Rabbimiz Maide suresi ayet.35.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey îman edenleri Allah’tan korkun; Sizi O’na yaklaştıracak vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz…*** Kardeşlerim Muhammed hamdi yazır bu ayetin tefsirinde konumuz hakkında diyorki: Dilimizde bilindiği üzere „vesile“, kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep, yaklaşma sebebi demektir ki „mâbihittakarrub“ (kendisiyle yaklaşılan şey)mânâsına, sadece „kurbet“ (yaklaşma) da denilir. Nitekim Hasen, Mücahid, Atâ, Abdullah b. Kesir gibi bir çok selef tefsircileri „yani yakınlık“ diye tefsir etmişlerdir. Katâde, Allah’a itaat ve hoşnut olacağı amel ile yaklaşınız, diye anlatmış; Sûddî de: „yani istemek ve yakınlık“ diye ifade etmiştir ki, hem „ibtiğâ“ (isteme)yi, hem „vesile“yi açıklamaktır.
İbnü Zeyd de, „muhabbet (sevgi) ile Allah’a kendinizi sevdirmeye çalışınız“ demiş ve, „Onların taptıkları da Rab’lerine bir yol arar, her biri Allah’a daha çok yaklaşmak için çalışır“ (İsrâ, 17/57) âyetini o kumuştur. Şu halde mânânın özeti: „Biz müminiz, Allah bizi yalnız iman ile sever deyip de ciddiyetsiz olmayınız, Allah’dan korkunuz, kötü ahlâktan ve çirkin amelden sakınınız sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız, iradenizi sarfedip gerekli sebeplere de teşebbüs ediniz, Allah’ın emirlerini yerine getiriniz ve bununla da kalmayınız, Allah’a yaklaşmak için daima vesile arayınız, her fırsattan istifade ile kendi gönlünüz ve isteğinizle farzlar ve vacipler dışında güzel güzel işler, Allah’ın rızasına uygun ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz, isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız“ diye bizlere yol gösterilmektedir…
Ve bunda „Mümin kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder“ kudsî hadisinin mânâsının yerleştirilmiş bulunduğu açıktır. „Vesîle cennette bir makamdır“ hadis-i şerifi vesilenin ahirete ait önemini anlatır. Kısaca vesile, lazımdır. Ve onu bulmak için isteyip aramak ve başvurmak da gereklidir. Çünkü vesilenin vesilesi de iman ve ittika (korunma) ile istek ve iradedir. Ve şu halde asıl vesile Allah’a yaklaşma kasdı ve sevme arzusudur.
Ve işte bu kast ve niyet ile sebepleri araştırma, güzel ahlâk ve güzel amel gibi Allah’ın rızasına uygun hoş vesileler hazırlamakla kulluk için koşmayı emretmektedir. Ve bunun içindir ki, buna, mücahede emri katılmıştır. İman, ittikâ ile; ittikâ, vesileyi aramakla; vesileyi arama da, mücahede ile tamam olur. Şimdi imandan sonra bu üç emri yerine getiriniz ve bunlara da inanıp koşunuz ki kurtuluşa ermeyi ümit edersiniz. (Hak dini Kuran dili)
Kardeşlerim, Tevessül, daha çok tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta, ve bazılarınca tenkid edilmektedir. Şunu hatırlatalım ki; doğrunun tesbiti, yanlışın terkedilmesi için yapılan her tenkid faydalıdır. Fakat tenkid eden haddi aşınca, doğru ile yanlış biribirine karışır, cahil olanlar da doğruyu şaşırır.Tevessülü tenkid edenler, gerçek sahih ilme göre hareket etmezlerse haddi aşar, vebale girerler. Çünkü tevessüle başvuranlar arasında ilim ve takvalarıyla meşhur alimler, irşadıyla bir çok insanı Hakk’a sevk eden islam alimleri mevcuttur.
Bir çok müfessir, tevessülü bizzat yakınlaşmak ve yakın olmaya sebep olacak şeyleri aramak şeklinde tefsir etmişlerdir. (İbn. Kesir, Kurtubî, Alusî) Kendisi ile Allah’a yaklaşmak için tevessül edilen amelin, Allahu Tealâ’nın meşru kıldığı ve teşvik ettiği bir amel olması gerekir. İman, zikir, tevbe, gözyaşı, dua, sadaka, ihlas, namaz, Allah için sevgi, fakirleri sevindirmek gibi.
Bu salih amelin, Allah Rasûlünün (sav) öğrettiği şekilde Allah’a yakınlık için yapılması gerekir. Vesile edilen şahsın, Allah katında bir itibarı, kıymeti, şerefine inanmak gerekir. Allah düşmanları, açıkça günahkâr olanlar ve gafiller ile Allah’ın rahmetine ulaşılması beklenemez. Buna göre, bid’at ve haram olan amellerle vesile gerçekleşmez. Salih olmayan kimselerle Allah’a yakınlık sağlanamaz.
İnanıyoruzki, Kulu Allah’a yaklaştıracak vesilelerin başında iman, Kur’an, ihlas ve salih ameller gelir. Salih amellerin başında farzlar yer alır. Allah için sevmek, Allah’ın dostlarını sevmek ve onların meclisine girmek, dualarına ortak olmak, ilahi rahmeti çekmek için en büyük sebeplerden birisidir.
