Takva Ehli Olmak Arzumuzdur

Rabbimiz Enam Suresi ayet.120.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir. ***
Takva: mana olarak ifade edecek olursak: haramlardan sakınmak, Allahın yapma dediklerinden mümkün mertebe uzak durmak suretiyle Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarına uymak, Allahın verdiği hükümlere,Allahın takdirine teslim olmaktır. Böyle hareket eden bir takva ehli için inanıyoruzki; dünya hayatı kolaylaşır, çünkü o Rabbine güvenip teslim olmuş, nefsin hırsını terk etmiştir. Takvâ, nefsi korktuğu şeyden korumaktır. Kavram olarak, kuvvetli bir himayeye girerek korunmak, nefsi günahlardan korumak demektir. Bu da tabiiki, haramı terk etmekle olur.

Peygamber egfendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen harama da düşer; Nasıl, koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa. Haberiniz olsun ki, her melikin korusu vardır. Allah’ın korusu da haramlardır.” (Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107)**

Takvayı bilmeyenler için hayat daima çekilmesi çok zor bir yüktür. Hiçbir şeyin Alemlerin Rabbi’nin hükmünün dışına çıkamayacağını bilmediklerinden veya reddettiklerinden sürekli zorlanır, iyi günlerinde de, kötü günlerinde de aşırı tepkiler gösterirler. Halbuki takva sahipleri her halde itidali, sükûneti tercih ederler,orta yoldan şaşmazlar.Yani, Takva sahibi olmanın yolu bellidir. Sakınmak, korunmak, uzak durmak…

Allahın emrine sımsıkı teslimiyet ve bu emre itaat takvadır ve takva sahibi olmadan da tam ve samimi bir tevbe yapılamaz.Takva sahiplerine “müttaki” denir. Onlar Yüce Kitabımız’da “iyiler” olarak anılmış ve “En iyiniz, takvası en çok olanınızdır.” diye buyurulmuştur.Rabbimiz Bakara Suresi ayet.2.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir…***

Bilinmelidirki; Şeytan, haram işleri çeşitli hilelerle meşru gösterip, insanlara sevdirmeye çalışmaktadır. Geçmişte bunu başarma imkanı bulduğu gibi, bugünün şartlarında işi daha da kolaylaşmıştır. Örf, adet, zamanın şartları, zorunluluk gibi birçok hileli yolla haramlar meşru işlerden sayılıp, sakınılmaz olmuştur. İnsanlar başlangıçta rahatsız oldukları bu duruma zamanla alışmışlardır.Halbuki takvaya sarılmaktan başka yol yoktur.

Efendimiz (sav) bir hadisinde mealen;** Takvaya sıkı sarıl çünkü bütün hayırları kendinde toplayan haslet takvadır.” buyurmuşlardır…** Allah Tealâ’ya karşı gelmeyi en büyük düşüklük, en büyük ayıp, edepsizlik olarak gören İnanmış insanlar, karıncayı bile ezmemek hassasiyetiyle yaşarlar. Nerede kaldı namusa göz dikmek, komşusuna hakaret etmek,eşine, çocuğuna eziyet etmek, başkalarına haksızlık ve buna benzer günahlar…Bu ve buna benzer günahlardan habersiz olanlar nereye gideceğini bilmeyen sarhoşlar gibidir. Sarhoşluk da cins cins olur.

Alkol sarhoşluğu olduğu gibi dünya, mal, şan, şöhret, rütbe sarhoşluğu da vardır. Böyle sarhoşlar belli bir mevkiye ayak basmaya görsün, hak hukuk dinlemez, ezer geçerler. Müslüman birey mümkün oldugu kadar, Bu şarhoşluktan, gafletten tamamen sıyrılmak, ahlâkı güzelleştirmek gerekir. Müslümanım dedigi,iman ehli oldugunu ifade ettigi ve teslim olanlardan,itaat edenler safında bulundugunu söyleyen İnsanın huyu değişmemişse,haramlarla iç içe yaşıyorsa, her günahının yükünü zamana yüklemeye çalışıyorsa,ya da zaman var daha deyip kendini ıslah etme yollarını araştırmıyorsa apaçık zararda ve kaybedenler safında olacagı açıktır…

Rabbimiz bakara suresi ayet.3-5.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır…***

Şifa tefsirinde mahmut toptaş hocaefendi bu ayetler hakkında diyorki: * Takva: Pıtrak dikeninin çok olduğu bir yerde ayakkabı olmadan yürürken insanın ayaklarına diken batmaması için bütün vücudu dikkat ke¬silir, vücudunun her parçası göz olur ya işte bu dünyada elini, dilini, beli¬ni, gözünü, gönlünü, kulağım, ayağım haramlara-dokundurmadan ömrü¬nü geçirmeye takva denir.

