ŞEFAAT ÜZERİNE NOTLAR…

Rabbimiz  Maide  suresi  ayet.35.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Ey îman edenleri Allah’tan korkun; Sizi O’na yaklaştıracak vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz…*** Kardeşlerim  Muhammed  hamdi  yazır  bu  ayetin  tefsirinde  konumuz  hakkında diyorki: Dilimizde bilindiği üzere „vesile“, kendisiyle bir gayeye ulaşılan, yani yaklaşılan sebep, yaklaşma sebebi demektir ki „mâbihittakarrub“ (kendisiyle yaklaşılan şey)mânâsına, sadece „kurbet“ (yaklaşma) da denilir. Nitekim Hasen, Mücahid, Atâ, Abdullah b. Kesir gibi bir çok selef tefsircileri „yani yakınlık“ diye tefsir etmişlerdir. Katâde, Allah’a itaat ve hoşnut olacağı amel ile yaklaşınız, diye anlatmış; Sûddî de: „yani istemek ve yakınlık“ diye ifade etmiştir ki, hem „ibtiğâ“ (isteme)yi, hem „vesile“yi açıklamaktır.

 

İbnü Zeyd de, „muhabbet (sevgi) ile Allah’a kendinizi sevdirmeye çalışınız“ demiş ve, „Onların taptıkları da Rab’lerine bir yol arar, her biri Allah’a daha çok yaklaşmak için çalışır“ (İsrâ, 17/57) âyetini o kumuştur. Şu halde mânânın özeti: „Biz müminiz, Allah bizi yalnız iman ile sever deyip de ciddiyetsiz olmayınız, Allah’dan korkunuz, kötü ahlâktan ve çirkin amelden sakınınız sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız, iradenizi sarfedip gerekli sebeplere de teşebbüs ediniz, Allah’ın emirlerini yerine getiriniz ve bununla da kalmayınız, Allah’a yaklaşmak için daima vesile arayınız, her fırsattan istifade ile kendi gönlünüz ve isteğinizle farzlar ve vacipler dışında güzel güzel işler, Allah’ın rızasına uygun ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz, isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız“ diye  bizlere  yol  gösterilmektedir…

 

Ve bunda „Mümin kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder“ kudsî hadisinin mânâsının yerleştirilmiş bulunduğu açıktır. „Vesîle cennette bir makamdır“ hadis-i şerifi vesilenin ahirete ait önemini anlatır. Kısaca vesile, lazımdır. Ve onu bulmak için isteyip aramak ve başvurmak da gereklidir. Çünkü vesilenin vesilesi de iman ve ittika (korunma) ile istek ve iradedir. Ve şu halde asıl vesile Allah’a yaklaşma kasdı ve sevme arzusudur.

 

Ve işte bu kast ve niyet ile sebepleri araştırma, güzel ahlâk ve güzel amel gibi Allah’ın rızasına uygun hoş vesileler hazırlamakla kulluk için koşmayı emretmektedir. Ve bunun içindir ki, buna, mücahede emri katılmıştır. İman, ittikâ ile; ittikâ, vesileyi aramakla; vesileyi arama da, mücahede ile tamam olur. Şimdi imandan sonra bu üç emri yerine getiriniz ve bunlara da inanıp koşunuz ki kurtuluşa ermeyi ümit edersiniz. (Hak  dini Kuran  dili)

 

Kardeşlerim, Tevessül, daha çok tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta, ve bazılarınca tenkid edilmektedir. Şunu hatırlatalım ki; doğrunun tesbiti, yanlışın terkedilmesi için yapılan her tenkid faydalıdır. Fakat tenkid eden haddi aşınca, doğru ile yanlış biribirine karışır, cahil olanlar da doğruyu şaşırır.Tevessülü tenkid edenler, gerçek sahih ilme göre hareket etmezlerse haddi aşar, vebale girerler. Çünkü tevessüle başvuranlar arasında ilim ve takvalarıyla meşhur alimler, irşadıyla bir çok insanı Hakk’a sevk eden islam  alimleri  mevcuttur.

 

Bir çok müfessir, tevessülü bizzat yakınlaşmak ve yakın olmaya sebep olacak şeyleri aramak şeklinde tefsir etmişlerdir. (İbn. Kesir, Kurtubî, Alusî) Kendisi ile Allah’a yaklaşmak için tevessül edilen amelin, Allahu Tealâ’nın meşru kıldığı ve teşvik ettiği bir amel olması gerekir. İman, zikir, tevbe, gözyaşı, dua, sadaka, ihlas, namaz, Allah için sevgi, fakirleri sevindirmek gibi.

 

Bu salih amelin, Allah Rasûlünün (sav) öğrettiği şekilde Allah’a yakınlık için yapılması gerekir. Vesile edilen şahsın, Allah katında bir itibarı, kıymeti, şerefine  inanmak gerekir. Allah düşmanları, açıkça günahkâr olanlar ve gafiller ile Allah’ın rahmetine ulaşılması  beklenemez. Buna göre, bid’at ve haram olan amellerle vesile gerçekleşmez. Salih olmayan kimselerle Allah’a yakınlık sağlanamaz.

 

İnanıyoruzki, Kulu Allah’a yaklaştıracak vesilelerin başında iman, Kur’an, ihlas ve salih ameller gelir. Salih amellerin başında farzlar yer alır. Allah için sevmek, Allah’ın dostlarını sevmek ve onların meclisine girmek, dualarına ortak olmak, ilahi rahmeti çekmek için en büyük sebeplerden birisidir.