Müfessir İsmail Hakkı Bursevi (Rh.A.), gerçek alimleri ve kâmil mürşidleri insanı Allah’a yaklaştıran vesileler içinde saymıştır. Büyük alimlerimizden İmam Savî (Rh.A.), vesile hakkında şu açıklamayı yapıyor:“Kişiyi Allah’a yaklaştıran her şey, ayette bahsi geçen vesileye dahildir. Nebileri ve velileri sevmek, Allah dostlarını ziyaret etmek, Allah yolunda infakta bulunmak, bol bol dua etmek, akraba hukukunu gözetmek, Allah’ı çokça zikretmek ve benzeri şeyler bunlardandır. sizi Allah’a yaklaştıran her şeye yapışınız, O’ndan uzaklaştıran her şeyi de terkediniz.
Kardeşlerim bir önceki sohbetimizde Araf suresinin 180.ayeti tefsirine bakarken demiştikki; Allah’tan başkalarına da vermeye çalışan ve yeryüzünde Allah isimlerine Allah sıfatlarına haiz bir kısım varlıklar kabul ederek şirke düşen insanlarla ilgiyi kesecegiz. Onlar bu konuda nasıl bir anlayış içine girerlerse girsinler, nasıl bir tavır sergilerlerse sergilesinler, kendi şirk anlayışlarının ürünü olarak bizlere nasıl bir anlayış sunarlarsa sunsunlar onları terk ederek onların anlayış ve inanışlarını reddedecegiz.
Onların şirk anlayışlarının ürünü olan eğitimlerini, kılık kıyafet anlayışlarını, yönetim ve idare anlayışlarını, hukuk anlayışlarını, ekonomi anlayışlarını reddetmek boynumuzun borcudur. Çünkü bunların her bireri Allah’ın belli bir ismini nefiy eden şirk anlayışlarından kaynaklanmaktadır ve Rabbimiz onları terk etmemizi bizden istemektedir. Cenabı rabbul alemiyn buyuruluyorki her konuda en ala bilen benim, tek bilen benim, ilim bendendir buyuruyor.
İşte bu ifadelerin üzerine örnegin bir kişi benim şeyhim her şeyi bilir diyerek bütün şeyhini, hocasını, agabeyini, liderini emirini ilim konusunda yanılmaz görerek körü körüne bir baglılık sergiliyorsa bu insanlara mesafe koymamız kaçınılmazdır.
kimileri Allah’ın bu ismini nefyederek, yok sayarak, kapatarak, örterek bilme konusunda Allah’ı yaşantısından her konuda uzak tutarak içinde bulunduğumuz Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin tekrar hortlatılmaya çalışıldığı bu çağı ilim çağı olarak empoze etmeye, ilim çağı olarak sunmaya çalışıyorlar. Veya Allah kitabında buyuruyorki Rab sadece benim. Kullarımı yaratan, onları doyurup besleyen, görüp gözeten ve onların hayat programlarını belirleme hakkına onların hayatlarına yasa koyma hakkına sahip olan sadece benim. Benden başka Rab, benden başka İlah, Melik ve Mâlik yoktur diyor. Benden başka kullarımın hayatında söz sahibi yoktur.
Lakin birileride yine cenabı Allahın bu sıfatlarının benzerini bir kişiye, topluma ya da cemiete layık görüyorsa örnegin hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir diyorsa bu allaha ortak koşmadır. Koruyuculugu örnegin rabıta kurarak şeyhinden, hocasından , liderinden bekliyen nasipsizlerin durumlarıda bundan farklı degildir. Örnegin Allah celle şanuhu Hadi’dir yani hidayet verendir. Eger birisi bu sıfatı birisi şeyhimin, hocamın nazarı bereketiyle şu kadar kişi hidayete erdi derse ve bu konuma birilerini yerleştirirse tehlikenin tam ortasındadır di,ye düşünüyoruz.
Ya da ben öyle bir allah dostunun etegine tutundumki bütün varlı alemini gözetliyor, her şeyden haberdar oluyor, hepizin hal ve ahvalini biliyor diye itikad ediyorsa kendi büyügünü Er Rakıb yerine koyuyorsa murakabe gücünü aziz bildigi o kişiye tevdi ediyorsa itikadı bozulmuş demektir. Aziz ve celil olan allahu tealadır, El habir olan, her şeyden haberdar olan Allah celle celaluhudur. Rahim ve rahman olan yüce rabbimizdir. Büyüklerimizi, hoca efedileri, emir ve liderlerimizi, şeyhimizi, agabeylerimizi sevelim ama onlara uluhiyet yükleyerek onları la yesul Kabul ederek, onları layık olamayacakları sıfatlarla anar ve o gözle görürsek ancak onları putlaştırmış oluruz….