Şirk’den sakınıp iman üzere olmaktır takva. İsyandan sakınıp itaat üzere olmaktır takva..,Her işinizde Allah’ın rızasını aramak için Allah’a layık bir kul olma¬ya çalışmaktır takva.İçini Hak için şirkten, yalandan, kinden, iftiradan, hasetden, gıybetden arındırmak süslemek, dışını halk için süslemektir takva.“Allah takva üzere olanlarla beraberdir. „Eğer bana reis-i cumhur veya genelkurmay başkanı bir kart gönderse ve „seninle beraberim işte özel telefonum, istediğin zaman ara“ dese be¬nim konuşmalarım belki biraz daha açık ve net olur.

Halbuki beni karakola götürseler bu kart sahiplerinin haberi olmaz. Bana o karakoldakiler telefon ettirmeyebilirler. Halbuki Allah (c.c.) „Her nerede olursanız olun O sizinle beraberdir“ buyuruyor. K. Kerim, Hadid Telefon etmenize gerek yok. O’ndan güçlü olan da yok. Onun için takva üzere olmak demek düşmana karşı güçlü olmak demektir.Takva üzere olana Allah (c.c.) iyiyle kötüyü ayırt etme özelliği verir işlerini kolaylaştırır, her sıkıntılı işine bir çıkış yo¬lu verir, hiç hesap etmediği yerden rızıklandınkr.

Takva üzere olan korkmaz ve üzülmez.Takva üzere kuru¬lan Küba Mescidi 1400 seneden beri devam ettiği gibi takva üzerine ku¬rulan ve takva üzere devam eden devlet de yıkılmaz. Çünkü takva üzere kurulan devlette her mütteki insan kendisine veri¬len görevi yerine getirdikten sonra da 24 saat her halinde o takva üzere kurulmuş devleti çalıştırmak, çalışmasını engelleyenlere karşı koymakla kendini görevli bilir.“Onlar gayba iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar ve on¬lara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler“Sizin yanınızda sizi övenle, yokluğunuzda sizi öven bir değildir. Ni¬ce insanlar vardır ki, önünde yağ çekip takla attığı insanın ardından kuyu¬sunu kazar.Değerli dostlar ise dostunu yokluğunda savunur, yüzyüze geldiğinde ise münasip bir dille hatalarını söyler.

Muttaki insanlar Allah’ı, melekleri, cenneti cahennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar Peygamber Efendimizi de görmeden inanı¬yorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: „Beni görüp bana iman edene müjde¬ler olsun. Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler ol¬sun“ buyurmuştur.“Kendisi Allah’ı görmese de Allah’ın kendisini gördüğüne inandığın¬dan bütün hareketlerim kontrol eder.Şoför uzun yolda radara yakalanıp ceza vermeyeyim diye sür’at sını¬rını aşmadığı gibi, muttaki müslüman da ahirette cezalandırılmayayım diye Allah’ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde „Ben görmediğime, labaratuarda incelemediğime inan¬mam“ diyenler yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü „Bu güneşin al¬tında söylenmedik söz kalmadı“ biz bu tefsirimizde yeri geldikçe iman¬sızların kötü sözlerinin yeni olmadığını, daha önce başka imansızlar tara¬fından söylendiğini Kur’ân-ı Kerîm’den naklederek isbat edeceğiz. „Kü¬für cephesinde yeni bir şey yok“ adı altında bir kitabımda günümüz kâfirlerinin çağdaş düşüncelerinin çağlar öncesine ait olduğunu göster¬dim.

