Tevekkül Kulpuna Sarılmak

Rabbimiz Ali imran Suresi ayet.122.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler, yalnız Allah’a dayanıp güvensinler…***

Tevekkül mana itibariyle; Âcizlik gösterme, başkasına güvenip dayanma, Allaha güvenme, O’nun hükmünün mutlaka meydana geleceğine kesin olarak inanma ve alınması gereken tedbirleri alma anlamında Kur’anî bir terimdir.“Müvekkil“ vekil edinen, „tevkîl“ ise vekil kılma, vekil edinme demektir. Aynı kökten olan „ittikâl“ biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır.

Tevekkül: Kişinin, şartlarını yerine getirerek, işlerini Allah Teâlâ’ya bırakması bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O’na güvenmesi; kalbin, her işte Allah’a îtimat etmesi, güvenmesidir.“ Tevekkül, dine veya dünyaya ait herhangi bir hususta, alınacak bütün tedbirler alındıktan, konu ile ilgili tüm girişimler yapıldıktan sonra, o işin neticesinin Allah’a bırakılmasıdır. Tevekkül, insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allaha bırakması, O`nun yaratacağı neticeyi güven ve rızâ ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması; kısaca Allah`a güvenip, âkıbetinden endişe etmemesidir.

Tevekkül, kalbin Allaha tam itimat ve güveni, hatta başka güç kaynakları düşünmekten rahatsızlık duyması mânâsına gelir. Bu ölçüde bir güven ve itimat olmazsa, tevekkülden söz edilemez; kalp kapıları Allahtan başkasına açık kaldığı sürece de hakîkî tevekküle ulaşılmaz. tevekkül; müslümanın, yapacağı işlerde tüm zâhirî sebeplere sarılması, alınması gereken tedbirleri alması, çalışıp çabalaması, ama gönlünü bunlara bağlamayıp sadece Allah’a dayanmasıdır. Tevekkül, hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terkedip, “Allah’ın dediği olur” diyerek kenara çekilmek değildir.

Peygamber Efendimiz (sav), devesini salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye ** Onu bağla da öyle tevekkül et. Buyurmuştur…** (Tirmizi.) Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının bir sonucudur. Tevekkül eden kimse, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine râzı kimsedir. Fakat, nasıl kadere inanmak tembel tembel oturmayı, herşeyden el etek çekmeyi gerektirmiyorsa, tevekkül de tembellik ve miskinliği gerektirmez. Gerçek mütevekkil, çalışmadan kazanılamayacağını, ekmeden biçilemeyeceğini, amelsiz Cennet’e girilemeyeceğini, ihlâsla ibâdet ve tâatte bulunmadan Allah’ın rızâsına kavuşulamayacağını bilir.

Biz Müslümanlar ; yaratıkların bütün fiilleri, halleri ve sözleri Yüce Allah’ın kazâ ve takdîri ile meydana gelecegine inanırız. Onun için müslümanlar alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra, insanlara ve aracılara değil, sadece Allah’a dayanma anlamındaki bir tevekküle sarılırız.

Cenabı hak Tevbe Suresi ayet.129.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** (Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir…***

Ali Küçük hocaefendi ayetlerin izahuında diyorki: * Ey peygamberim, eğer senden, senin getirdiğin mesajdan, senin örneklediğin müslümanlıktan yüz çevirirlerse sen de ki: Allah bana yeter. Ben bana düşeni yaptım. Ben size Rabbimin sözcülüğünü yaptım. Ben size Rabbimin âyetlerini duyurdum. Ben sizi Rabbinize kulluğa çağırdım. Ben sizin gözlerinizin önünde Rabbinizin sizden istediği kulluğu örnekledim, gösterdim size. Artık bundan sonrası size aittir. İnanmazsanız bana Allah yeter. İster kabul edin ister etmeyin, ister iman edin ister etmeyin, ister benimle birlikte savaşa çıkın ister çıkmayın. Allah için çıkacağım bir savaşta ister mal harcayın, ister harcamayıp cimrilik yapın. Benim hiç kimseye, hiç bir şeye ihtiyacım yoktur. Bana Allah yeter, de. Her zaman ve zeminde, her konuda Rabb’ım bana yeter, de. Evet kul, Rabbinin istediği bir hayatta olduğu sürece bunu diyecek. Rabbim bana yeter diyeceğiz. Bize Allahtan başkası lâzım değildir. Allah var, başkasına gerek yoktur diyeceğiz. Sadece Allah’a güveneceğiz, sadece Ona dayanacağız. Başkalarına karşı korkusuz, hür ve özgür olabilmenin yolu bunu diyebilmeden geçer.