Eger dünya ve Ahiretimizi mamur etme gayret ve çabasını güdüyorsak Allahın kitabına, Peygamber efendimizin sünneti seniyyesine, sahabenin örnek yaşantılarına, Tabiin ve tebei tabiinin İslam dinini anlatma ve bir sonrakilere ulaştırma azmine, müctehid imamların tabir caizse kılı kırk yararak kuran ve sünneti seniyyeden çıkardıkları içtihatlara, ehli sünnet ulemasının islam dinini anlama ve asrı saadette nasıl yaşanıyorsa bid’atlardan uzak bir şekilde korunup gözetilerek zamanımıza ulaştırma gayretlerine aşkla şevkle tutunarak İslamı bu temiz yollardan ögrenip hayatımıza aktarırsak ümidimiz odurki, o mübarek insanlarla bir ve beraber olagız inşaalah…
Sözün özü vesile dogru anlaşılıp dogru tatbik edilirse sıkıntıya ugramadan hayatımızı sürdürmemiz mümkündür inancını taşıyorum. Ama vesileye yapışacagım diye bin bir türlü hurafeleri din adı altında pazarlayan ve din istismarı yapan sahtekarlara uyacak olursak allah korusun cehenneme kendi odunumuzu kendimiz taşımış oluruz. Birde tevessül hususunda iki rivayet Kabul görenlerin başında gelir bunlardan biri mealen:**Allahtan vesîle isteyin!“Dediler ki: „Ey Allahın Resûlü, vesîle nedir?““O, cennette öyle bir makamdır ki, ona ancak tek bir adam ulaşacaktır. O adamın ben olmasını umarım…**Ebû Hureyre (ra)…Bir digeride Sahihi Buharide geçtigine göre:
Hazreti Abbas efendimizin vesile kılındığının anlatıldığı bir başka rivayete göre, Ömer efendimiz. döneminde müslümanlar kuraklık yüzünden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine halife Hz. Ömer r.a., Hz. Abbas r.a.’ı vesile ederek Allah’tan yağmur talebinde bulundu ve şöyle dua etti:“Allahım! Bizler daha önce Peygamberimiz’i vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise Peygamberimiz’in amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!”Enes b. Malik r.a., Hz. Ömer r.a.’ın bu duasından sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir…** Muteber bütün tefsirler bu vesile ile Hazreti Abbasın şahsının degil onun la birlikte yapılan duaya itibar edildigini beyan ederler.
Müslümanların, Allah dostlarını ziyaret ederek onlara muhabbet beslemeleri, Peygamber efendimizin (sav): **Allah için sevmeyenin imanı yoktur’ buyurduğu Allah muhabbetine ve Allahu Tealâ’nın ‘O’na vesile arayın buyurduğu vesileye girmektir… Kâmil velileri vesile edenler, onların Allah’ın kulu olduğunu biliyorlarsa. Onları Allah’a ortak ve yardımcı görmüyorlarsa. Onlarda Allah’a ait yetkilerin olduğunu söylemiyorlarsa. Sadece, onlardaki ihlas, takva ve salih amellere itibar ediyorlarsa. Onların bu takva ile ilahi huzurda kabul gördüklerini, dualarının kabul edildiğini, Allahu Tealâ’nın onlardan razı olduğunu düşünüyorlarsa.
Bu halleriyle onların mealen:** Ben, farz ve nafilelerle bana yaklaşan kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım…** (Buhari, İbnu Mâce) kudsi hadisindeki iltifat ve ikrama ulaştıklarına inanıyorlarsa. Allahu Tealâ’dan istenecek bir şeyi velilerden istemiyorlarsa. Vesileyi iyice anlamış ve kavramış olarak kabul ediyoruz, dua ve niyazlarla Rabbimize yaklaşma gayretiyle Rabbimize iltica ediyoruz…
Başta Peygamber efendimiz (sav) olmak üzere Allah Tealâ’nın sevdiği kulları mutlaka vardır. Peygamberler, sahabiler, İslam alimleri veliler ve salih kullar Allah’ın rızasını kazanmış kimselerdir. Peygamberlerin durumu zaten bellidir; peygamberlik görevinin verilmesiyle en büyük mertebeyi ve en yüksek dereceyi elde etmişler demektir.
Allah Tealâ’nın Kur’an’da övdüğü nebilerden, Sahabeyi kiramla, tabiinle, tebei tabiinle, şehidlerle, sadıklarla, Allahın veli kullarıyla vesile kulpuna dua ve niyazlarımızla tutunma gayreti içerisinde oluruz. İnanıyoruzki, Aklı başında hiçbir müslüman Allah Tealâ yı bırakıpta sadece sydıklarımızdan istemez, tövbe haşa bu sayılanları Allahu tealanın yerine oymaz. İnanıyoruzki, her devirde rahmete vesile olan Allah dostları bulunur.