 

Müfessir İsmail Hakkı Bursevi (Rh.A.), gerçek alimleri ve kâmil mürşidleri insanı Allah’a yaklaştıran vesileler içinde saymıştır. Büyük alimlerimizden İmam Savî (Rh.A.), vesile hakkında şu açıklamayı yapıyor:“Kişiyi Allah’a yaklaştıran her şey, ayette bahsi geçen vesileye dahildir. Nebileri ve velileri sevmek, Allah dostlarını ziyaret etmek, Allah yolunda infakta bulunmak, bol bol dua etmek, akraba hukukunu gözetmek, Allah’ı çokça zikretmek ve benzeri şeyler bunlardandır. sizi Allah’a yaklaştıran her şeye yapışınız, O’ndan uzaklaştıran her şeyi de terkediniz.

Kardeşlerim  bir  önceki  sohbetimizde Araf  suresinin 180.ayeti tefsirine bakarken demiştikki; Allah’tan başkalarına da vermeye çalışan ve yeryüzünde Allah isimlerine Allah sıfatlarına haiz bir kısım varlıklar kabul ederek şirke düşen insanlarla ilgiyi  kesecegiz. Onlar bu konuda nasıl bir anlayış içine girerlerse girsinler, nasıl bir tavır sergilerlerse sergilesinler, kendi şirk anlayışlarının ürünü olarak bizlere  nasıl bir anlayış sunarlarsa sunsunlar onları terk ederek onların anlayış ve inanışlarını reddedecegiz.

 

Onların şirk anlayışlarının ürünü olan eğitimlerini, kılık kıyafet anlayışlarını, yönetim  ve  idare anlayışlarını, hukuk anlayışlarını, ekonomi anlayışlarını reddetmek  boynumuzun  borcudur. Çünkü bunların her bireri Allah’ın belli bir ismini nefiy eden şirk anlayışlarından kaynaklanmaktadır ve Rabbimiz onları terk etmemizi bizden istemektedir. Cenabı  rabbul  alemiyn buyuruluyorki her konuda en ala bilen benim, tek bilen benim, ilim bendendir buyuruyor.

 

İşte  bu  ifadelerin  üzerine  örnegin bir  kişi benim  şeyhim her  şeyi  bilir diyerek bütün  şeyhini, hocasını, agabeyini, liderini  emirini ilim  konusunda yanılmaz  görerek körü  körüne  bir  baglılık  sergiliyorsa bu  insanlara mesafe  koymamız  kaçınılmazdır.

 

kimileri Allah’ın bu ismini nefyederek, yok  sayarak,  kapatarak, örterek bilme konusunda Allah’ı yaşantısından her  konuda  uzak tutarak içinde bulunduğumuz Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin tekrar hortlatılmaya çalışıldığı bu çağı ilim çağı olarak empoze etmeye, ilim çağı olarak sunmaya çalışıyorlar. Veya Allah kitabında buyuruyorki Rab sadece benim. Kullarımı yaratan, onları doyurup besleyen, görüp gözeten ve onların hayat programlarını belirleme hakkına onların hayatlarına yasa koyma hakkına sahip olan sadece benim. Benden başka Rab, benden başka İlah, Melik ve Mâlik yoktur diyor. Benden başka kullarımın hayatında söz sahibi yoktur.

 

Lakin  birileride yine cenabı  Allahın bu  sıfatlarının  benzerini  bir  kişiye, topluma  ya  da cemiete  layık  görüyorsa örnegin hakimiyet  kayıtsız  şartsız milletindir  diyorsa bu allaha  ortak  koşmadır. Koruyuculugu örnegin  rabıta  kurarak  şeyhinden, hocasından , liderinden  bekliyen nasipsizlerin  durumlarıda  bundan  farklı  degildir. Örnegin  Allah  celle  şanuhu  Hadi’dir yani  hidayet  verendir. Eger  birisi  bu  sıfatı birisi şeyhimin, hocamın nazarı  bereketiyle  şu  kadar  kişi  hidayete  erdi  derse ve bu konuma birilerini  yerleştirirse tehlikenin  tam  ortasındadır  di,ye  düşünüyoruz.

 

Ya da ben öyle  bir allah  dostunun  etegine  tutundumki bütün  varlı  alemini  gözetliyor, her  şeyden  haberdar  oluyor, hepizin  hal  ve  ahvalini  biliyor diye  itikad  ediyorsa kendi büyügünü Er Rakıb yerine  koyuyorsa  murakabe  gücünü aziz  bildigi o kişiye  tevdi  ediyorsa itikadı bozulmuş  demektir. Aziz  ve  celil  olan  allahu  tealadır, El  habir  olan, her  şeyden  haberdar  olan Allah  celle  celaluhudur. Rahim  ve  rahman  olan yüce  rabbimizdir. Büyüklerimizi, hoca  efedileri, emir  ve  liderlerimizi, şeyhimizi, agabeylerimizi  sevelim  ama  onlara uluhiyet  yükleyerek onları la  yesul Kabul  ederek, onları layık olamayacakları  sıfatlarla  anar  ve o gözle  görürsek ancak  onları  putlaştırmış  oluruz….

