Ümmeti Muhammed Bilinci

Rabbimiz Ali imran Suresi ayet.110.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır…***

Ümmet-i Muhammed yeryüzünün en değerli topluluğudur… Gelmiş geçmiş topluluklar içerisinde en değerli topluluk bu ümmettir. Zira bu ümmetin en belirgin özelliklerinden biri de, ümmetlerin en hayırlısı olmasıdır. Bu ümmetin bütün nesilleri değerli ve o kadar da kıymetlidir ki,Adem aleyhiselamdan beri insanlığın en büyük ve en muhteşem topluluğudur. Şeytan gibi nice gaddar ve zalimin en kuvvetli düşmanıdır, Ümmeti Muhammed. Ve yakın bir gelecekte Deccal ile en çetin mücadeleyi verecek topluluktur Ümmet-i Muhammed.. Hatta Hadislerin delaleti ile, taş veya ağacın ardına gizlenen Siyonistleri yok ederek, dünyayı selamete çıkaracak topluluk bu Ümmettir…

Bu ayeti kerimenin izahında Şehid seyyid kutub diyorki: * Bu müslüman cemaatin, kendi gerçeğini ve değerini bilmeleri için idrak etmeleri gereken şey budur… Aynı zaman bu cemaat öncü ve önder olarak çıkarılmıştır. Yüce Allah, yeryüzü önderliğinin, iyiliğin emrinde olmasını diler, kötülüğün değil. Bu yüzden müslüman ümmetin kendi dışındaki cahiliyyeye mensup milletlere herhangi bir konuda başvurması, konumuna uygun bir davranış değildir. Ancak diğer milletler müslümanın akidesine başvurabilirler. Bunlar aynı zamanda yanlarında var olan İslâmdaki sağlam inanç,düşünce sistemi,ahlâk, marifet ve ilim gibi şeylerden yararlanabilirler.

Bu yararlandırma müslümana, bulunduğu konumun ve varlık gayesinin yüklediği bir görevdir. Onun görevi sürekli önde bulunmak ve daima önderlik makamında olmaktır. Bu makamda bulunabilmek için bazı gerekler vardır. Öncelikle iddia ile verilmez, aynı zamanda, ehil olunmadıkça da teslim edilmez. Müslüman cemaat ise gerek itikadi düşüncesi gerekse sosyal düzeniyle bu makama layıktır. Ancak bu görevini sürdürebilmesi ve hilâfet görevinin hakkını verebilmesi için ilmi ilerleme ve yeryüzünün imarı konusunda da ehil olmalıdır. Bu ümmetin, doğrultusunda hareket ettiği ilahi metod, ondan çok şey istemektedir.

Eğer müslüman ona uyup icaplarını yerine getirerek gereklerini ve yükümlülüklerini idrak ederse bu inanç müslüman cemaati her alanda ileriye götürmektedir. Bu konumun başta gelen gereklerinden biri; beşer hayatının şer ve fesattan korunması ile iyiliği emr ve kötülüğü nehy görevini yerine getirebilmesi için, kendisine özgü bir kuvvetinin bulunmasıdır. Evet, bu ümmet insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetdir. Bu özellik güzel davranmaktan ve sevmekten kaynaklanmadığı gibi tesadüf eseri verilmiş herhangi bir değeri olmayan birşey de değildir.

Aynı zamanda „Biz Allah’ın çocukları ve sevenleriyiz“ diyen ehl-i kitabın dediği gibi özellikleri ve yücelikleri dağıtmak ta değildir. Asla. Yüce Allah bütün bunlardan münezzehtir. Bu din, iyilik ve kötülüğün sınırlarını belirleyen, imanla beraber beşer hayatını, kötülükten koruyup iyilik üzere ikame etmek için uygun bir pratiktir. Bu, hayırlı ümmetin, yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin ötesindeki zorluklar ve yolundaki dikenlerle beraber yükselmesidir. Bu, kötülüğe saldırıp, iyiliği teşvik etmek ve toplumu fesat etkenlerinden korumaktır. Bütün bunlar zor ve meşakkatli işler olmakla beraber salih bir toplum kurmak, korumak ve yüce Allahın dilediği hayat tarzını gerçekleştirmek için zaruridir.

Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için Allah’a iman gereklidir. Ayrıca bu konuda toplumun uyum içinde olması da yeterli değildir. Çünkü fesat o derece yaygınlaşır ki, ölçüleri bozup toplumu yanıltabilir. O halde hayır, şerr, üstünlük, alçaklık, iyilik ve kötülük hakkında insanlardan herhangi bir neslin üzerinde ittifak ettiği kuralın dışında, bir temele dayanan değişmez bir ölçüye dönmek kaçınılmazdır. İman insanın kendisine varlık ve yaratanıyla olan ilişkileri konusu ile varlığının gayesi ve bu evrendeki gerçek konumu hakkında sağlıklı bir düşünce yerleştirmekle bu ölçüyü gerçekleştirir.

İşte bu genel ölçüden ahlaki kurallar doğar… Çünkü, Allah’ın rızasını celbetmek ve O’nun gazabından sakınmak duygusu insanı bu kuralları gerçekleştirmeye sevkeder. Aynı şekilde Allah’ın vicdanlar üzerindeki egemenliği ve O’nun şeriatının toplum üzerindeki hakimiyeti bu kuralları koruma düşüncesini güçlendirir. Sonra, iyiliği emredip kötülükten nehyederek hayra çağıranların bu meşakkatli yolda yürümeleri ve zorluklara güç yetirebilmeleri için kuvvetli bir imana sahip olmaları kaçınılmazdır. Çünkü, bütün dehşet ve azametiyle kötülüğün tağutu, bütün edepsizliği ve şiddetiyle şehvetin tağutu ve habis ruhların alçaklığı, gayretlerin isteksizliği ve arzuların ağırlığıyla karşılaşacaklardır. Bunlara karşılık azıkları sadece imandır.

Bütün cephaneleri imandır ve destekleri yalnızca Allah’tır. Çünkü iman azığından başka bütün azıklar tükenir, iman cephanesinden başka bütün cephaneler patlar ve Allah’ın desteğinden başka bütün destekler yıkılır. Surenin akışı içinde gördük ki, müslüman cemaate, kendi içinde hayra çağıran iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir grup oluşturmaları görevi veriliyor. Burada ise yüce Allah müslümanların tümünü insanlık cemiyetinde tanınmalarını sağlayan bu yüce esasları yaygınlaştırmadıkları sürece gerçek anlamda varolamayacaklarını anlamasını sağlamak için bu sıfatlarla nitelendiriyor. Ortada iki durum var.

Ya Allaha imanla beraber hayra çağırıp, iyiliği emr ve kötülüğü nehyedecekler ki, ancak bu durumda gerçek anlamda varlıkları söz konusu olabilir ve müslüman ismini hakkedebilirler. Ya da bunlardan hiçbirini yerine getirmeyecekler ve bu durumda da varlıkları söz konusu olamayacağı gibi müslüman sıfatına da lâyık olmayacaklardır. Kur’an-ı kerimin birçok yerinde bu hakikat yerleştirilir. Ayrıca aşağıda bazısını aktaracağımız Resulullah’ın birçok sahih emir ve direktifleri mevcuttur:

„Ebu Said el-Hudri’den, Resulullah’ın şöyle dediğini işittim: „Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, şayet buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıfıdır.“ (Müslim)

İbn-i Mes’ud, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: „İsrailoğulları günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini bazısına çarptı. Davut’un, Süleyman’ın ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah oturup şöyle dedi-: `Hayır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız‘ Yani şefkat gösteri çevirirsiniz.“ (Ebu Davud ve Tirmizi)

Huzeyfe (R.A.)nin rivayetine göre Resulullah şöyle buyurdu: „Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz ya da Allah üzerinize azabını gönderir de dua edersiniz ama duanızı kabul etmez.“ (Tirmizi)

İrs İbni Umeyr el-Kindi’den, Resulullah şöyle buyurdu: „Yeryüzünde hata işlendiğini görüp de nehyedenler onu görmemiş gibidirler. Görmeyip de rıza gösterenler görmüş gibidirler.“ (Ebu Davud)
Ebu Said el-Hudri’den Resulullah şöyle buyurdu: „Cihadın en büyüğü zalim sultan karşısında söylenen adalet sözüdür.“ (Ebu Davud, Tirmizi)
Cabir b. Abdullah Resulullah’tan şöyle rivayet eder: „Şehidlerin efendisi Hamza’dır. Birde zalim sultana karşı emir ve nehiyleri tebliğ ederek öldürülen kişidir.“ (Müstedrek Lil-Hâkim.)
Bunlardan başka daha birçok hadis… Hepsi de müslüman toplumda bu özelliğin temel oluşunu ve gerekliliğini yerleştiriyor. Ayrıca Kur’an ayetlerinin yanında bu hadisler, değerini ve hakikatini bilemediğimiz geniş ve planlı bir eğitim ve yöneltmenin unsurlarını içermektedir.