Günümüzde yaşayan bir düşünürün düşüncelerinin Kur’ân’da daha önce haber verildiğini göstereceğiz.Çağdaş imansızlar gibi, Musa (s.a.v.)’nın kavminden bir kısmı „Mu¬sa, biz Allah’ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız“ demişlerdi.Çölde söylenen bu sözü bugünkü kâfir labaratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah’ı görseydi, Allah’ın gücü ve bü¬yüklüğü sınırlı olurdu. Bu gözler gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Deni¬zin derinliklerinden en değerli inci mercanlarını çıkarıyor.Gözlerimiz Allah’ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O’nun yarattıkla¬rından ilmini, kudretini, san’atım, rahmetini görüyor ve O’na iman ediyo¬ruz…Şifa tefsiri.Mahmut toptaş.*

Takvâ, Hz. Ali efendimize göre: „Günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibâdetlerle avunup aldanmayı bırakmaktır.“ Yine şu söz de Hz. Ali’ye aittir: „Dünyada insanların efendisi cömertler; ahirette de müttakîlerdir.“ Hasan el-Basri’ye göre ise: „Allah’tan başkasını Allah’a tercih etmemek ve bütün işlerin Allah’ın kudretinde olduğunu bilmektir.“ Takvâ, Allah’tan uzaklaştıracak şeylerden uzaklaşmaktır. Sorumluluk şuurudur takvâ. Allah’a karşı duyulan sevgi ve yakınlıktır.

Allah’a yaklaşmak için her çeşit haramdan kaçınmak; O’nun rızasını, O’nun sevgisini yitirmekten çekinmektir. Cehennemle insan arasına engel koymaktır. Şeytanla ilahi emirler arasına, arzularla iman arasına, düşmanla dost arasına engel koymaktır. Tabbii, bu engelleri koyabilmek için, öncelikle Allah’la aramızdaki engelleri kaldırmak gerekir. Huzur ve mutluluk, tamamen Allah’ın emrine itaate bağlıdır.

Takvaya sarılmak, Allah Tealâ’nın bildirdiğinin dışında başka bir yol aramamak, Allah’a şirk koşmamak, kötü huy ve hareketlerden kaçmak ve günah olma ihtimali olan işlerden kaçınmakla kâmil bir mümin, kâmil bir Hak yolcusu olmak mümkündür inancını taşıdıgımız aşikardır.Daha çocukluğunda güzel ahlâkı edinmiş olanlar insanlığa yol gösteren örnekler olmuşlardır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de Yahya a.s. için, “Henüz çocuk iken ona hikmet verdik. Tarafımızdan ona bir kalp yumuşaklığı ve günahlardan temizlik verdik.” (Meryem, 13) buyurulmaktadır.

Yahya Aleyhiselam hiçbir günah işlemediği gibi, hiçbir zaman da işlemeye niyetlenmedi. Günah işlemeyi akla getirmemek de çok yüce bir iştir.Tabiiki Kendimizi Allah celle şanuhu tarafından seçilmiş büyük insanlarla kıyaslayacak değiliz.Lakin onları örnek almak hepimiz için huzur ve mutluluk getirecektir inancındayız.

Cabir (ra)Rivayet ediyor:Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve selleme, „Bana bir öğüt ver,“ dedim.Şöyle buyurdu:** Kimseye hakaret etme! Yapılan iyiliği sakın küçümseme! Kardeşinle konuşurken daima güler yüzlü ol! Bu bile iyiliktir.Eğer biri, sendeki kusuru bilerek, sana hakaret eder veya seni ayıplarsa, sen onda bildiğin bir kusurdan dolayı onu ayıplama ki, onun vebali kendi üzerine olsun!…**(Tirmizî.)

İnanıyoruzki;En kapsamlı ve en kuvvetli koruma, ancak Allah’ın korumasıdır. Diğer koruyanların korumaları mecazi anlamda ve çok sınırlı olduğu gibi; Allah’ın dilemediği hiçbir alanı kapsamaz. İyi korunmak demek olan ittika, ancak Allah’ın korumasına girmekle gerçekleşebilir. O yüzden Takvâ, her türlü zarar verecek şeye karşı bir sığınaktır; bir kale ve kalkandır; bir zırhtır. Kendini emniyete almak, emin ve gerçek mü’min olmaktır. Bilinmelidirki; Şirki ve sapıklığı reddetmeden, isyanı ve günahları terketmeden Allah’ın kalesine sığınılmaz. Takvâ, haramları terketmek ve sevaplara yapışmaktır. Hazreti Ömer Efendimiz, Übeyy b. Kâb’a “takvâ nedir?” diye sorduğunda Übeyy: “Dikenli yolda hiç yürümedin mi?” dedi. Hz. Ömer: “Yürüdüm!” deyince, “o zaman ne yaptın?” dedi. “Paçalarımı sıvayıp gayret sarfettim” cevabını aldıktan sonra: “İşte takvâ odur” dedi.