 

Eger  dünya  ve  Ahiretimizi  mamur  etme  gayret  ve  çabasını  güdüyorsak Allahın  kitabına, Peygamber  efendimizin sünneti  seniyyesine, sahabenin örnek yaşantılarına, Tabiin  ve  tebei  tabiinin İslam  dinini anlatma  ve  bir  sonrakilere ulaştırma azmine, müctehid  imamların  tabir  caizse  kılı  kırk  yararak kuran  ve  sünneti  seniyyeden  çıkardıkları içtihatlara, ehli  sünnet  ulemasının islam  dinini  anlama  ve  asrı  saadette  nasıl  yaşanıyorsa bid’atlardan  uzak bir  şekilde korunup  gözetilerek zamanımıza  ulaştırma  gayretlerine aşkla  şevkle  tutunarak İslamı  bu  temiz  yollardan ögrenip  hayatımıza aktarırsak ümidimiz  odurki,  o  mübarek  insanlarla  bir  ve  beraber  olagız inşaalah…

Sözün  özü  vesile  dogru  anlaşılıp  dogru  tatbik  edilirse sıkıntıya  ugramadan  hayatımızı sürdürmemiz  mümkündür inancını  taşıyorum. Ama  vesileye  yapışacagım  diye bin  bir  türlü hurafeleri  din  adı  altında  pazarlayan ve  din  istismarı  yapan sahtekarlara  uyacak  olursak allah  korusun cehenneme  kendi  odunumuzu  kendimiz  taşımış  oluruz.  Birde tevessül  hususunda iki  rivayet  Kabul  görenlerin  başında  gelir bunlardan biri mealen:**Allahtan vesîle isteyin!“Dediler ki: „Ey Allahın Resûlü, vesîle nedir?““O, cennette öyle bir makamdır ki, ona ancak tek bir adam ulaşacaktır. O adamın ben olmasını umarım…**Ebû Hureyre (ra)…Bir  digeride Sahihi Buharide  geçtigine  göre:

Hazreti Abbas efendimizin vesile kılındığının anlatıldığı bir başka rivayete göre, Ömer efendimiz. döneminde müslümanlar kuraklık yüzünden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine halife Hz. Ömer r.a., Hz. Abbas r.a.’ı vesile ederek Allah’tan yağmur talebinde bulundu ve şöyle dua etti:“Allahım! Bizler daha önce Peygamberimiz’i vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise Peygamberimiz’in amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!”Enes b. Malik r.a., Hz. Ömer r.a.’ın bu duasından sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir…** Muteber  bütün  tefsirler bu  vesile  ile  Hazreti Abbasın şahsının  degil  onun la  birlikte  yapılan  duaya itibar  edildigini  beyan  ederler.

Müslümanların, Allah dostlarını ziyaret  ederek onlara muhabbet beslemeleri, Peygamber  efendimizin (sav): **Allah için sevmeyenin imanı yoktur’ buyurduğu Allah muhabbetine ve Allahu Tealâ’nın ‘O’na vesile arayın buyurduğu vesileye girmektir… Kâmil velileri vesile edenler, onların Allah’ın kulu olduğunu biliyorlarsa. Onları Allah’a ortak ve yardımcı görmüyorlarsa. Onlarda Allah’a ait yetkilerin olduğunu söylemiyorlarsa. Sadece, onlardaki ihlas, takva ve salih amellere  itibar ediyorlarsa. Onların bu takva ile ilahi huzurda kabul gördüklerini, dualarının kabul edildiğini, Allahu Tealâ’nın onlardan razı olduğunu düşünüyorlarsa.

 

Bu halleriyle onların  mealen:** Ben, farz ve nafilelerle bana yaklaşan kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım…** (Buhari, İbnu Mâce)  kudsi hadisindeki iltifat ve ikrama ulaştıklarına inanıyorlarsa. Allahu Tealâ’dan istenecek bir şeyi velilerden istemiyorlarsa. Vesileyi  iyice  anlamış  ve kavramış  olarak  kabul  ediyoruz, dua ve  niyazlarla  Rabbimize  yaklaşma gayretiyle Rabbimize  iltica  ediyoruz…

 

Başta Peygamber  efendimiz (sav) olmak üzere Allah Tealâ’nın sevdiği kulları mutlaka vardır. Peygamberler, sahabiler, İslam  alimleri veliler ve salih kullar Allah’ın rızasını kazanmış kimselerdir. Peygamberlerin durumu zaten bellidir; peygamberlik görevinin verilmesiyle en büyük mertebeyi ve en yüksek dereceyi elde etmişler demektir.

 

Allah Tealâ’nın Kur’an’da övdüğü nebilerden, Sahabeyi kiramla, tabiinle, tebei tabiinle, şehidlerle, sadıklarla, Allahın veli kullarıyla vesile  kulpuna dua  ve  niyazlarımızla tutunma  gayreti  içerisinde  oluruz. İnanıyoruzki, Aklı başında hiçbir müslüman Allah Tealâ  yı  bırakıpta  sadece  sydıklarımızdan  istemez, tövbe  haşa bu  sayılanları Allahu  tealanın yerine  oymaz. İnanıyoruzki, her devirde rahmete vesile olan Allah dostları bulunur.

 

Kamil insanlar, Allahu Tealâ’nın huzurunda insanlığa Allahın  dinini  unutturmamaya  gayret  eden  ve  Allahın  dinini  hayata  hakim  kılma  çabasını  veren  mübarek  insanlardır. Allah  dostlarını  Allah  için  sevenler onların  yüzüne  ve  amellerine  baktıklarında  Allah  celle  şanuhuya, dinine  emir  ve  yasaklarına  itaatla  telim  olanlar, Allah  sevgisini, Allah  aşkını  yudumlayanlar İslam  şeriatından nasibini  alanlar zaten  vesile  konusunda  da  başka  türlü  düşünemezler, Yanlış  yollara  tevessül  edemezler, Bidat  ve  sapık yol  ve  izlerden korunmanın  yollarını  ararlar  inancını  taşıyoruz. Cenabı  rabbul  alemiyn bizleri razı  oldugu  kulları  zümresine  dahil  eder  inşaallah…