Semavi kitaplarda, övülen bir topluluktur Ümmet-i Muhammed!…
Dünyaya gelmeden övgüyle anılan topluluk şüphesiz bu Ümmettir. Bu sebeple bir edib zat: ‘Daha dünyaya gelmeden övgüyle yad olunan bir topluluğa, zillet/alçaklık yaraşmaz!..’ demektedir. Nitekim Tevrat nüshalarında efendimiz (sav)’in özellikleri bahsedilirken: ‘Onun Ümmeti güzel ahlaklıdır. Minarelerden namaza davet eden müezzinleri işitince abdest alıp camiye koşar, düzgün saf yapar, bir hizada dururlar. O’nun ümmeti, geceleri de zikreder ve ibadet yapar. Örtünmeye de dikkat ederler…’ diye vasfedilir. Bununla geçmiş Ümmetler gelecekteki bu hayırlı topluluğun özellikleri ile İrşad edilmektedirler. Daha dünyaya gelmeden özellikleri sitayişle anlatılan bu Ümmet, Ümmetlerin efendisidir.

Bu Ümmet, Merhamet olunmuş bir Ümmettir!…
Geçmiş ümmetlerin bir çoğu, zaman zaman peygamberlerinin lanet ve bedduasına uğramışlar ve pek çokları helak olmuşlardır. Ama bu ümmete Peygamberimiz daima dua etmiştir. Ölen her müminin arkasından “Allah rahmet eylesin!” deriz. Zira Ümmet-i Muhammed’e “Ümmet-i merhume” denir. Yani Allah’ın kendilerini hususi rahmetiyle rızıklandırdığı bahtiyarlar topluluğu demektir.

Bu gün, Tarih boyu Ümmet-i Muhammed’in, O Övülmüş Peygambere mensup olmaları münasebeti ile elde ettikleri yüksek şereften bahsedeceğiz. Bu ümmete pek çok üstün şeref bahşedilmiştir. Zira Ümmetlerin şeref ve üstünlüğü, Peygamberlerinin şerefinden dolayıdır. Bu Ümmet, geçmiş Ümmetler gibi Peygamberini sıradan bir beşer yerine koymamış, bilakis, O’na Allah’ın bahşettiği Yüksek Þerefi idrak ederek gerekli alakayı göstermiştir. Bu itibarla da, hem Allah tarafından ve hem de Peygamberleri tarafından şerefleri tescil olunmuştur. Bu bahis bizim aşina olduğumuz bir konu olması münasebeti ile, istedik ki bu değerli bilgileri bir araya getirelim ki, kardeşlerimiz ve gelecek kuşaklar bu değeri birlikte paylaşalım… Evet şimdi bu değerle sizleri başbaşa bırakıyorum. Bizi de dualarınızdan unutmayın.

Ümmet-i Muhammed’in üstünlüğü
Allah’ü teala bütün isim ve sıfatlarının kemal ve üstünlüklerini, en sevgili kulu ve Resulü olan Muhammed (sav)’de toplamıştır. Bütün bu üstünlükler, kula yakışacak şekilde O’nda görünmektedir. O’na indirilmiş olan kitap, yani Kur’an-ı Kerim, bütün Peygamberler (asm)’a indirilmiş olan kitapların hepsinin özetidir. Hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. Bu büyük Peygambere (sav) verilmiş olan din de, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. Hak olan, doğru olan bu dinin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmıştır. Ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmaktadır. Mesela, meleklerden bir kısmına ruku etmek emrolunmuştur. Bir çoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyam yani ayakta ibadet etmeleri emredilmiştir. Bunun gibi, geçmiş ümmetlerden bazısına yalnız sabah namazı emredilmişti. Başkalarına başka vakitlerin namazı emrolunmuştu. Geçmiş ümmetlerin ve Mukarreb meleklerin ibadetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri, bu dinde emrolundu. Bunun için, bu dini tasdik etmek, inanmak ve bu dinin emirlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdik etmek ve hepsine uymak olur. Demek oluyor ki, bu dini tasdik edenler, ümmetlerin en hayırlısı, en iyileri olur. Bu dine inanmayan, beğenmeyen, buna uymak istemeyen de geçmiş dinlerin hepsine inanmamış, hiçbirine uymamış olur. (1)