Budur işte takvâ… Duygulu vicdan, şuurda berraklık, devamlı haşyet, daimi sakınma, yolun dikenlerinden korunma… Hayât yolunun, şehvetlerin ve çeşitli arzuların dikenlerinin sardığı yol… Korku ve vehim dikenlerinin sardığı yol… Boş ümitlerin bağlandığı dikenli yol. Fayda ve zarar vermekten âciz, dolayısıyla korumak, sığınılmak ve sakınmak liyakati olmayan kimseleri boş korkularının sardığı dikenli yol ve daha yüzlerce korkular…

İşte bu korkuları devamlı aklında tutan Mümin mutlak surette takvaya sarılacaktır,çünkü başka kurtuluş çaresi yoktur. O yüzden Takvâ; Sakınmaktır, Titremektir. Sevdiğimiz, şeyin üzerinde nasıl titreriz. Onu korumak, onu kaybetmemek için veya ona zarar gelmesin diye nasıl sakınırsak, insanın en şerefli yeri olan gönül ve içindeki iman da öyle, hatta daha fazla sakınılmalı. İmanı korumak ve onun üzerinde titremektir takvâ.

Küçük çocuğu balkondan veya odanın penceresinden dışarı sarkmış olsa, annesi-babası onu gözetip korumak için nasıl davranır ve düşme ihtimaline karşı nasıl tedbir alırsa, şüpheli ve haram olma riski olan tehlikeli davranışlara karşı en az öyle tedbir alıp sakınmaktır takvâ. „Gözü gibi sakınmak“ deyimi vardır dilimizde. Haramlara karşı bu titizlik ve hassasiyetle Allah’ın rızasını, gözümüz gibi korumamız gerekmektedir.Yani Takvâ; Olumlu Korkudur, Sevgiyi Yıpratma veya Yitirme Endişesidir.

Allah, Fâtiha’nın başlangıcında da gördüğümüz gibi, kendisinin rahmet sıfatlarını öne çıkarmakta; ağırlıklı olarak O’nun Rablığını, merhametini düşünmemizi istemektedir. O yüzden korkudan çok; sevilmeli, rahmetin ümit kesilmemelidir. İşte, takvâdaki korku, sevgi ağırlıklı bir korkudur. Arapçada alelâde korkuya takvâ denmez, havf denir. Türkçede takvânın ifâde ettiği sevgi ağırlıklı korkuyu karşılayacak kelime yok. İnsanın, korkulmaması gereken nice şeylerden korktuğu, bu korkunun bir eksiklik, hatta oranına ve yönelişine göre hastalık olduğu bir gerçektir.

Sözgelimi, fakirlikten, polisten, karakoldan, bazı insanlardan, insanların kınamasından, tağutî kanun ve mahkemelerden, ölümden… korkanlar çoktur. Hatta, adına fobi denilen çağdaş korkular da var. Bunların hiçbiri takvânın içerdiği olumlu korkular değildir. Mesela hastalıktan korkarız ama, korktuğumuz için hastalığa sevgi ve saygı beslemeyiz. Bu tür korku itici bir korkudur. Takvâ ise çekici, olumlu bir korku. Korkuyorsunuz, korktuğunuz için daha çok seviyor, saygı duyuyorsunuz.