Gerçek güç kaynağının farkında olan müslüman hep özgürdür. Mü’min sadece Allah’tan korkar, sadece Allah’a güvenip bağlanır. Çünkü her konuda Allah kuluna kâfidir. Rızık vermede, korumada, hüküm vermede, ya-sa belirlemede Allah kuluna kâfidir. Alîm olarak, Habir olarak, Rez-zak olarak, Rab olarak, İlâh olarak Allah kâfidir. Bir başkasına ihti-yacımız yoktur. Başka yerlerde hikmet aramaya, başkalarının bilgisiyle bilgilenmeye ihtiyacımız yoktur. Ondan başka rızık vericilere ihtiyacımız yoktur. İzzeti ve şerefi sadece Onda görür, Ondan, Ona kulluktan bekler başka hiç bir yerde izzet ve şeref aramayız.

Kendimizi başkalarına değil sadece Ona beğendirmeye çalışırız, Onun beğenisi bizim için yeterlidir. Çünkü Ondan başka ilâh yoktur. Ondan başka kulluk edilecek, Ondan başka arzuları yerine getirilecek yoktur. Ben sadece Ona tevekkül ediyor, sadece Ona güveniyorum. Allah bana yeter. Ben sadece Ona teslimim. O yüce olan arşın sahibidir. O her şeye Kâdirdir. Ben Rabb’ıma güvenip dayandıktan sonra, işlerimi Ona havale ettikten sonra Rabbim her şeye Kâdirdir, mutlaka O benim yolumu açacak, bana yol gösterecek ve yardım edecektir.

İşte peygamberine böylece demesini, böylece inanıp güvenmesini istiyor Rabbimiz. Bizler de eğer peygamber (a.s)’ın izindeysek, peygamber yolunun yolcuları isek o zaman bizler de tıpkı pîşdârımız gibi bize düşeni yaptıktan sonra Allah bize yeter diyeceğiz. Allah var ya ne gam? diyeceğiz. Tüm hesaplarımızı Rabbimize, Rabbimizin arzularına göre yapacağız. Rabbimiz nasıl isterse öylece bir hayat yaşayacağız. Bu sûreyle alâkalı bu kadar söz yeter. Rabbim dilediği gibi iman edip amele dönüştürmeyi hepimize nasip buyursun…(Besairul Kuran.Ali Küçük.)

Hazreti Ömer Efendimiz, Medine’de boşta gezen bir gruba: „Siz necisiniz?“ diye sordu. Onlar da: „Biz mütevekkilleriz“ dediler. Bunun üzerine büyük halife: „Hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil yani-yiyicilersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp (toprağa ekip) sonra tevekkül edene mütevekkil denir“ dedi.Bu olay tevekkülden ne anlaşılması gerektiğini çok güzel ifade etmektedir. Gerçek tevekkül güzel bir davranış, ahlâkî bir fazilettir.

Şurası çok iyi bilinmelidirki; tevekkül ehli olmakla birilerine yamanmak, birilerinin üzerinden geçinmek, silik bir hayat sürmek, tembel tembel oturmak, insanları enayi yerine koymak, rızkını aramak varken insanlara bile bile yük olmak,ymak, rızkını aramak varken insanlara bile bile yük olmak, bu manada insanları bıktırmak müslümanın şahsiyetiyle uyuşmayacak, müslüman karakterini ve kişiligini zedeleyecek tavır sergilemeyecek yapının adamı olmalıdır.