 

ŞEFAAT  ÜZERİNE  NOTLAR…

Rabbimiz Sebe  suresi  ayet.23.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***  Allah’ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür…***

 

İbni Mace, Ebu musa el Eş’ari (ra) den rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu mealen: ** Ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefaatten birini seçmem istendi, ben şefaati seçtim. Çünkü o daha genel ve daha çok kimseye yeterlidir. Siz şefaatin takva sahipleri için mi olacagını sanıyorsunuz ? Hayır , aksine şefaat; günahkarlar, hata işleyenler ve kirlenmişler için olacaktır. Ibni Mace Kitabuz-zühd bölümü. ***

Şefaat: Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Gibi  manalar  içeren  mübarek  bir  kavramdır…

İnanıyoruzki, Peygamberlerin, velilerin ve Şehidlerin   Şefaatları haktır. Şefaat, kısaca bir kimsenin başkası için iyilik istemesidir. Kıyamet gününde ise, Peygamberler, melekler ilimleriyle amel eden ilim adamları, salih insanlar, müminler ve mümin erkeklerin ve kadınların  küçük yaşta ölmüş olan çocukları şefaatta bulunacaklardır. Peygamber efendimizin (sav) şefaatlerinin en büyüklerinden birisi, hüküm verme işinin başlatılması için şefaatte bulunması olacaktır. Hadisi  şeriflerden  anlaşıldıgı  gibi, Yine sırat‘tan geçmeye  ve sonra cennete girilmesine izin verilmesi için şefaatta bulunması da, Peygamber  efendimizin büyük şefaatlarından olacaktır. Rasulullah (sav)  bunun yanısıra bazı kimselerin hiç hesaba çekilmeden  cennete girebilmeleri için şefaatta bulunacaktır.

Yine hesaba çekildikten sonra azabı hak etmiş oldukları ortaya çıkan bazı kimselerin azab görmemeleri için  şefaata bulunacaktır. Ayrıca müminlerin günahkarlarının  cehennemden çıkarılmaları  için Peygamber efendimiz (sav) şefaatta bulunacaktır.  Rasulullahın (sav) şefaatlarından birisi de, cennete girmiş olan müminlerin  oradaki derecelerinin yükseltilmesi amacıyla olacaktır.

 

Bu  konudai, Said Havva (rh.a)  diyorki: *Yapılan araştırmaların ortaya koyduguna göre, Rasulullah (sav) ın on ayrı şefaatı olacaktır.  Bunların başta gelenleri, hüküm verme işinin başlatılması, Sırat’tan geçilmesine izin verilmesi ve cennete girilmesine izin verilmesi amacıyla olacaktır.

 

Bu şefaatlardan her biri, tüm insanları ilk önce  Adem Aleyhiselama, sonra da sırasıyla Nuh Aleyhiselama, İbrahim  Aleyhiselama, Ve İsa Aleyhiselama  başvurmalarının ardından, işin  Hz. Muhammede (sav) havale edilmesi üzerine gerçekleşecektir. Sahihi Muslim de geçen bir Hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Ben, cennette şefaatte bulunacak olanların ilkiyim.  Ve ben kıyamet gününde kendisine uyanların sayısı en çok olan peygamberim. Aynı şekilde ben cennetin kapısını ilk çalacak olanım.(kitabul iman)

 

*** Tirmizi, Enes bin Malik (ra)in şöyle söyledigini rivayet etmiştir:** Rasulullattan (sav) kıyamet gününde benim için şefaatte bulunmasını istedim. Rasulullah (sav) ‚‘İnşaallah, bunu yapacagım‘‘  diye buyurdu. Kendisine: ‚‘ Seni nerede arayayım ? ‚‘ diye sordum. ‚‘ Beni ilk olarak Sıratın başında ara‘‘ diye buyurdu. ‚‘ Peki burada bulamazsam ?‘‘ dedim. ‚‘ O zaman beni Mizan başında ara  ! diye buyurdu. ‚‘ Peki Mizan’ın başında da bulamazsam ? dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: O zaman Havz’ın (Havz’ı Kevser’in) başında ara. Ben bu üç yerin dışında herhangi bir yerde olmam. ** El Berika adlı degerli eserde  Şefaat Lügatta vesile ve taleb demektir. Örfte ise başkası için hayır istemektir diyerek şu nakillere yer verilmektedir: *

 

El Likaniden, Denilirki: Meleklerin rasulleri de musannifin (yani kitabı tertib edenin) zikrettigi  ‚‘ Rasullere dahildir. Şefaat azabın def’i (yani kaldırılması, savılması)  bir de derecelerin yükselmesi içindir Hayırlılar, ulema, evliya ve salihler  şefaat edeceklerdir. Ehli sünnetin icmaı üzere böyledir.   Camiussagir de zikredilen  Hadiste şöyle geçmektedir:** Kıyamet gününde üç kimse şefaat ederler. Nebiler, alimler ve şehidler.**

 

Ramazan El Buti diyorki: * Allahu tealanın Rasulüne vadetmiş oldugu –Makamı mahmud- ancak ve ancak, bütün mahşer ehline genel olarak, ümmetine özel olarak , muhtelif şefaatlarda bulunmasını ifade eder. İbni Cerir derki: Müfessirlerin çogu: Muhammed (sav) in kıyamet gününde oturacagı makam  -Makamı mahmud- insanlara şefaat etmesi , o  günün azabının şiddetini hafifletmesi için Allahtan  dilekte bulunması ve bu dileginin kabul edilmesidir. Demişlerdir*

 

Buna göre Allahı tealanın, kıyamet gününde  Peygamberini  oturtacagı  Makamı Mahmud, zikrettigimiz şefaatlardan muayyen  bir şefaatın adı degildir.  Ancak bu şefaatların  İcmali adı dırki , ondan dolayı bütün varlıklar ona minnettar olacaklardır. Şefaat hususunda ayet ve hadisler vardır.