Kamil insanlar, Allahu Tealâ’nın huzurunda insanlığa Allahın dinini unutturmamaya gayret eden ve Allahın dinini hayata hakim kılma çabasını veren mübarek insanlardır. Allah dostlarını Allah için sevenler onların yüzüne ve amellerine baktıklarında Allah celle şanuhuya, dinine emir ve yasaklarına itaatla telim olanlar, Allah sevgisini, Allah aşkını yudumlayanlar İslam şeriatından nasibini alanlar zaten vesile konusunda da başka türlü düşünemezler, Yanlış yollara tevessül edemezler, Bidat ve sapık yol ve izlerden korunmanın yollarını ararlar inancını taşıyoruz. Cenabı rabbul alemiyn bizleri razı oldugu kulları zümresine dahil eder inşaallah…
ŞEFAAT ÜZERİNE NOTLAR…
Rabbimiz Sebe suresi ayet.23.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür…***
İbni Mace, Ebu musa el Eş’ari (ra) den rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu mealen: ** Ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaatten birini seçmem istendi, ben şefaati seçtim. Çünkü o daha genel ve daha çok kimseye yeterlidir. Siz şefaatin takva sahipleri için mi olacagını sanıyorsunuz ? Hayır , aksine şefaat; günahkarlar, hata işleyenler ve kirlenmişler için olacaktır. Ibni Mace Kitabuz-zühd bölümü. ***
Şefaat: Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Gibi manalar içeren mübarek bir kavramdır…
İnanıyoruzki, Peygamberlerin, velilerin ve Şehidlerin Şefaatları haktır. Şefaat, kısaca bir kimsenin başkası için iyilik istemesidir. Kıyamet gününde ise, Peygamberler, melekler ilimleriyle amel eden ilim adamları, salih insanlar, müminler ve mümin erkeklerin ve kadınların küçük yaşta ölmüş olan çocukları şefaatta bulunacaklardır. Peygamber efendimizin (sav) şefaatlerinin en büyüklerinden birisi, hüküm verme işinin başlatılması için şefaatte bulunması olacaktır. Hadisi şeriflerden anlaşıldıgı gibi, Yine sırat‘tan geçmeye ve sonra cennete girilmesine izin verilmesi için şefaatta bulunması da, Peygamber efendimizin büyük şefaatlarından olacaktır. Rasulullah (sav) bunun yanısıra bazı kimselerin hiç hesaba çekilmeden cennete girebilmeleri için şefaatta bulunacaktır.
Yine hesaba çekildikten sonra azabı hak etmiş oldukları ortaya çıkan bazı kimselerin azab görmemeleri için şefaata bulunacaktır. Ayrıca müminlerin günahkarlarının cehennemden çıkarılmaları için Peygamber efendimiz (sav) şefaatta bulunacaktır. Rasulullahın (sav) şefaatlarından birisi de, cennete girmiş olan müminlerin oradaki derecelerinin yükseltilmesi amacıyla olacaktır.
Bu konudai, Said Havva (rh.a) diyorki: *Yapılan araştırmaların ortaya koyduguna göre, Rasulullah (sav) ın on ayrı şefaatı olacaktır. Bunların başta gelenleri, hüküm verme işinin başlatılması, Sırat’tan geçilmesine izin verilmesi ve cennete girilmesine izin verilmesi amacıyla olacaktır.
Bu şefaatlardan her biri, tüm insanları ilk önce Adem Aleyhiselama, sonra da sırasıyla Nuh Aleyhiselama, İbrahim Aleyhiselama, Ve İsa Aleyhiselama başvurmalarının ardından, işin Hz. Muhammede (sav) havale edilmesi üzerine gerçekleşecektir. Sahihi Muslim de geçen bir Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Ben, cennette şefaatte bulunacak olanların ilkiyim. Ve ben kıyamet gününde kendisine uyanların sayısı en çok olan peygamberim. Aynı şekilde ben cennetin kapısını ilk çalacak olanım.(kitabul iman)
*** Tirmizi, Enes bin Malik (ra)in şöyle söyledigini rivayet etmiştir:** Rasulullattan (sav) kıyamet gününde benim için şefaatte bulunmasını istedim. Rasulullah (sav) ‚‘İnşaallah, bunu yapacagım‘‘ diye buyurdu. Kendisine: ‚‘ Seni nerede arayayım ? ‚‘ diye sordum. ‚‘ Beni ilk olarak Sıratın başında ara‘‘ diye buyurdu. ‚‘ Peki burada bulamazsam ?‘‘ dedim. ‚‘ O zaman beni Mizan başında ara ! diye buyurdu. ‚‘ Peki Mizan’ın başında da bulamazsam ? dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: O zaman Havz’ın (Havz’ı Kevser’in) başında ara. Ben bu üç yerin dışında herhangi bir yerde olmam. ** El Berika adlı degerli eserde Şefaat Lügatta vesile ve taleb demektir. Örfte ise başkası için hayır istemektir diyerek şu nakillere yer verilmektedir: *
El Likaniden, Denilirki: Meleklerin rasulleri de musannifin (yani kitabı tertib edenin) zikrettigi ‚‘ Rasullere dahildir. Şefaat azabın def’i (yani kaldırılması, savılması) bir de derecelerin yükselmesi içindir Hayırlılar, ulema, evliya ve salihler şefaat edeceklerdir. Ehli sünnetin icmaı üzere böyledir. Camiussagir de zikredilen Hadiste şöyle geçmektedir:** Kıyamet gününde üç kimse şefaat ederler. Nebiler, alimler ve şehidler.**
Ramazan El Buti diyorki: * Allahu tealanın Rasulüne vadetmiş oldugu –Makamı mahmud- ancak ve ancak, bütün mahşer ehline genel olarak, ümmetine özel olarak , muhtelif şefaatlarda bulunmasını ifade eder. İbni Cerir derki: Müfessirlerin çogu: Muhammed (sav) in kıyamet gününde oturacagı makam -Makamı mahmud- insanlara şefaat etmesi , o günün azabının şiddetini hafifletmesi için Allahtan dilekte bulunması ve bu dileginin kabul edilmesidir. Demişlerdir*
Buna göre Allahı tealanın, kıyamet gününde Peygamberini oturtacagı Makamı Mahmud, zikrettigimiz şefaatlardan muayyen bir şefaatın adı degildir. Ancak bu şefaatların İcmali adı dırki , ondan dolayı bütün varlıklar ona minnettar olacaklardır. Şefaat hususunda ayet ve hadisler vardır.