Tevekkül sadece bir manada kullanılan ve izahı yapılan bir kavram degildir. Yukarıdada manası verildigi gibi; ‘Tevekkül’, ‘vekâlet’ kökünden türemiş bir kelimedir. Sözlükte, kendi işini gördürmek üzere birini tayin etme, birine güvenip dayanma demektir. Aynı kökten gelen ‘vekil’, kişinin kendi işini gördürmek üzere tayin ettiği, güvenip dayandığı kimse demektir. ‘Tevkîl’ ise, vekil kılma işidir ki, birine güvenip dayanma ve onu kendi yerine ‘nâib yani temsilci’ olarak tayin etmedir. ‘Tevekkül’ tevkîl etme, vekil kılma işidir.

‘Müvekkil’, hukuk dilinde, dâvâlının kendi yerine işini görmesi veya dâvâsını savunması için avukat tâyin eden, avukatı görevlendiren kimsedir. Müvekkilinin dâvâsını savunan veya onun işini gören avukat da ‘vekil’dir.Cenabı Allahın güzel isimlerinden biri olarak ‘el-Vekil’; yarattığı her şey üzerinde gözetici ve Hafîz (koruyucu) olan, hepsinin idaresinin ve rızkının kendisine ait olduğu, onlardan zararları giderici, faydalı olanları onlara verici anlamına gelir. O, her şeyi düzenleyen olduğu gibi yönetendir de. Yarattıklarını gözetir, onların rızıklarını yaratır. Hiç bir şeyin bilgisi kendine gizli değildir, her şeyi korur, sevk ve idare eder.

Müslümanların “Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir’ demeleri, bütün bu sıfatların Allaha ait olduğunu söylemek, O’nun bütün yapıp etmelerinde güç sahibi ve bağımsız oluşunu ifade etmek içindir. Allah (cc) vekil olarak, mü’minlerin güvenip dayandığı, onların yapamayacağı işlerin en güzel idarecisidir. Vekil ismi bazı âyetlerde ‘şâhit’ anlamına da gelmektedir. Allah (c.c.) her an ve her yerde insanların yaptıklarına şahit olmaktadır, onların yaptıklarından haberdardır

Kur’an-ı Kerim’de ‘vekil’ sıfatı insanlar hakkında da kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda vekil kelimesinde, daha çok bekçi, gözetleyici, işlerin sorumlusu gibi anlamlar ağır basmaktadır. İnsanlar hakkında kullanılan ‘vekil’ sıfatının genellikle olumsuz olarak gelmesi dikkat çekmektedir. Örnegin Yunus suresi ayet.108.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden hakk gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinize bir vekil değilim…***

‘Vekil’ kelimesinin insanlar hakkında sözlük anlamıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Ancak kavram anlamıyla kullanılması pek doğru değildir. Kur’an’ın ‘Allah vekil olarak yeter’ vurgusu buna işaret ediyor. Kıyâmet günü insanlara sorulacak olan şu soru da oldukça anlamlıdır: Nisa suresi ayet.4.mealen şöyledir: *** İşte siz, dünya hayatında onlardan yana mücâdele ettiniz. Peki Kıyâmet günü onlardan yana Allah’la kim mücâdele edecek? Ya da onlara kim vekil olacaktır? ***

‘Vekil kılma’ anlamında ‘tevkîl’ sürekli Allah’ı ‘vekil’ kılma olarak geçmektedir. Yani kendisine ‘tevekkül’ edilen Allah (cc); Allah’ı vekil tutan da, O’na tevekkül eden de insandır. Tevekkülün hedefi hep Allah’tır. ‘Tevekkül’ fiil ve çeşitli anlamlarıyla birlikte kırktan fazla âyette geçmektedir ki, hepsinde de ‘Allah’a tevekkül, O’nu Vekil bilme, O’na güvenip dayanma söz konusu edilmektedir. ‘Tevekkül’, kavram olarak, Allah’ı vekil bilme, O’na dayanmadır. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür: Birincisi; birisini ’veli’ bilmek, dost, yardımcı ve işine bakabilen bir kimse olarak güvenme, İkincisi ise; birisini kendi işi için vekil bilme ve ona güvenip dayanmadır.