 

Buhari ve Muslim tarafından rivayet edilen uzunca bir hadis örnektirki, Orada insanların teker teker Peygamberlere giderek onlardan şefaat etmeleri için dilekte bulundukları, en sonda Rasulullahın (sav)  yanına vardıkları rivayet edilmiş, onun, müminlerden büyük bir kesime şefaat edecegi ifade edilmiştir. Bu şefaat, ancak  Cenabı Allahın bagışlamak istedigi  kullarına merhametinin bir tezahürüdür. Bu şekilde bir tezahürü, Cenabı Allahın Rasullerine, Nebilerine ve bazı salih kullarına ikramda bulunmasından dolayıdır. (Ramazan el Buti. İslam akaidi.)

 

Rabbimiz Meryem  suresi  ayet.87.de mealen  şöyle  buyuruyor: ***  O gün Rahmân (olan Allah)’ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir…***

 

Zuhayli (Rh.a) bu ayetin  tesirinde  diyorki: * Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacak­tır.“ Hiç kimse Allah katında başkasına şefaat edemeyecektir. „Rahmanın kendi­sine izin verdiği kimseden başka; ve o doğru söz söyleyecektir.“ (Nebe, 78/38). „Rahman’m yanında ahd almış olandan“ buyruğunda sözü geçen ahit, Allah’tan başka ilâh olmadığına şahitlik edip bunun gereğini yerine getirmektir. Yani doğ­ru itikad sahibi, doğru sözlü ve salih amel sahibi olmaktır. Dünya hayatında hi­dayete çağıran ve kötülüklerin ıslahına çalışan kimse olmaktır. İlâh oldukları ileri sürülen varlıkların şefaati ise gülünç bir temenniden, boş vehimden ibaret­tir. Bunlar bizzat kendilerine dahi bir fayda ya da bir zarar veremezler.

 

İbni Ebi Hatim, el-Esved b. Yezîd’in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ab­dullah b. Mes’ud şu: „Rahmanın yanında ahd almış olandan başkası şefaatte bulunamayacaktır“ ayetini okuduktan sonra dedi ki: Bunlar Allah katında ahit alanlardır. Allah kıyamet gününde şöyle diyecektir: Her kimin Allah’ın ya­nında bir ahdi varsa ayağa kalksın. Ey Abdurrahman’ın babası! Haydi bize öğ­ret, dediler, o da şöyle dedi: Şunları söyleyin: „Gökleri ve yeri yoktan var eden, gizliyi ve açığı bilen Allah’ım!

 

Ben şu dünya hayatında sana, beni kötülüğe yaklaştıracak ve hayırdan uzaklaştıracak bir amel ile başbaşa bırakmamanı ahdediyorum. Ben senin rahmetinden başka bir şeye güvenmiyorum. Kıyamet gününde eda edeceğin bir ahit ver bana! Şüp­hesiz sen sözünden caymazsın.“ Elbette ki bu, bir hadisin ifade ettiği bir manadan alınmıştır. Böylelikle burada ahd ile kastedilenin şehadet kelimesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayet-i kerime büyük günah sahiplerine şefaatin söz konusu olacağını da göstermekte­dir. (Zuhayli…Tefsirul.Münir)

 

Fıkhı Ekber şerhinde bu hususta şu bilgilere yer veriliyor:*  Peygamberlerin umum olarak, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) nın da hususi olarak, Makamı Mahmudda, livai ham’de ve Havzı Kevser de, müminlerden küçük günahlar işleyip azaba müstehak olanlarla, büyük günahlar işleyip azab çekmeleri gerekli olanlara şefaat etmesi haktır. Peygamber Aleyhiselam buyuruyorki: ** Benim şefaatım, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.** Alimlerin, velilerin, şehidlerin, fakihlerin, müminlerin küçük çocuklarının bela ve musibete sabredenlerin şefaatı da haktır.

 

İmamı Azam El Vasiye adlı kitabında şöyle diyor: * Hz. Muhammed (sav)  in şefaatı büyük günah işleyenlere olsa dahi, ehli cennet olanların her biri için haktır.  Bunun zahiri anlamı şudur: Bu şefaat, bu ümmetin günah işleyenlerine mahsus degildir. Çünkü Peygamber aleyhiselamın şefaatı bütün ümmetlerden gam ve kederi giderir. O, rahmet peygamberidir.  Rivayetle sabit olmuşturki, Peygamber aleyhiselamın çeşitli şefaatları vardır.  İmam Nesefinin akaidinde, büyük günah sahipleri için Peygamber aleyhiselamın  ve iyi, seçkin kimselerin şefaatı oldugu zikredilmektedir.