Daha doğrusu, sevdiğiniz ve saydığınız için korkuyorsunuz. Korkunuz, O’nun sevgisine gölge düşme endişesinden. Korktukça O’na daha yaklaşıyorsunuz. O’na yakınlığınız oranında titremeniz, heyecanınız, huşunuz, korkunuz, yani takvânız artıyor. İşte takvâ, bizi Allah’a yaklaştıran bir ürperti, sevgisini yıpratma korkusudur. Kur’an, Arab’a hidâyettir veya aceme hidâyettir denilmiyor; Kur’an’ın hidâyeti her insanın çalışarak kazanabileceği bir vasıf olması sebebiyle bütün insanları kuşatması mümkün olan takvâ sahipliği şartına bağlanıyor. Kur’an’dan yararlanabilmenin ilk şartı muttaki olmaktır. Şüphesiz bu Kitap’ta hidâyetten başka bir şey yoktur. Kur’an, bütün insanlığa hidâyet için nazil olmuştur. Fakat bu hidâyetten istifâdenin ilk şartı, ittikayı tercih etmek, yani korunmayı istemektir. Kişi, ondan faydalanabilmek için sağlam bir gönül ve selim bir akıl ile yaklaşmalıdır. Her şeyden önce Allah’tan korkan, hakkı seven biri olmalı; hakla batılı birbirinden ayırabilmeli ve dosdoğru yaşamalıdır.

Dolayısıyla, takvâ sahibi olmalıyız ki, Kur’an bizi doğru yola iletsin ve felaha kavuşalım. Kalbin kilitlerini açan takvâ, o nurun kalbe girerek vazifelerini yapmasını sağlar. Faydalı her şeyi tutup kaldırabilmeğe, karşılayıp hüsnü kabul göstermeye ve hayra çağrıldığında icabet etmeye kalbi hazırlayan takvâdır. Kur’an’da hidâyeti bulmak isteyen kimsenin, ona selim kalple ve samimi niyyetle yönelmesi şarttır. Allah’tan hakkıyla korkan, korunan, dalalete düşmekten, bir sapıklık tarafından avlanmaktan çekinen bir kalbe Kur’an sırlarını ve nurlarını açacaktır inşaallah.
Peygamber Efendimiz (sav) veda hutbesinde mealen şöyle buyuruyor:** Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdemdensiniz ve Âdem de topraktandır. Allah’ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir…şamil.i.a.**

İnanıyoruzki; Her insan, belli bir derecede Allah’ın koruması altındadır. Bu, Allah’ın Rahman ve Rabb oluşunun sonucudur. Yalnız, unutulmamalıdır ki, Allah, adil bir Rabb olarak azabından korunmaya çalışmayanları azabından uzak tutacak değildir. İşte, azaptan korunma, Allah’ın cezalandırmasından titreme kulun görevidir. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmak, Allah’ın emir ve yasaklarından oluşan sınırlarını aşmak şöyle dursun, onlara yaklaşmamak ve bu konuda elden geldiğince dikkatli olmak gerekir.

İşte, müslüman olarak ölebilmek buna bağlıdır. Bu da Allah’tan ittika etmek nasıl gerekiyorsa öyle ittika etmektir (3/Âl-i İmran, 102). Bu da kuşkusuz istidat, kabiliyet ölçüsündedir; mükellefiyetin sınırları dahilindedir. Kur’an bunu “Allah’tan istidadınız ölçüsünde ittika edin” diye açıklar (64/Teğâbün, 16).Ahmet Kalkan Hocaefendi diyorki. Özet olarak, insanın kendisini Allah’ın korumasına bırakması, bu nedenle de ahirette zarar verecek günahlardan çekinip sevaplara koşması takvâdır.

Bu birkaç derecedir. İlk derecesinde Kelimetü’t-Takvâ olan tevhid’e sarılma ve şirkten uzaklaşma; ikinci derecede ise kalbini Allah’tan sakınarak farzları yerine getirme, üçüncü derecede ise, kalbini Allah’tan başka her şeyden uzak tutma, bütün varlığıyla Allah’a yönelmedir. Âyette belirtilen Allah’tan ittika’nın gerektirdiği takvâ budur. Allah’tan hakkıyla ittika edebilmek ve müslüman ölebilmek için öncelikle Allah’ın ipi’ne toptan yapışarak tevhid üzerinde birleşmek ve her türlü tefrika ve ihtilaftan kaçınmak gerekir.