Buhari ve Muslim tarafından rivayet edilen uzunca bir hadis örnektirki, Orada insanların teker teker Peygamberlere giderek onlardan şefaat etmeleri için dilekte bulundukları, en sonda Rasulullahın (sav) yanına vardıkları rivayet edilmiş, onun, müminlerden büyük bir kesime şefaat edecegi ifade edilmiştir. Bu şefaat, ancak Cenabı Allahın bagışlamak istedigi kullarına merhametinin bir tezahürüdür. Bu şekilde bir tezahürü, Cenabı Allahın Rasullerine, Nebilerine ve bazı salih kullarına ikramda bulunmasından dolayıdır. (Ramazan el Buti. İslam akaidi.)
Rabbimiz Meryem suresi ayet.87.de mealen şöyle buyuruyor: *** O gün Rahmân (olan Allah)’ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir…***
Zuhayli (Rh.a) bu ayetin tesirinde diyorki: * Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır.“ Hiç kimse Allah katında başkasına şefaat edemeyecektir. „Rahmanın kendisine izin verdiği kimseden başka; ve o doğru söz söyleyecektir.“ (Nebe, 78/38). „Rahman’m yanında ahd almış olandan“ buyruğunda sözü geçen ahit, Allah’tan başka ilâh olmadığına şahitlik edip bunun gereğini yerine getirmektir. Yani doğru itikad sahibi, doğru sözlü ve salih amel sahibi olmaktır. Dünya hayatında hidayete çağıran ve kötülüklerin ıslahına çalışan kimse olmaktır. İlâh oldukları ileri sürülen varlıkların şefaati ise gülünç bir temenniden, boş vehimden ibarettir. Bunlar bizzat kendilerine dahi bir fayda ya da bir zarar veremezler.
İbni Ebi Hatim, el-Esved b. Yezîd’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdullah b. Mes’ud şu: „Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır“ ayetini okuduktan sonra dedi ki: Bunlar Allah katında ahit alanlardır. Allah kıyamet gününde şöyle diyecektir: Her kimin Allah’ın yanında bir ahdi varsa ayağa kalksın. Ey Abdurrahman’ın babası! Haydi bize öğret, dediler, o da şöyle dedi: Şunları söyleyin: „Gökleri ve yeri yoktan var eden, gizliyi ve açığı bilen Allah’ım!
Ben şu dünya hayatında sana, beni kötülüğe yaklaştıracak ve hayırdan uzaklaştıracak bir amel ile başbaşa bırakmamanı ahdediyorum. Ben senin rahmetinden başka bir şeye güvenmiyorum. Kıyamet gününde eda edeceğin bir ahit ver bana! Şüphesiz sen sözünden caymazsın.“ Elbette ki bu, bir hadisin ifade ettiği bir manadan alınmıştır. Böylelikle burada ahd ile kastedilenin şehadet kelimesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayet-i kerime büyük günah sahiplerine şefaatin söz konusu olacağını da göstermektedir. (Zuhayli…Tefsirul.Münir)
Fıkhı Ekber şerhinde bu hususta şu bilgilere yer veriliyor:* Peygamberlerin umum olarak, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) nın da hususi olarak, Makamı Mahmudda, livai ham’de ve Havzı Kevser de, müminlerden küçük günahlar işleyip azaba müstehak olanlarla, büyük günahlar işleyip azab çekmeleri gerekli olanlara şefaat etmesi haktır. Peygamber Aleyhiselam buyuruyorki: ** Benim şefaatım, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.** Alimlerin, velilerin, şehidlerin, fakihlerin, müminlerin küçük çocuklarının bela ve musibete sabredenlerin şefaatı da haktır.
İmamı Azam El Vasiye adlı kitabında şöyle diyor: * Hz. Muhammed (sav) in şefaatı büyük günah işleyenlere olsa dahi, ehli cennet olanların her biri için haktır. Bunun zahiri anlamı şudur: Bu şefaat, bu ümmetin günah işleyenlerine mahsus degildir. Çünkü Peygamber aleyhiselamın şefaatı bütün ümmetlerden gam ve kederi giderir. O, rahmet peygamberidir. Rivayetle sabit olmuşturki, Peygamber aleyhiselamın çeşitli şefaatları vardır. İmam Nesefinin akaidinde, büyük günah sahipleri için Peygamber aleyhiselamın ve iyi, seçkin kimselerin şefaatı oldugu zikredilmektedir.
Konumuzun bir ayet meali ile Aydınlandıgına bakalım. Nebe suresi ayet,38.Mealen:*** O gün , Cebrail ve melekler saf halinde duracaklar . Rahmanın kendisine izin verip de dogruyu söylemiş olandan başkaları bir kelime söyleyemiyecekler…***
Buhari ve Muslimin Cabir (ra) dan ittifakla rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Bana beş şey verildiki, benden evvel olan , (hepsi birden veya bir bir) hiç bir kimseye verilmemiştir:
- Bir aylık mesafede bulundugum halde korku ile düşmanıma galebe çaldım-galip geldim.
- Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden evvel Peygamberlerden hiçbir kimseye helal kılınmamıştır.