 

Konumuzun bir ayet meali ile Aydınlandıgına bakalım. Nebe suresi ayet,38.Mealen:*** O gün , Cebrail ve melekler saf halinde duracaklar . Rahmanın kendisine izin verip de dogruyu söylemiş olandan başkaları bir kelime söyleyemiyecekler…***

 

Buhari ve Muslimin Cabir (ra) dan ittifakla rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Bana beş şey verildiki, benden evvel olan , (hepsi birden veya bir bir) hiç bir kimseye verilmemiştir:

  • Bir aylık mesafede bulundugum halde korku ile düşmanıma galebe çaldım-galip geldim.
  • Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden evvel Peygamberlerden hiçbir kimseye helal kılınmamıştır.
  • Kürre-i arz bana ve ümmetime mescid, topragı da temizleyici madde kılındı. Binaenaleyh ümmetimden her hangi bir kimseye namaz yetiştiginde –yani namaz vakti geldiginde-namazını oldugu yerde kılsın.
  • Bana şefaat verildi.
  • Her Peygamber sadece kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.***

 

Yusuf Kerimoglu hocaefendi bu konuyla alakalı araştırmasında şu degerli malumatları aktarıyor: Günümüzde „şefaat“ kavramı; sadece ahirette gündeme girecek bir hadise gibi değerlendirmektedir. Bu eksik bir anlayıştır. Zira şefaat kelimesi şef kökünden gelir ve „birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine getirilmesi için yapılan aracılık“ manasınadır. Ragıb el-Isfahani’ye göre, İnsanlar, dünyada birbirine şefaatçi olabilirler.

 

Rabbimiz  Nisa  suresi  ayet.85te  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir…***     Kim güzel bir iyiliğe şefaat ederse, kim şefaatin güzeline, gü­zel­liğine delâlet edip örneklik önderlik yaparsa, insanların gözü önünde Allah’ın istediği en güzel bir hayat yaşayarak yaşadığı bu ha­yatıyla insanlara en güzel bir kulluğu sergiler, insanları en güzel bir kulluğa dâveti gerçekleştirirse, söz ve davranışlarıyla insanlığı hayra, hakka, Allah’a kulluğa sevk ederse ona bu örnekliğinden, bu teşvikin­den, bu dâvetinden dolayı mutlaka bir ecir, bir pay, bir hisse vardır. Bu ayeti  kerimede  müminler  için  sayısız  müjdeleri  beyan  etmektedir…

Evet kim ki insanları Allah’a kulluğa dâvet eder, delâlet eder, yol gösterir, örnekler ve teşvik ederek insanların kulluk yollarını açarsa, cennet yollarını açarsa, onun delâletiyle yol bulan insanların işledikleri güzel amellerin sevabının bir misli, onların sevapları eksiltilmeksizin o kişiye verilecektir. Onların aldıkları nasip nisbetinde o kişiye de bir nasip verilecektir. Kim de kötü bir şefaat rolünü üslenirse, kötü bir hayat yaşaya­rak, kötü bir örneklik sergileyerek insanlara kötülükte örnek olur, in­sanları kötülüğe teşvik eder, kötülüğe dâvetiye çıkarır, insanların önüne kötülük yollarını açar onların kötülüklerine sebep olursa, in­sanların cennet yollarına barikatlar koyarak cehennem yollarını ko­laylaştırırsa ona da o teşvik edip sevk ettiği insanların işledikleri kö­tülüklerden mutlaka bir pay, bir hisse vardır.

O insanların işledikleri kötülülerin günahı eksiltilmeksizin bir misli de o kişiye yazılacaktır. Evet demek ki iyiliğe sebep olan, iyiliğe şefaat eden de kötü­lüğe şefaat eden de bu şefaatinin, bu delâletinin karşılığını görecektir. Öyleyse eğer iyi bir hayat yaşayarak, En  başta  ailemize,çevremizdeki insanlara, komşularımıza ve insan  olma  haysiyetini  taşıyan  bütün insanlara karşı iyi bir kulluk sergileyerek onları iyiliğe, hayra teşvik edersek bizim teşvikimizle bu insanlar iyiliklerini devam ettirdikleri sürece onlar kendileri işledikleri bu iyiliklerinin sevabını, menfaatini gördükleri gibi aynı sevaba biz de nail olacağız.Unutmayın ki Allah celle  şanuhu her şey üzerinde mukayyettir.

Her şeyi gör­mekte, gözetmekte ve kaydedip muhafaza etmektedir. Yaptığımız hiç­bir şey boşa gitmemektedir, Allah’ın kontrolünden kaçmamaktadır. Şu anda bu âyetleri okurken, dinlerken , okurken bizleride gözetlemektedir Rabbimiz. Hiçbir hareketimiz, hiçbir anımız Allah’ın kontrolünden kaç-mamaktadır. Öyleyse Cenabı Allahın huzurunda olduğumuzu unutmadan yaşayalım, yaptıklarımızı Allah’a lâyık yapmaya çalışalım ve insanları hep hayra teşvik edip, hayır konusunda şefaatte, delâlette bulunalım inşallah. Hayırda, iyilikte   güzellikte örnek  davranışlar  sergilemeye  gayret  edelim…

Allah’ın Resûlü bir hadislerinde bu hususu çok hoş bir  şekilde  izah  ediyor: Kim de iyi bir çığır açmışsa, iyi bir çığıra delâlet etmiş, yol göstermişse kıyamete kadar o yoldan giden insanların sevaplarının bir misli onun defterine yazılacaktır. Defterinde yazılmış bulacaktır ya­rın kişi bunu. İnsanların Müslümanlaşması, insanların İslâm’a, Kur’an ve sünnete yönelmeleri adına kim bir çığır açarsa, kim bir adım atarsa bilelim ki onlarda meydana gelen değişimlerin sevaplarının bir misli o kişinin defterine yazılacaktır.