Kavram olarak tevekkülü şöyle tanımlamak mümkündür: İnsanın, kendine yüklenilen veya kendine düşen bütün görevleri yaptıktan, bütün çalışmaları yerine getirdikten ve bütün tedbirleri aldıktan sonra, işin sonucunu Allah’a bırakmasıdır; Allah’a güvenip sonuçtan endişe etmemesidir. Şüphesiz ki ‘tevekkül’ bazılarının anladığı gibi, havadan ekmek beklemek, gayret etmeden bir başarıya ulaşmak, yerinde oturarak Allah’tan bir şey beklemek değildir. Bu anlamda Allah (cc) kimsenin ‘vekil’i değildir.

Bazı kimseler, insan olarak üzerlerine düşeni yapmazlar, gerekli çabayı göstermezler, emek sarfetmezler, sonra da işlerini Allah’a havâle ederler. Tâyin ettikleri ‘vekil’in, kendilerinin tüm işlerini görmesini beklerler. İslâm’da böyle bir tevekkül inancı yoktur. Rabbimiz bu konuda Ali imran Suresi ayet.159.da bizleri şöyle uyarmaktadır mealen: ***Allah’tan bir rahmet olarak, onlara yumuşak davrandın. Eger kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için mağfiret dile ve iş konusunda onlarla danış (müşâvere et). Bir kere azmettinmi (kesin karar verdinmi) de Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever…***

İnanıyorumki bu ayeti müslümanlar defalarca okumalı,üzerinde düşünmeli, tefekkür etmeli ve inşaallah geregi neyse amel noktasında yerine getirmelidir. Müslümanlar bu ayette allaha ve onun şanlı peygamberine sımsıkı baglanınca, itaat edince, ittiba edince teslimiyet gösterince mutlaka dogru yolda olacaklar, sıratı müstakimden şaşmayacaklar, dogru yolu bulacaklardır. Hal, hareket ve tavırlarında islamca ve tabiiki insanca davranmasını ögrenecekler ve sonuçta da büyük mükafatlarını alacaklardır. Burada yine Ali Küçük hocaya kulak verelim diyorki:

Ey peygamberim, Allah’tan bir rahmetle, Allah’tan bir rahmet se¬bebiyle sen onlara yumuşak davrandın. Allah’ın yardımı ve yol göstermesiyle onlara merhametli, müsamahalı, şefkatli davrandın. Eğer sen onlara karşı sert, haşin, katı kalpli davransaydın, onlara karşı an-layışsız, kaba olsaydın muhakkak ki onlar seni terk edip etra¬fından dağılıp giderlerdi. Kıyâmete kadar tüm insanlara, tüm toplum¬lara örnek olacak bir neslin yetişmesi için elbette peygamber Efendi¬mizin böyle davranması gerekecekti.İşte bu bir peygamber tavrıdır, bir peygamber ahlâkıdır. Bir ör¬nek davranışıdır bu.

Beni Rabbim terbiye etti ve benim terbiyemi ne güzel yaptı buyuran bizzat Rabbimizin terbiyesinden geçen Rasûlul-lah Efendimizin, örneğimizin ahlâkı işte böyle hep güzellik, hep merhamet olup Allah’ın yardımıyla hep başarıya ulaştırıcı, güzel sonuçlar tevlid edici bir örnekti. Kıyâmete kadar mü’minlere en güzel bir örnektir Rasûlullah’ın ahlâkı.Burada örneğimizin, pîşdârımızın bu güzel davranışını, bu gü¬zel ahlâkını bize arzeden Rabbimiz bize şunları söylüyor: Ey Müslü¬manlar, ey her konuda kendilerine nümûne-i imtisâl olarak sunduğum elçimi adım adım takip etmekle yükümlü olan peygamber yolunun yolcuları, işte örneğinizin örnek ahlâkı. Sizler de onun gibi olun. Onun gi-bi davranın.