- Kürre-i arz bana ve ümmetime mescid, topragı da temizleyici madde kılındı. Binaenaleyh ümmetimden her hangi bir kimseye namaz yetiştiginde –yani namaz vakti geldiginde-namazını oldugu yerde kılsın.
- Bana şefaat verildi.
- Her Peygamber sadece kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.***
Yusuf Kerimoglu hocaefendi bu konuyla alakalı araştırmasında şu degerli malumatları aktarıyor: Günümüzde „şefaat“ kavramı; sadece ahirette gündeme girecek bir hadise gibi değerlendirmektedir. Bu eksik bir anlayıştır. Zira şefaat kelimesi şef kökünden gelir ve „birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine getirilmesi için yapılan aracılık“ manasınadır. Ragıb el-Isfahani’ye göre, İnsanlar, dünyada birbirine şefaatçi olabilirler.
Rabbimiz Nisa suresi ayet.85te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir…*** Kim güzel bir iyiliğe şefaat ederse, kim şefaatin güzeline, güzelliğine delâlet edip örneklik önderlik yaparsa, insanların gözü önünde Allah’ın istediği en güzel bir hayat yaşayarak yaşadığı bu hayatıyla insanlara en güzel bir kulluğu sergiler, insanları en güzel bir kulluğa dâveti gerçekleştirirse, söz ve davranışlarıyla insanlığı hayra, hakka, Allah’a kulluğa sevk ederse ona bu örnekliğinden, bu teşvikinden, bu dâvetinden dolayı mutlaka bir ecir, bir pay, bir hisse vardır. Bu ayeti kerimede müminler için sayısız müjdeleri beyan etmektedir…
Evet kim ki insanları Allah’a kulluğa dâvet eder, delâlet eder, yol gösterir, örnekler ve teşvik ederek insanların kulluk yollarını açarsa, cennet yollarını açarsa, onun delâletiyle yol bulan insanların işledikleri güzel amellerin sevabının bir misli, onların sevapları eksiltilmeksizin o kişiye verilecektir. Onların aldıkları nasip nisbetinde o kişiye de bir nasip verilecektir. Kim de kötü bir şefaat rolünü üslenirse, kötü bir hayat yaşayarak, kötü bir örneklik sergileyerek insanlara kötülükte örnek olur, insanları kötülüğe teşvik eder, kötülüğe dâvetiye çıkarır, insanların önüne kötülük yollarını açar onların kötülüklerine sebep olursa, insanların cennet yollarına barikatlar koyarak cehennem yollarını kolaylaştırırsa ona da o teşvik edip sevk ettiği insanların işledikleri kötülüklerden mutlaka bir pay, bir hisse vardır.
O insanların işledikleri kötülülerin günahı eksiltilmeksizin bir misli de o kişiye yazılacaktır. Evet demek ki iyiliğe sebep olan, iyiliğe şefaat eden de kötülüğe şefaat eden de bu şefaatinin, bu delâletinin karşılığını görecektir. Öyleyse eğer iyi bir hayat yaşayarak, En başta ailemize,çevremizdeki insanlara, komşularımıza ve insan olma haysiyetini taşıyan bütün insanlara karşı iyi bir kulluk sergileyerek onları iyiliğe, hayra teşvik edersek bizim teşvikimizle bu insanlar iyiliklerini devam ettirdikleri sürece onlar kendileri işledikleri bu iyiliklerinin sevabını, menfaatini gördükleri gibi aynı sevaba biz de nail olacağız.Unutmayın ki Allah celle şanuhu her şey üzerinde mukayyettir.
Her şeyi görmekte, gözetmekte ve kaydedip muhafaza etmektedir. Yaptığımız hiçbir şey boşa gitmemektedir, Allah’ın kontrolünden kaçmamaktadır. Şu anda bu âyetleri okurken, dinlerken , okurken bizleride gözetlemektedir Rabbimiz. Hiçbir hareketimiz, hiçbir anımız Allah’ın kontrolünden kaç-mamaktadır. Öyleyse Cenabı Allahın huzurunda olduğumuzu unutmadan yaşayalım, yaptıklarımızı Allah’a lâyık yapmaya çalışalım ve insanları hep hayra teşvik edip, hayır konusunda şefaatte, delâlette bulunalım inşallah. Hayırda, iyilikte güzellikte örnek davranışlar sergilemeye gayret edelim…
Allah’ın Resûlü bir hadislerinde bu hususu çok hoş bir şekilde izah ediyor: Kim de iyi bir çığır açmışsa, iyi bir çığıra delâlet etmiş, yol göstermişse kıyamete kadar o yoldan giden insanların sevaplarının bir misli onun defterine yazılacaktır. Defterinde yazılmış bulacaktır yarın kişi bunu. İnsanların Müslümanlaşması, insanların İslâm’a, Kur’an ve sünnete yönelmeleri adına kim bir çığır açarsa, kim bir adım atarsa bilelim ki onlarda meydana gelen değişimlerin sevaplarının bir misli o kişinin defterine yazılacaktır.