Ama kim de kötü bir çığır, kötü bir yol açmış, insanlara kötü örnek olmuşsa o açtığı çığırın vebali onun ola­cağı gibi kıyamete kadar o yoldan giden insanların günahlarının bir misli de onun defterine yazılacaktır. Kardeşlerim, Demek ki insanın yaptıkları sadece kendisiyle sınırlı kalmamak­tadır. Anlıyoruz ki insan sadece kendi yapıp ettiklerinden değil arkasına bıraktıkların dan da hesaba çekilecektir. Kafasında ve vücudunda taşıdığı virüsü kendisinden başka çocuklarına ve daha sonraki nesillere de aktarmaya çalışan bir kişi elbette onlardan so­rumlu olacaktır. Meselâ bir savaş başlatıp döneminde milyonlarca in­sanın ölümüne sebep olmuş bir adam düşünün. Hattâ bununla da sı­nırlı kalmayıp arkasından asırlarca milyonların hayatını kötü yönde etkileyen mîras bırakmış bir kişi elbette bu yaptıklarının hesabını ve­recektir.

Öyleyse yarınımız için iyi şeyler takdim edelim. Geleceğimizi ga­ranti altına alma adına arkamızda güzel şeyler, güzel çığırlar, güzel yollar bırakalım. Öyle bir mîras, öyle bir yol bırakalım ki çocukları­mıza, onlar o yoldan gittikleri takdirde doğruca cenneti bulsunlar. Ma­dem ki yarın arkamıza bıraktıklarımızdan da sorumlu olacağımıza göre Allah için kendimizi bir sorgulayalım.

Bizden  sonra  gelecek  nesillere nasıl bir mîras bırakıyoruz. Bizler şu anda bizden sonra yaşayacak nesillere nasıl bir yol bırakıyoruz, Arkamıza bıraktığımız yol, çoluk çocuğu­muza bıraktığımız usul, onlara gösterdiğimiz din, onlara örneklediği­miz kulluk, çevremize ulaştırdığımız teklifler acaba yarın karşımıza nasıl bir sonuç çıkaracak?

Acaba bizim arkamızdan gelenler de ya Rabbi bizi bunlar saptırdı. Bize öyle bir yol, öyle bir din bıraktılar ki biz de onu gerçek yol zannettik. Onu gerçek din zannettik. Bize öyle bir hayat anlayışı, öyle bir mal anlayışı, öyle bir kazanma harcama anla­yışı, öyle bir gece hayatı, öyle bir gündüz hayatı örneklediler ki biz de onu gerçek bir hayat zannettik.

Bizi başkası değil bunar saptırdı ya Rabbi demeyecekler mi acaba? Çocuklarımızdan torunlarımızdan bizden  sonra  gelecek  olan  neslimizden bu şikâyetlerle, bu lânetlerle karşılaşırsak halimiz  ne  olacak? Bu âyetler ışığında Allah için kendimizi sorgulamak zorundayız. Yaşadıgımız  hayatı  en  güzel  bir  şekilde  şekillendirmek  istiyorsak, hayat  tarzımız, metodumuz, usulümüz  kuran  ve  sünneti  seniyye  eksenli  olmalıdır…

Allame Zemahşeri; bu ayetin tefsirinde şunları zikretmektedir: „Güzel şefaat; Müslümanın hakkına riayet edilen, kardeşinden bir kötülüğü gideren, ona bir hayırı getiren ve sadece Allahu Tealanın (cc) rızası için yapılan şefaattir. Şefaat ancak caiz olan şeylerde yapılır. Allahu Teala (cc)’nın koyduğu cezaların (haddler’in) kaldırılması için şefaat olmayacağı gibi, başkasının hakkını ihlal edecek işlerde de şefaat edilmez. İmam-ı Mesruk birisine şefaat etmişti. Şefaatte bulunduğu kimse, kendisine bir hediye verdi. İmam-ı Mesruk öfkelendi, hediyeyi kabul etmedi ve: „Eğer kalbinde olanı bilseydim, senin işinin olması için tek kelime dahi söylemezdim“ dedi.

 

Peygamberimiz Efendimizin (sav): „Kim bir Müslüman kardeşine şefaat eder de, şefaat ettiği kimse, kendisine bu sebeble bir hediye verir ve o da bunu kabul ederse büyük günah kapılarından birine gelmiş olur“(Süneni Ebu Davud.) buyurduğu ve şefaat (yardım) konusundaki temel prensibi ortaya koyduğu sabittir.

 

Konumuzu şefaat hususundaki  hadisi  şeriflerle  devam  ettirelim  inşaallah…Tirmizi, Ebu said el Hudri (ra) den rivayet etmiştir:** Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Ümmetimden, insanlardan belli bir cemaata şefaat edecek olanlar vardır; bir guruba şefaat edecek olan vardır ve bir tek kişiye şefaat edecek olan vardır.Tirmizi. Kitabu Sıfatil Kıyame bölümü.**

 

İmam Ahmed bin Hanbel, Ebu Umame (ra) den şu şekilde rivayet etmiştir. ** Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Ümmetimin içinde Rebi’a ve Mudar kabilelerinden daha çok insana şefaatta bulunabilecek kimseler vardır. Ve yine ümmetimin içinde cehennemin direklerinden bir direk kadar cehennemin içinde büyüyecek olan vardır.Ahmed bin Hanbel. mecmuauz-Zevaid bölümü.**

Enes b. Mâlik, Peygamber efendimizin (sav) şöyle buyur­duğunu rivayet eder: „Kıyamet günü hulul et­tiğinde (umûmî surette) ben şefaat ederim. ‚Yâ Rabbî! Gönlünde hardal tanesi kadar imanı olanları cennete koy,‘ diye niyaz ede­rim, bunlar cennete girerler. Sonra ben: ‚Yâ Rabbî! Hardal tanesinden az imanı olanları da koy,‘ diye şefaat ederim.“ Enes der ki: „Az bir imanı dediği sırada ben Rasûlullah’ın par­maklarına bakar idim. O parmaklarını birbiri­ne zam ederek işaret ediyordu.“ (Buhari).