Hanımlarınıza karşı, kardeşlerinize karşı, çevrenizdeki Müslümanlara karşı, işçilerinize, memurlarınıza karşı sizler de böyle davranın. Sizler de peygamber ahlâkıyla ahlâklanın. Tüm çevrenize karşı merhametli olun. Tüm çevrenizi Cennete götürücü bir tavır ser¬gileyin. Zinhar ne idare edenleriniz, ne idare edilenleriniz, ne zengin¬leriniz, ne fakirleriniz, ne kadınlarınız, ne erkekleriniz peygamber ah¬lâkını bir tarafa bırakıp böyle bir sınıf farkıyla birbirlerinizi değerlen¬dirmeyin. Unutmayın ki sizin tek değer yargınız iman olmalıdır, takva ve teslimiyet olmalıdır.

Evet, biriniz koca olabilir Rasûlullah gibi, biriniz kadın olabilir Hz. Ayşe gibi. Biriniz patron olabilir Ebu Bekir gibi, biriniz köle olabilir, işçi olabilir Bilal gibi. Biriniz idareci olabilir Ömer gibi, biriniz tebaa olabilir Ebu Zer gibi. Ama unutmayın ki Allah nazarında, kulluk noktasında bunlar arasında asla bir değer farkı yoktur. Hepsi Allah’ın kuludur. Hepsi Adem’in çocuklarıdır ve hepsi de topraktandır. İşte Rabbimizin beyanından anlıyoruz ki bizzat kendisinin ter¬biye ettiği Rasûlullah Efendimiz insanlara, çevresindekilere son de¬rece merhametli davrandı, müsamahalı davrandı, yumuşak ve halim davrandı.

Birlikte Allah’a kulluk yapmaya ve Allah’ın dinini yüceltme¬nin kavgasını verdiği etrafındaki ashabına karşı iyi davrandı, onlara kaba ve sert davranmadı. Hatalarından dolayı, sürçmelerinden dolayı onları affetti, onlar adına istiğfarda bulundu. Arkadaşlarının yaptıkla¬rından ötürü Allah’tan özür diledi. Onlara değer verdi, onlarla iş konu¬sunda, bu savaş konusunda istişarede bulundu. Çünkü Rabbimiz ona bunu emrediyordu:Ey peygamberim, onları affet, onların kusurlarından ötürü istiğ¬farda bulun, kendin hakkındaki haklarını Allah’tan bağışlamasını dile, iş konusunda onlarla daima müşavere et, daima onlarla istişare ede¬rek, onların görüşlerine müracaat ederek, kendilerine değer verdiğini ortaya koyarak, bu din işinin, bu hayat programının kendi meseleleri olduğunu, binaenaleyh kendi öz meselelerine sahip çıkıp, kafa yor¬maları, fikir beyan etmeleri, katılımda bulunmaları konusunda, aklî güçlerini ortaya çıkarmaları konusunda da onlara imkân hazırlayarak onlarla dayanışma içinde bir hayat yaşa.

Ey peygamberim, Allah adına birlikte yaşadığınız bir hayatın problemlerinden onları da haberdar et. Kararını onlarla birlikte ver. Ama vereceğin tüm kararlarında, tüm hayat problemlerinin çözü¬mün-de Allah’ın dini, Allah’ın arzuları hâkim olsun. Allah’ın kitabının âyetleri doğrultusundan şaşma. Bir savaş kararı mı alacaksın? Bir ba¬rışa mı karar vereceksin? Medine’de bir müdafaa savaşına mı karar verdin? Arkadaşlarının arzusuyla bundan vazgeçip Uhut’ta düşmanı karşılamaya mı karar verdin? Hangi konuda bir karar vermişsen artık verdiğin o kararında sebat et.