Ama kim de kötü bir çığır, kötü bir yol açmış, insanlara kötü örnek olmuşsa o açtığı çığırın vebali onun olacağı gibi kıyamete kadar o yoldan giden insanların günahlarının bir misli de onun defterine yazılacaktır. Kardeşlerim, Demek ki insanın yaptıkları sadece kendisiyle sınırlı kalmamaktadır. Anlıyoruz ki insan sadece kendi yapıp ettiklerinden değil arkasına bıraktıkların dan da hesaba çekilecektir. Kafasında ve vücudunda taşıdığı virüsü kendisinden başka çocuklarına ve daha sonraki nesillere de aktarmaya çalışan bir kişi elbette onlardan sorumlu olacaktır. Meselâ bir savaş başlatıp döneminde milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuş bir adam düşünün. Hattâ bununla da sınırlı kalmayıp arkasından asırlarca milyonların hayatını kötü yönde etkileyen mîras bırakmış bir kişi elbette bu yaptıklarının hesabını verecektir.
Öyleyse yarınımız için iyi şeyler takdim edelim. Geleceğimizi garanti altına alma adına arkamızda güzel şeyler, güzel çığırlar, güzel yollar bırakalım. Öyle bir mîras, öyle bir yol bırakalım ki çocuklarımıza, onlar o yoldan gittikleri takdirde doğruca cenneti bulsunlar. Madem ki yarın arkamıza bıraktıklarımızdan da sorumlu olacağımıza göre Allah için kendimizi bir sorgulayalım.
Bizden sonra gelecek nesillere nasıl bir mîras bırakıyoruz. Bizler şu anda bizden sonra yaşayacak nesillere nasıl bir yol bırakıyoruz, Arkamıza bıraktığımız yol, çoluk çocuğumuza bıraktığımız usul, onlara gösterdiğimiz din, onlara örneklediğimiz kulluk, çevremize ulaştırdığımız teklifler acaba yarın karşımıza nasıl bir sonuç çıkaracak?
Acaba bizim arkamızdan gelenler de ya Rabbi bizi bunlar saptırdı. Bize öyle bir yol, öyle bir din bıraktılar ki biz de onu gerçek yol zannettik. Onu gerçek din zannettik. Bize öyle bir hayat anlayışı, öyle bir mal anlayışı, öyle bir kazanma harcama anlayışı, öyle bir gece hayatı, öyle bir gündüz hayatı örneklediler ki biz de onu gerçek bir hayat zannettik.
Bizi başkası değil bunar saptırdı ya Rabbi demeyecekler mi acaba? Çocuklarımızdan torunlarımızdan bizden sonra gelecek olan neslimizden bu şikâyetlerle, bu lânetlerle karşılaşırsak halimiz ne olacak? Bu âyetler ışığında Allah için kendimizi sorgulamak zorundayız. Yaşadıgımız hayatı en güzel bir şekilde şekillendirmek istiyorsak, hayat tarzımız, metodumuz, usulümüz kuran ve sünneti seniyye eksenli olmalıdır…
Allame Zemahşeri; bu ayetin tefsirinde şunları zikretmektedir: „Güzel şefaat; Müslümanın hakkına riayet edilen, kardeşinden bir kötülüğü gideren, ona bir hayırı getiren ve sadece Allahu Tealanın (cc) rızası için yapılan şefaattir. Şefaat ancak caiz olan şeylerde yapılır. Allahu Teala (cc)’nın koyduğu cezaların (haddler’in) kaldırılması için şefaat olmayacağı gibi, başkasının hakkını ihlal edecek işlerde de şefaat edilmez. İmam-ı Mesruk birisine şefaat etmişti. Şefaatte bulunduğu kimse, kendisine bir hediye verdi. İmam-ı Mesruk öfkelendi, hediyeyi kabul etmedi ve: „Eğer kalbinde olanı bilseydim, senin işinin olması için tek kelime dahi söylemezdim“ dedi.
Peygamberimiz Efendimizin (sav): „Kim bir Müslüman kardeşine şefaat eder de, şefaat ettiği kimse, kendisine bu sebeble bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günah kapılarından birine gelmiş olur“(Süneni Ebu Davud.) buyurduğu ve şefaat (yardım) konusundaki temel prensibi ortaya koyduğu sabittir.
Konumuzu şefaat hususundaki hadisi şeriflerle devam ettirelim inşaallah…Tirmizi, Ebu said el Hudri (ra) den rivayet etmiştir:** Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Ümmetimden, insanlardan belli bir cemaata şefaat edecek olanlar vardır; bir guruba şefaat edecek olan vardır ve bir tek kişiye şefaat edecek olan vardır.Tirmizi. Kitabu Sıfatil Kıyame bölümü.**
İmam Ahmed bin Hanbel, Ebu Umame (ra) den şu şekilde rivayet etmiştir. ** Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Ümmetimin içinde Rebi’a ve Mudar kabilelerinden daha çok insana şefaatta bulunabilecek kimseler vardır. Ve yine ümmetimin içinde cehennemin direklerinden bir direk kadar cehennemin içinde büyüyecek olan vardır.Ahmed bin Hanbel. mecmuauz-Zevaid bölümü.**
Enes b. Mâlik, Peygamber efendimizin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: „Kıyamet günü hulul ettiğinde (umûmî surette) ben şefaat ederim. ‚Yâ Rabbî! Gönlünde hardal tanesi kadar imanı olanları cennete koy,‘ diye niyaz ederim, bunlar cennete girerler. Sonra ben: ‚Yâ Rabbî! Hardal tanesinden az imanı olanları da koy,‘ diye şefaat ederim.“ Enes der ki: „Az bir imanı dediği sırada ben Rasûlullah’ın parmaklarına bakar idim. O parmaklarını birbirine zam ederek işaret ediyordu.“ (Buhari).