Ümmet-i Muhammed olmanın üstünde başka şeref yoktur!…
Eskilerden kalma dua mahiyetinde, güzel bir deyim vardır: ‘Allah bizi Ümmet-i Muhammed’den eylesin’ diye. Ümmet-i Muhammed olmak, hakikaten ne büyük saadet, ne büyük bir devlet ve ne büyük bir şereftir! Her şeyden önce ‘MÜSLÜMAN’ ismini bize Rabbimiz vermiştir. İsmimizin tarifi Allah tarafından yapılmıştır. Kimliğimiz Allah’ın boyasıyla boyanmıştır. Rengimizi bizzat Allah seçmiştir.
Büyük devlet adamı ve adalet şehrinin kapısı, Mü’minlerin efendisi Hz. Ömer (ra): ‘Ümmet-i Muhammed olmanın üstünde başka şeref yoktur!..’ buyurur.

Evet.. Bu söz, söyleyen kadar değerli ve kıymetli bir sözdür. Zira bir Komünist: ‘En koyu Komünist benim!’ diyebilir. Bir Ateist: ‘En koyu Ateist benim!’ diyebilir. Ama bir Müslüman: ‘En koyu Müslüman benim!’ diyemez. Çünkü her şeyden önce terimler farklı, değerler daha farklı. Müslümanlığın sahibi Allah iken, Komünizm ve Ateizmin sahibi insandır. Gerek Komünizm ve gerekse Ateizmde hedef ancak belirlenen seviyedir. Ama Müslümanlıkta belirli bir hedef yoktur. Onun sınırı sonsuzdur. Hedefi sonsuzluk olanla, sınırlı olan bir olamaz!.. Bundan dolayı Müslüman

olmanın ötesinde başka şeref yoktur! Hem sonra Allah (cc) izzet ve onuru üç’e ayırarak, bunu sadece kendisine, Resulüne ve mü’minlere tahsis etmiştir.
– “İzzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve Mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.” (2)

Hazret-i Ömer (ra)’ın, bu ümmetin emini Hz. Ubeyde b. el-Cerrah (ra)’ı Þam seferine kumandan olarak gönderirken söylediği şu sözlerde bizler için alınacak ders ve ibretler vardır: «Biz en zelil bir kavim (topluluk) idik, Allah teala bizleri İslam ile aziz (izzetli) kıldı. Þayet biz izzeti Allah’ın bizi kendisiyle izzetli kıldığı şeyin gayrında ararsak, Allah bizi zelil kılar.» Evet.. Bunu anlamak, irfan ister…

Bu gün, kendini her yönden donanımlı addeden Batı toplumu, gerçekte geçici emellere perçinlenmiş bir saltanat sürmektedir. Tarih boyu bu tür medeniyetlerin ömrü çok kısa sürmüştür. Gerçek onur ve izzet, Allah’ın önünde diz çökmekte ve yaratıklar arasında adalete riayet etmededir… Allah’ın önünde diz çöken, haksızlığın karşısında yer alır… Zalime tavır koyan, izzetli olur… Bu sebeple Allah, yeryüzünde izzet ve onuru bu Ümmete layık görmüştür…

Nuh (as)’ın gemisindekiler kurtulurken, ya Muhammed (as)’ın gemisindekiler…

Tarih boyu dünyamız, insanların fesat düşünce ve davranışları yüzünden pek çok kere felaketlere maruz kalmıştır. Bunun çözümünü aramak üzere, Kur’an’a baktığımızda, Rabbimiz (cc) şöyle buyurur:
ظَهَرَ الفَسادُ فِي البَرّ والبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُمْ بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ..

– “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu. Ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de tuttukları kötü yoldan dönerler.” (3)
İnsanların günah ve isyanları yüzünden, karada ve denizde bela ve musibetler ortaya çıktı. Musibetlerin sebebi olan günah ve isyanı, insan ya gafletinden dolayı veya inançsızlığından dolayı işler. Nimet sahibini unutarak, bütün nimetleri maksadının dışında ve hor kullanır. Böylece Fıtrat kanunlarının zıddına işlemesine çalışmış olur. Alemde düzen sarsıldı mı, bundan herkes durumuna göre nasibini alır. Gidişatı bozulan düzenin, sahiplerini endişeye sevketmesi ise tabiidir.