Bir şeye azmedip karar verdin mi sa¬dece Rabbine tevekkül edip, sadece Rabbine güvenip, dayanıp, ona sığınıp yürü. Çünkü kesinlikle bilesin ki Allah kendisine güvenip, ken¬di-sine tevekkül edip, kendisini velî ve vekil bilip tüm işlerini kendisine havale edenleri, yolunda yürüyenleri sever. Daha önceki âyetlerde demeye çalıştığımız gibi Rasûlullah Efendimiz Uhud savaşının başlangıcında ashabını toplayarak bu ko¬nuyu onlarla istişare etmişti. Kendi fikrini açıklayıp onların fikirlerini almıştı. Allah’ın Resûlü Medine’de kalıp gelmekte olan düşmana karşı bir müdafaa savaşı vermeyi düşünüyordu.

Ama istişare ettiği ashabı arasında daha önce Bedir’de bulunamayıp düşmanla karşılaşmaya can atan, bir meydan muharebesi için yanıp tutuşan gençler vardı. Bunlar ısrarla Uhud’a gitmeyi, düşmanı şehrin dışında karşılamayı ve kahramanca bir savaşta Rasûlullah’ın yüzünü aydın etmeyi istiyor¬lardı. Onların bu arzularında ısrarlarını gören Allah’ın Resûlü kendi fikrinden vazgeçip onların bu arzusunu kabul etti. Sonra bu gençler Rasûlullah’ı üzdüklerini, onun arzusuna mu¬halefet ettiklerini zannederek pişman oldular ve gelip şöyle dediler:

Ey Allah’ın Resûlü, sizin arzunuzun aksine bir şey isteyerek galiba bizler hata ettik. Bu tavrımızdan ötürü bizi affet ve nasıl istersen öylece yap. Biz sizinle beraberiz dediler. Allah’ın Resûlü artık kararını vermişti. Buyurdu ki bir peygamber bir şeye karar verip azmetmişse, savaş için zırhını giymişse artık zırhını çıkarmak, kararından dönmek ona yakış-maz dedi, kararında azmetti, sebat etti, gitti Uhud’a, sonuna kadar di¬rendi, dayandı orada. Allah’a itimat edip, tevekkül edip savaş meyda¬nında yerine çıkılmış gibi bir adım bile geriye atmadı, kaçmadı.

Büyük bir azim ve cesaretle bozguna uğrayan, kaçmaya çalışan arkadaşla¬rının arasında ordusunu toparlamaya ve kaçmalarına engel olmaya muvaffak oldu.İşte bu onun Allah tarafından kendisine kazandırılan ahlâkının savaş yönünü, azim ve cesaret yönünü, Allah’a güveninin tam olu¬şundan dolayı kaçmayı aklının ucundan bile geçirmeme yönünü teşkil ediyordu. O sadece Allaha güveniyor, sadece ona sığınıyor, kendisini sadece onun koruyacağını bildiği Rabbine tevekkül ediyor, vekaletini ona veriyor ve zaferi, yardımı ondan bekliyordu.(Ali Küçük.Besairul Kuran.)

Görüldüğü gibi tevekkül’ün oluşum süreci açıktır. Yukarıdaki âyet belli bir konuda yapılması gerekenleri söyledikten sonra tevekkülün gereğine işaret ediyor. ‘Bir kere azmettinmi’ ifâdesi, gerekli kararlılığı ve yapılması gerekli çalışmaları haber veriyor. İman edenler, Rablerinin kendilerini ne ile sorumlu tuttuğunu bilirler. Bunun şuurundadırlar. Bütün kulluk görevlerinin yerine getirilmesi, bu işin şartıdır. Zaten insan bunun için yaratılmıştır. Görevler yerine gelmeden, sonucu büyük mükâfat ve kazanç olarak beklemek mümkün değildir. Mü’min, gerekeni yapar, sonuç konusunda Allah’a güvenip dayanır, O’nun vereceği karşılığa razı olur. İslâm mü’minlere, ilim öğrenmelerini, emirlere uymalarını, rızıklarını aramalarını, Allah yolunda çalışma yapmalarını, düşmana karşı hazırlıklı olmalarını, din ve dünya işlerinde şûrâya başvurmalarını, işleri kolaylaştıracak metodları bulmalarını, haksızlıktan kaçınıp her işlerinde adâlete uymalarını ve bunlara benzer bir çok güzel şeyi yapmalarını emrediyor. Elbette bu çalışmalar yapılırsa sonuç da, neticede güzel olacaktır.