Enes b. Mâlik’den gelen bir başka rivayette Rasûlullah (sav) Allah’a; „Yâ Rab! Bana müsa­ade buyur da Lâ ilahe illallah, diyen bütün tevhid ehli hakkında şefaat edeyim,“ diye yal­varacak, bunun üzerine Cenab-ı Hak: „İzze­tim ve celâlim, kibriyâ ve azametim hakkı için Lâ ilahe illallah diyen tevhid ehlinin hep­sini muhakkak surette cehennemden çıkaraca­ğım,“ buyuracaktır. (Buharî).

Hz. Muhammedin (sav) ahiret günündeki şefaati icma ile sabittir. Allahu Teâlâ’nın Hz. Mu-hamitıede bir tercih olarak şefaat imtiyazı verdiği ve ümmetinin yarısının cennete gire­ceğini vaadettiği rivayet edilir. Son hastalı­ğından kısa bir süre önce, Ebu Müveyhibe adında azâd olunmuş bir köle  Peygamber efendimiz  ile birlikte Baki el-Garkad diye bilinen kabristana dua etmek için gittiler. Dönüşte Peygamber efendimiz, Ebu Müveyhibe’ye şöyle dedi: „Bana dünyanın hazineleri ve uzun bir ömür ile cennet ve cennette Rabb’imle buluşmak arasında dileğim soruldu. Ben ikincisini seç­tim.“

Şefaat izni muhakkak ki, Allahu Teâlâ’dandır: „…O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat ede­mez…Şefaat ile yakından alâkalı bir diğer konu da mağfirettir. Yüz kişilik bir müslüman cemaa­tin, ölen bir müslüman için cenaze namazı kılmaları ve onun günahlarının affı için dua ettiklerinde bu duaların Rabb katında kabul edileceğine dair genel bir hüsnü zan vardır (Müslim). Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde, cemaatin adediyle ilgili bir rakam verilme­mekle beraber, ölen kişi için, üç saflık bir ce­maatin duada bulunması nakledilmiştir.

Gerçekte, her namazda müslüman kişi kendi­sinin, ana babasının ve bütün mü’minlerin Hesap gününde bağışlanmasını diler. Bu dua Kur’an-ı, Kerîm’de yer almaktadır: Ebu Hureyre’den, ashabının Peygamber Efendimize şöyle sorduğu rivayet edilir: „Ey Allah’ın rasûlü, senin şefaatine ahiret gününde en ya­kın kişiler kimlerdir.“ Peygamber Efendimiz (sav) şöyle ce­vap verdi: „Şefaatime en lâyık kişiler tam bir samimiyetle Allah’tan başka tapınılacak kim­se olmadığına şehadet edenlerdir.“ (Buharî).

îmam Gazali, İhya  ulumuddin  adlı  degerli  eserinde, Allah’ın fazlu keremiyle ahiret gününde peygamberlere, sâdıklara, ulemaya, sâlihlere ve muttakîlere kendi ailelerine, ya­kınlarına, dostlarına ve âşinâ oldukları kimse­lere şefaat izni verileceğini ifade  eder. Gazali, bir hadisi naklettik­ten sonra şöyle bir sonuca varır: Mü’minlerin genel olarak  Peygamber Efendimizin şefaatıyla büyük ve küçük günahlan affedilecek. Çünkü Allah, Gafur (çok bağışlayıcı)dur, Gafûru’r-Rahîm (bağışlayıcı ve merhametledir ve Afuvv (affedici)dir. Ve Allah müşkülpesent değildir. Onun sonsuz rahmeti diğer Özellikle­rini geçmiştir. Bu sebeple müslümanlar Hz. Muhammed’in şefaati sayesinde daima kurtulma ümidinde olmalıdır.

Kardeşlerim Ezan  okunduktan  sonra  güzel  bir  dua  okuyoruz,Buharide  rivayeti  geçen işte  bu  duaya  devam  edelim  inşallah çünkü, Câbir b. Abdullah’ın bu husustaki rivayetinde Peygamber  efendimiz  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Her kim ezan okunurken tamamını işitip dinlediği za­man;

 

Allahümme Rabbe hâzihi’d-dâ’veti’t-tâmme, ve’s-salâti’l-kâime. Ât-i Muhamme-den, el-vesîlete ve’l-fadile, veb’ashü mekâmen Mahmuden. Ellezî veadtehû. (Al­lah’ım! Ezanın ve kılınacak namazın Rabb’i Muhammed’e cennette âlî menzile,yüksek  dereceler ve fazilet mertebesi ver ve O’nu vaadettiğin Makâm-ı Mahmûd’a gönder -de şefaatçi kıl!) diye dua ederse o kişiye kıyamet gününde şefaat etmek bana düşer.“ (Buharî).

Allah’ım. Bize helâl rızık nasip et. Bize verdiklerini helâlinden ver. Bizleri küfür, şirk, isyan, spıklık ve  bid’atlara  düşmekten  muhafaza  eyle. Peygamber efendimizin Sünnetine uymakta bize kolaylıklar ihsan eyle. Bizi Peygamber Efendimizin (sav) şefaatine ulaştır. Bizi dünyada helâl nimetlere ulaştırdığın gibi, Âhirette de rahmetinle Cennetine ulaştır. Senin gölgenden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı Hesap Gününde bizi gölgende barındır. Bizleri  senin  dosdogru  yolun  olan  sıratı  müstakimden  ayırma. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir… Lu… 14.05.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.