Hulasa; ecdadımızın: ‘Bir musibet, bin nasihatten yeğdir’ sözüyle anlatmak istedikleri budur! Fırtınalı denizden kurtuluş, nasıl Allah’ın inayeti ile, tecrübeli bir kaptan ve dayanıklı bir gemi sayesinde olursa, asrın fırtınalarından kurtuluş da, Hz. Muhammed (sav)’in kaptanlığındaki, İslam gemisine binmekle olur.

Þeyh Sadi (rh.a) der ki: “Ya Muhammed! Senin gibi dayanağı ve desteği olan bir ümmetin gönlünde gam ve kaygı olur mu? Kaptanı Nuh olan geminin, deniz dalgalarından korkusu bulunur mu?..” Evet.. Kaptanı Nuh (sav) olan geminin yolcusu selamet sahiline çıkarken, Muhammed (sav)’in gemisinde yolculuk yapan nasıl denize batar?.. Muhammed (sav)’in Ümmetine keder, endişe nasıl yaraşır!.. Tedirginlik bizim soframıza nasıl konur!..

Bugün, Ümmet-i Muhammed’i her fırsatta dışlayan Batı toplumunun ekseriyeti stres içerisinde yaşarken, İslam toplumu türlü imkansızlıklara rağmen, Batı toplumunun içine düştüğü bunalımlardan uzak yaşamaktadırlar. Bunun sebebi; Hz. Muhammed (sav)’in sevgisinin kalplerde bıraktığı derin tesirdir. Þu halde Batı toplumunun, hor gördükleri bu İslam toplumundan alacakları çok değerler vardır!.. Zira, tedirgin olanla, emniyet içinde olan bir değildir!..

Ümmet-i Muhammed kurtulmuş ümmettir!…
İnsanlık bugün maddenin esaretinde, maneviyattan tecrit olmuş bir vaziyette ve bunun tabii neticesi olarak da binbir türlü tereddüt ve şüphe dalgaları arasında kıvranıp gitmektedir. Fakat Kalpleri Tevhid nuru ile saflaşmış olan Mü’minler, her türlü şüphe denizinden uzak, bütün tereddütlerden de kurtulmuş topluluktur. Bunun sebebi araştırıldığında görülür ki:

Takvaya erenler var ya… Onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda, birden hatırlayıp gerçeği görürler” (4) ayetinin sırrı karşımıza çıkmaktadır.
Evet.. Bu hal Ümmet-i Muhammed’in özelliklerindendir. Ümmet-i Muhammed, her türlü Þeytani dürtülerden ve iç darlıklarından selamette olan topluluktur. Bunun için bu Ümmetin en belirgin özelliklerinden bahsedilirken: ‘Kurtulmuş Ümmet’ tabiri yerinde bir tabir olarak kullanılır.

Geçtiğimiz asrın müstesna simalarından Abdulhakim Arvasi (ks) kendisine: ‘Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu ne zaman olacak?’ diyen bir zata: ‘Ümmet-i Muhammed demek, kurtulmuş Ümmet demektir’ cevabını verir.

Evet.. Ümmet-i Muhammed kurtulmuş Ümmettir!.. Þu halde kurtulanlardan olmak, helakin ve helak yasasının dışında kalmak isteyen, o günkü kurtulanların rolünü oynamak zorundadır. Kurtulanlar safında yer almak isteyen, Peygamber gemisine bilet almak ve Safını belirlemek zorundadır!..

Alemlerin efendisine derdini döken Molla Cami hazretleri: ‘Nasıl olur ya Resulallah? Ashab-ı Kehf’in bir köpeği vardı. Onlardan ayrılmadığı için onlarla beraber cennete girecek. Senin de bir ashabın var ben de senin ashabının köpeğinim. Senin ashabın cennete girerken ben nasıl dışarıda kalırım’ der.
Evet.. Geçmiş dönemlere mührünü vurmuş Genç Yiğitlerin beraberindeki köpekleri, Allah dostlarına olan sadakatinden dolayı Cennete alınacağı belirtilirken, Ümmet-i Merhumenin Cennetin dışında kalması muhaldir!.. Bunun sebebi olarak İslam Ümmetinin, heva ve heveslerin, boş şeylerin ve haram kılınan şehvetlerin her türlüsünden uzak durması gösterilir… Çünkü Cennetin etrafı

“ zorluklarla, Cehennemin etrafı da şehvetlerle çevrilidir. Bu Ümmet, heva ve heveslerden, şehevi lezzetlerden kaçınan en seçkin bir topluluktur. Bu hal, bu Ümmete, Allah’ın özel bir ikramı ve açık bir merhametidir…