Tevekkül bu anlamda, bütün çalışmaları yaptıktan, bütün görevleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur ve doyumluluk, bir yönden de Allah’ın vereceğine razı olma ahlakıdır. ‘Tevekkül’, güçlü bir iman ve Allah’ın emrine uymada sürekli bir kararlılıktır. Tevekkül eden kişi yani mütevekkil, yaptığı tevekkülle bir faydayı elde eder, bir zarardan kurtulur. Onun hakkıyla yapacağı tevekkül ona böyle bir sonuç kazandırır ki, böyle bir sonucu başka bir şeyle elde etmek mümkün değildir.

Allah’a tevekkül, O’nun yardım ve desteğine güvenmedir, en uygun çalışmayı yapan, kulluk görevlerini yerine getirenlere iyi sonuç vereceğinden emin olmaktır. Kulun tevekkülü, Allah’ın o kuluna yeterli oluşunun bir sebebidir. Kur’an, mü’minleri tıpkı takvada olduğu gibi, böyle bir tevekküle teşvik ediyor. Tevekkül, hakka tam bağlılık, azimli ve kararlılık sahibi olma unsurları ile güçlenir, yerine getirilir. Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül ederler…

Bu manada Rabbimiz Müzzemil Suresi ayet.8-9.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’nun himayesine sığın…*** Ayrıca ali imran Suresi ayet.173. Bu konuda bizlere müjde ile birlikte büyük bir cesareti de beraberinde aşılamaktadır mealen şöyle: *** Bir kısım insanlar, müminlere: „Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!“ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve „Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!“ dediler…***

İnancımız odurki mutlaka; Her şey bir sebebe bağlıdır. İnsanın kaderi; hedefini, amacını ve bu amacı gerçekleştirecek olan sebebi de içerisine alır. Bu, toprağın mahsul verebilmesi için, onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerektiği gibi bir sebep-sonuç ilişkisidir. “Duâ ve tevekkül, işlerin sonucuna etki etmez!” diyen, amel işlemekle emredilmeyi, sebeplere yapışmayı görmezlikten geliyor demektir. Bir amel işlemeden, bir amaca ulaşmak için bir çaba sarfetmeden, emredilen şeyleri yerine getirmeden bir başarıya, veya Allah’ın insana vadettiklerine kavuşmak mümkün değildir.

Örnek ve önderimiz, Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Siz Allah’a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı; sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” (Tirmizi). Bu demektir ki kuşlar gibi çaba sarfedenler, bu gayretlerinin sonuçlarını en güzel şekilde görürler. Bizim adımız MÜSLÜMAN yani bizler teslim olanlardanız. Teslimiyetimiz ise öncelikle Allahın emri ve Peygamber efendimizin sünneti seniyyesine olacaktır inşaallah.Kuranı Kerîm ve hadislerden öğrendiğimiz Allah Teâlâ’nın mübârek isimleri bizim O’nu daha iyi tanımamıza yardımcı olurlar. Aslında, Esmâü’l-Hüsnâ’nın çoğu, biraz düşünüldüğünde tevekkül kavramıyla alâkası kurulabilir. Ama, bunlardan bazılarının tevekkül kavramıyla daha çok yakın ilgisi vardır. Kendisine iş ısmarlanan kişiye vekil denildigini ifade etmiştik. Bilindiği gibi vekil yapılacak kişinin, vekil olacağı iş hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmaya gücü yetmesi, kendisini vekil edenin her bakımdan güvenine lâyık olması gerekir. Şu halde tevekkül, emin ve kuvvetli bir vekile güvenerek, işlerini ona bırakma hareketidir.Kuvvetle inanıyoruzki, Yüce Allah, kendisine hakkıyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye ulaştırır. Gerçi O’na hiçbir şey vâcip değildir; O, hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecbur değildir; mutlaka O’nun irâdesi çerçevelenemez, isterse yapar; istemezse O’na bir işi zorla yaptıracak yoktur. Fakat O’nun râzı olacağı şekilde işler kendisine bırakılırsa, hayırlı ve kârlı olanı yapar; âdeti ve hikmeti budur.