Enes b. Mâlik’den gelen bir başka rivayette Rasûlullah (sav) Allah’a; „Yâ Rab! Bana müsaade buyur da Lâ ilahe illallah, diyen bütün tevhid ehli hakkında şefaat edeyim,“ diye yalvaracak, bunun üzerine Cenab-ı Hak: „İzzetim ve celâlim, kibriyâ ve azametim hakkı için Lâ ilahe illallah diyen tevhid ehlinin hepsini muhakkak surette cehennemden çıkaracağım,“ buyuracaktır. (Buharî).
Hz. Muhammedin (sav) ahiret günündeki şefaati icma ile sabittir. Allahu Teâlâ’nın Hz. Mu-hamitıede bir tercih olarak şefaat imtiyazı verdiği ve ümmetinin yarısının cennete gireceğini vaadettiği rivayet edilir. Son hastalığından kısa bir süre önce, Ebu Müveyhibe adında azâd olunmuş bir köle Peygamber efendimiz ile birlikte Baki el-Garkad diye bilinen kabristana dua etmek için gittiler. Dönüşte Peygamber efendimiz, Ebu Müveyhibe’ye şöyle dedi: „Bana dünyanın hazineleri ve uzun bir ömür ile cennet ve cennette Rabb’imle buluşmak arasında dileğim soruldu. Ben ikincisini seçtim.“
Şefaat izni muhakkak ki, Allahu Teâlâ’dandır: „…O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez…Şefaat ile yakından alâkalı bir diğer konu da mağfirettir. Yüz kişilik bir müslüman cemaatin, ölen bir müslüman için cenaze namazı kılmaları ve onun günahlarının affı için dua ettiklerinde bu duaların Rabb katında kabul edileceğine dair genel bir hüsnü zan vardır (Müslim). Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, cemaatin adediyle ilgili bir rakam verilmemekle beraber, ölen kişi için, üç saflık bir cemaatin duada bulunması nakledilmiştir.
Gerçekte, her namazda müslüman kişi kendisinin, ana babasının ve bütün mü’minlerin Hesap gününde bağışlanmasını diler. Bu dua Kur’an-ı, Kerîm’de yer almaktadır: Ebu Hureyre’den, ashabının Peygamber Efendimize şöyle sorduğu rivayet edilir: „Ey Allah’ın rasûlü, senin şefaatine ahiret gününde en yakın kişiler kimlerdir.“ Peygamber Efendimiz (sav) şöyle cevap verdi: „Şefaatime en lâyık kişiler tam bir samimiyetle Allah’tan başka tapınılacak kimse olmadığına şehadet edenlerdir.“ (Buharî).
îmam Gazali, İhya ulumuddin adlı degerli eserinde, Allah’ın fazlu keremiyle ahiret gününde peygamberlere, sâdıklara, ulemaya, sâlihlere ve muttakîlere kendi ailelerine, yakınlarına, dostlarına ve âşinâ oldukları kimselere şefaat izni verileceğini ifade eder. Gazali, bir hadisi naklettikten sonra şöyle bir sonuca varır: Mü’minlerin genel olarak Peygamber Efendimizin şefaatıyla büyük ve küçük günahlan affedilecek. Çünkü Allah, Gafur (çok bağışlayıcı)dur, Gafûru’r-Rahîm (bağışlayıcı ve merhametledir ve Afuvv (affedici)dir. Ve Allah müşkülpesent değildir. Onun sonsuz rahmeti diğer Özelliklerini geçmiştir. Bu sebeple müslümanlar Hz. Muhammed’in şefaati sayesinde daima kurtulma ümidinde olmalıdır.
Kardeşlerim Ezan okunduktan sonra güzel bir dua okuyoruz,Buharide rivayeti geçen işte bu duaya devam edelim inşallah çünkü, Câbir b. Abdullah’ın bu husustaki rivayetinde Peygamber efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Her kim ezan okunurken tamamını işitip dinlediği zaman;
Allahümme Rabbe hâzihi’d-dâ’veti’t-tâmme, ve’s-salâti’l-kâime. Ât-i Muhamme-den, el-vesîlete ve’l-fadile, veb’ashü mekâmen Mahmuden. Ellezî veadtehû. (Allah’ım! Ezanın ve kılınacak namazın Rabb’i Muhammed’e cennette âlî menzile,yüksek dereceler ve fazilet mertebesi ver ve O’nu vaadettiğin Makâm-ı Mahmûd’a gönder -de şefaatçi kıl!) diye dua ederse o kişiye kıyamet gününde şefaat etmek bana düşer.“ (Buharî).
Allah’ım. Bize helâl rızık nasip et. Bize verdiklerini helâlinden ver. Bizleri küfür, şirk, isyan, spıklık ve bid’atlara düşmekten muhafaza eyle. Peygamber efendimizin Sünnetine uymakta bize kolaylıklar ihsan eyle. Bizi Peygamber Efendimizin (sav) şefaatine ulaştır. Bizi dünyada helâl nimetlere ulaştırdığın gibi, Âhirette de rahmetinle Cennetine ulaştır. Senin gölgenden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı Hesap Gününde bizi gölgende barındır. Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir… Lu… 14.05.2015…