Bütün mü’minler, tek bir kelime üzerinde aynı davranış biçimine girmedikçe, tevhid-i ameli’ye ulaşamadıkça, takvâya ulaşmak da güçleşir. Bu yüzden Kur’an: “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na karşı takvâ’nın gerektirdiği şekilde ittika edin ve ancak müslümanlar olarak can verin. Toptan Allah’ın ipine sarılın; ayrılığa düşmeyin.” (3/Âl-i İmran, 102-103) diye emretmektedir. (2) Takvâ kelimesi, „sakınmak“ biçiminde çevrilir Türkçeye. Takvânın ne olduğunu bilmek, ancak yaşamakla mümkün.

Ama takvânın salt korku demeye gelmediği rahatlıkla söyleNebîlir. Bu kavramın içerdiği anlamlar içinde, tabii korku da var. Ancak bu korku; ateşten, cehennemden, azabdan, kahrdan korkmak değil. Bu tür korkuya „havf“ derler ki, onda sevgi aranmaz. Takvâ sevginin zirvesidir. Sevgi, umut, korku… Bu üçlünün insan ruhunda meydana getirdiği hâlettir. Sevgi, umut, korku, üçü birlikte yalnızca Allah için duyulur. Bunların üçünü birden Allah’tan başkasına tahsis etmek tahsis edilen o şeyi “ilah” edinmektir.

İnsan birini yalnız sevebilir, bu akidevî bir mesele teşkil etmez. Ya da birine umut besleyebilir, veyahut birinden korkabilir. Ancak bu üçünü birden Allah’tan başkasına tahsis edemez. Bunu yapmak O’na eşler (endâd) bulmak demeye gelir. Fakat bunları tümüyle Allah’a tahsis etmek kişiyi övgüye en lâyık makama ulaştırarak “müttakî” yapar. Bu üç ayrı ruh hali insandaki üç farklı bilincin dinamiğidir; ulûhiyet, rubûbiyet ve ubûdiyet bilincinin…Değil bunların üçünü birden Allah’tan gayrıya tahsis etmek, mü’minin bir başkasını Allah’ı sever gibi sevmesine bile Allah’ın rızası olmamaktadır. Böyle bir durumu “kendisine ortak koşmak” olarak adlandırmaktadır. (Kavram Tefsiri. Ahmet Kalkan)

Peygamber Efendimiz (sav) Ebu hureyreden gelen bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır:** Rabbim bana şu dokuz şeyi emretti:Gizli ve açık hâllerde Allahtan korkmak. Hoşnutlukta da gazap hâlinde de doğruyu söylemek. Fakirlikte de zenginlikte de ılımlı davranmak. Benden ilgisini keseni ziyaret etmemi, bana vermeyene vermemi, bana haksızlık edeni bağışlamamı, susmamın bütünüyle düşünce, konuşmamın zikir, bakışımın ibret olmasını ve iyiyi emretmek. „Hadis el kitabı.Rezîn.**

Takva hususnda ne kadar titiz davranısak o kadar kendi kendimize iyilik etmiş olacagız düşüncesindeyiz.Sonuçta dünya fani,içinde bulundugumuz her türlü sosyal düzeyimiz geçici,yarınımızı bilemeyen bir hayatımızı yaşıyoruz ve şükürler olsunki Allaha inanıyoruz. Amentümüzde inanç ve itikad esaslarımız belli. Sonuçta; Allahın emri dogrultusunda İyilik ve takvada yardımlaşmaya gayret gösterelim inşaallah,günah, düşmanlık ve fitne,fücur meselelerinde ise geri duralım…

Konumuzu bir ayet meali ile bitirelim inşaallah.Maide suresi ayet.2.de Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor:*** Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu, dinî) işaretlerine, haram aya, (Allah’a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram’a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca avlanabilirsiniz. Mescid-i Haram’a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir…***

Allahım bizlere hakkıyla sana kulluk etme fırsatı ver.Bizleri samimi kulların zümresine dahil eyle.Bizleri gurur,kibir ve kendini begenme hastalıgına tutulanlardan eyleme.Bizleri senden nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkan,seni nasıl sevmek gerekiyorsa öylece seven kullarıyın halkasına dahil eyle.Bizim Takvamızı,ihlasımızı ve faziletlerimizi artır.Bizleri senin en dogru yoılun olan sıratı müstakimden ayırma,Bizleri Sünnet ve cemaat ehli olanlarıyın arasına dahil eyle.Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…14.05.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.