Gerçek vekil ancak Allah celle şanuhudur. Çünkü her işi bütün sırlarıyla bilen ve her zorluğu açan yalnız O`dur.Bir insanın gerek şahsıyla ilgili konularda, gerek aile işlerini idârede; çocukların terbiyesinde, sağlık konularında; bir tüccarsa ticârî ilişkilerinde veya bir memursa resmî işleri etrafında, kısacası hangi meslektense ona göre iş ve gücünün her gün çeşitlenen pürüzleri karşısında, kâr-zarar düşünülerek, işler ne kadar hesaplı tutulursa tutulsun, yine de insanın karşısına hiç hesapta olmayan şeylerin çıktığı görülür. Alınan tedbirler, yapılan istişâreler hatır ve hâyâle gelmedik nice sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir.

Yerden, gökten beklenmedik nice âfetler; insan gücünün, fen kudretinin önleyemeyeceği nice engeller belirir veya insanlarla olan ilişkilerimizde bizim düşündüğümüzün dışında, umulmadık gelişmeler meydana gelir ve böylece bütün hesaplar alt üst olabilir, bütün hayaller suya düşebilir.İşte bu sebeplerden dolayı, isteklerimize ulaşmak için elimizden gelen bütün gayreti sarf ederek çalışıp çabaladıktan sonra, ilerisi için telaş ve heyecana kapılmayarak, bütün sebepleri emir ve fermânı altında tutan Yüce Allah’a tevekkül etmek gerekir.

Tevekkül, görevlerini yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itmînân ve güven olayıdır. Tamamen materyalist ve pozitivist bir bakışla dahi tevekkülün bulunması insana bir şey kaybettirmeyeceği gibi; bulunmaması durumunda moral ve psikolojik açıdan kesinlikle bir kayıp söz konusudur. Tevekkül eden kişi, Allah vekîlimdir deyip işini O`na havâle ederek, sonuç ne olursa olsun ona rızâ duygusuyla, iç yorgunluk çekmekten kurtulacaktır.Tevekkül denilen mânânın bir gönülde yer tutması, sahibi için dünyanın en zengin hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir. Çünkü bir insan için gönlünün rahatlığı ve huzuru en büyük nimetlerdendir.

Ancak, gönlüne, Allah’a tevekkülü hakkıyla yerleştirebilmiş bir müslüman emir ve nehiylere baglı kaldıkça, her zaman mutlu, huzurlu ve rahat olacaktır inşaallah. Çünkü o, kendine düşeni yaptıktan sonra bilir ki, sonsuz rahmet sahibi Allah Teâlâ sevdiği kulunu, kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünür ve korur inancının sahibidir.Bir hadis mealiyle konumuzu baglayalım inşaallah.** Ebû Bekir (r.a.) şöyle demiştir: „Biz (Hicret esnasında) mağarada iken, başımız ucunda (bizi arayan) müşriklerin ayaklarını gördüm ve Rasûlullah’a: „Ey Allah’ın Rasûlü, eğer şunlardan biri eğilip aşağıya bakacak olsa mutlaka bizi görür“ dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: „Ey Ebû Bekir, üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve haklarında neler düşünüyorsun? (Buhari) Allahım sana iman ettik, yalnız sana inandık, sana güvendik, sana baglandık, her türlü işlerimizin halli için elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra sana tevekkül ediyoruz bizleri yardımınla mükafatlır, sevindir,huzurlu kullarıyın arasına dahil eyle allahım. Bizleri dinimizi yaşama ve yaşatma çalışmalarımızda sabır, azim, kararlılık ve tevekkülle destekle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma.Bizleri Ehli sünnet vel cemaatta devamlı duranlardan eyle.Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…11.09.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.