah için de, kırmızı için de geçerli olacak yeni dinini getirdiğini ileri sürmüş¬lerdir. Bahailerin getirmiş oldukları yeni dindeki hükümlerden bazıları şöyledir: Namaz, sabah öğle ve ikindi vakitlerinde dokuz rek’at kılınır. Cemaatle na¬maz kıldırılabilir. Kıble Akka’dır. Hacc ziyareti de Akka’ya yapılır ve haccı kadınlar değil, sadece erkekler yapar. Kadınların örtünmesi yasaktır, açılmak ve erkeklerin arasına karışmak serbesttir.Hadd cezaları maddî bir takım cezalar (yani para ve mal cezaları) şeklinde uygulanır.Bunun dışında da çok sayıda aslı olmayan, saçma sapan hükümler ortaya koymuşlardır. Buraya kadar üzerinde durulan inanç sistemlerinin tümü, kendi kendilerini inkar etmektedirler. Böyle olunca bu sistemlerin değişik kitleleri biraraya getir¬mesi, yani toplayıcı bir özellik göstermesi nasıl mümkün olabilir?
KADIYANİLİK FIRKALARI: Bu mezheb hakkında da Hasan Eyyub, „Allah’ın Elçileri, Kitapları ve Kıya¬met Günü“ adlı kitabında özet bilgiler vermiş ve şunları söylemiştir: „Kadiyaniler, Hindistan’ın Kordasor eyaletinin Pencab bölgesinin merkezi olan Kadiyan’da hicri 1252 yılında doğmuş olan Gulam Ahmed Kadiyani’nin yolundan gidenlerdir. Kadiyaniler, Gulam Ahmed Kadiyani ile onun halifesi olan Nuruddin’in yaşadıkları dönemlerde tek bîr gurup halinde idiler. Ancak Nuruddin’in son zamanlarında aralarında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Bu anlaşmazlıkların etkisiyle Nuruddin’in ölümünden sonra Kadiyaniler iki guruba ayrıldılar: Kadiyan gurubu: Bunların başkanları Mahmud bin Gulam Ahmed’dir. Lahor gurubu: Bunların başkanları da Kur’an-ı Kerimi ingilizce’ye tercüme etmiş olan Muhammed Ali’dir. Bunlardan birinci gurup, Gulam Ahmed’in peygamber olduğuna, ikinci gu¬rup ise onun bozulmaları düzelten bir düzenleyici, reformist olduğuna inanmak¬tadır. Gu¬lam Ahmed, peygamberlik iddiası ile dolu bîr hayat geçirdikten sonra vefat etti. Sağlığında cihadı yasaklayarak kendilerine verilen nimetin sorumluları olma¬ları ve kendisini koruyup davet çalışmalarına destek sağladıkları için yan¬daşlarını İngilizlere yardımcı olmaya çağırmıştır.“
Kadiyaniliğin Temel İlkeleri: Peygamberliğin son bulmadığının ileri sürülmesi ve peygamberliğin son bulduğuna dair nasslann te’vili. Gulam Ahmed’in mehdi, Hz. Muhammed (a.s)’ın şeriatını te’yic eden, des¬tekleyen peygamber (nebi) ve dünyaya döneceği bildirilmiş olan İsa olduğuna inanılması. Vahyin insanlara açık olduğuna, Gulam Ahmed’e de vahiy geldiğine ve ona gelen vahyi yandaşlarından bazılarının duyduğuna inanılması. Cihadın yasaklanması, yönetimi ele alanlara ve özellikle İngiliz işgalcilere itaat edilmesinin istenmesi. Kadiyan ile burada bulunan Mescid’in, Mekke ile oradaki Mescid’e (yani Mescid-i Haram’a denk olduğu, Kadiyan’a yapılacak hacem Mekke’ye yapılacak hacc yerine geçeceği ve Kadiyan’ın kutsal yerlerin üçüncüsü olduğuna inanılması inancı.
Gulam Ahmed’i doğrulamayan müslümanlann kafirlikle suçlanılmaları ve bunların Hz. İsa (a.s)’ı yalanlayan yahudilere benzetilmeleri. Gulam Ahmed kendisinin Muhammedi silsilenin İsa’sı olduğunu ileri sürmüştür. Gulam Ahmed’in bütün peygamberlerden üstün olduğunu ileri sürmek, peygamberlerin yandaşlarından daha üstün olduklarını söylemek. Ayetlerden kastedilen asıl anlamlan ancak Kadiyani Mesihi Gulam Ah¬med’in anlayabileceğinin ileri sürülmesi ve Resulullah (a.s)’ın sünnetinin, şeri¬atta bir kaynak olduğunun reddedilmesi. Onlar, kendilerinin ıslatıcı reformist, düzenleyici müslümanlar olduklarını iddia ederek, insanları kendi yollarına ça¬ğırırlar.
Kadiyanilik ve Bahailik, İslam toplumları açısından itikadi mezheplerin en tehlikelileridir ve küfürde yahudilerden, hıristiyanlardan ve mecusilerden daha fenadırlar. Resulullah (a.s)’ın kıyamete kadar gelecek olan insanların tümüne gönderildiği ve O’nun peygamberlerin sonuncusu olduğunu inkar ederler. Ka¬diyanilik ve Bahailik mezheplerinin mensupları, değişik İslam beldelerine yayılmışlardır. Sömürgeci güçler bunlara imkanlar ve para sağlamak suretiyle destek olmaktadır. Çünkü bunlar sömürgeci güçlere yardımcı olmakta ve on¬ların müslümanların arasında bozgunculuğu yayma amaçlarına hizmet etmekte¬dirler.
Sonuç olarak diyoruzki Hak bir batıl ise çoktur. Cenabı hak Ali İmran suresi ayet.31. de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir…***
Peygamber efendimiz ise İmam ahmedin, İbni abbasdan rivayet ettigi hadiste mealen şöyle buyurmaktadır: ** Dinde taşkınlık etmekten mutlaka sakının. Sizden öncekiler, dinde taşkınlık etmeleri nedeniyle helak oldular…***Allahım yalnız sana ibadet eder yalşnız senden yardım dileriz. Bizleri dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma, Bizleri sapık ve bidat ehli yolunu şaşırmışlara yoldaş eyleme. Bizleri Ehli sünnet itikadına sımsıkı sarılanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…
Sermedkadir….19.06.2011