Allah Teala Bu Ümmete, Geçmiş Ümmetlerden Ayrı Olarak Çeşitli İmtiyazlar Vermiştir
Bir edib zat, bu Ümmetin diğer ümmetlerden ayrıcalığı noktasında şöyle bir tesbitte bulunmuştur. ‘Allah bu ümmete beş çeşit imtiyaz verdi:
• Kibirli olmasınlar diye aciz yarattı.
• Az yesin-içsinler diye ufak-tefek yarattı.
• Günahları az olsun diye kısa ömürlü yarattı.
• Hesapları az olsun diye fakir yarattı.
• Mezarlarında az yatsınlar diye en son yarattı…’
Tabi bu ümmetin şerefini belgeleyen pek çok, ser-levha olabilecek daha nice özellikler vardır ki, hepsi bu zatın anlattığından ve bizim yukarıdan beri ortaya koymaya çalıştığımız açıklamalardan ibaret değildir. Bu ümmete önceki ümmetlerden ayrı olarak pek çok şey ihsan olunduğu, ta Semavi kitaplara konu olduğunu belirtmiştik. Bilginler bu hususta çeşitli araştırmalar yaparak, pek çok kalıcı eserler vermişlerdir. Kısaca Ümmet-i Muhammed’in Özelliklerini madde halinde sayacak olursak şöyledir:
1..) Harpte düşmandan alınan ganimet yalnız bu ümmete helal kılındı. Önceki ümmetlere helal kılınmamıştı.
2..) Beş vakit namaz kılmak,
3..) Namaz için ezan ve ikamet okumak.
4..) Fatihayı bitirdikten ve dualardan sonra “Âmin” demek.
5..) Namazda melekler gibi saf yapmak. Önceki ümmetler, namazlarını yalnız kılarlardı.
6..) Karşılaşma sırasında selamlaşmak.
7..) Cuma günü.
8..) Cuma gününde duanın kabul edildiği saatin, vaktin bulunması.
9..) Ramazan-ı şerifin ilk gecesi olduğunda Allah’ü tealanın, Muhammed (sav)’in ümmetine nazar etmesi, bakması. Allah’ü teala nazar ettiği kuluna asla azab etmez.
10..) Sahur yani, imsak vaktinden önce kalkıp oruç tutmak için bir şeyler yemek, iftarda acele etmek.
11..) Kadir gecesinin verilmesi. Böyle bir gece geçmiş ümmetlere verilmedi.
12..) İstirca’ yani bela ve musibet zamanında “İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn” demek. Böyle söylemek daha önce hiçbir ümmete verilmemiştir.
13..) Önceki ümmetlere yüklenen ağır vazifeler bu ümmete yüklenmedi.
14..) Allah’ü teala bu ümmeti, hata, unutma ve cebr (zorlama, tehdit vs.) altında yaptığı işlerden ve kalbe elde olmadan gelen çirkin şeylerden dolayı hesaba çekmeyecektir.
15..) Müslüman ismi, bu ümmete mahsustur. Daha önce peygamberlerden başkası bu isimle zikredilmemiştir.
16..) İslamiyet, önceki dinlerin en mükemmelidir.
17..) Bu ümmetin dalalet (sapıklık ve bozuk bir iş) üzerine birleşmeyeceği bildirilmiştir.
18..) Bu ümmetin İcmaı dinde senet ve delildir.
19..) Bu ümmette taun/veba hastalığından ölen şehittir.
20..) Fasık (açıkça günah işlemeyen) ve mübtedi (bozuk itikadlı) olmayan iki Müslüman’ın hakkında hayır ve iyilikle şÃ¢hitlik ettiği kimsenin Cennetlik olduğu bildirildi.
21..) Bu ümmetin az bir ameli dahi sevap bakımından en çoktur.
22..) Aralarında Kutub denen büyük Evliya zatlar bulunur.
23..) Onlar kabirlerine günahlarıyla girerler, müminlerin onlar için Allah’ü tealadan af ve mağfiret dilemeleri sebebiyle günahları kalmaz, af olunurlar. Kıyamet günü kabirlerinden günahsız çıkarılırlar.
24..) Kıyamet günü diğer ümmetler arasından kabirlerinden ilk önce onlar kalkacaktır. Hepsinden önce de Peygamber efendimiz kalkacaktır.
25..) Mahşer günü Arasat meydanında yüksek bir yerde bulunurlar.
26..) Yüzlerinde secde izinden alamet bulunur.
27..) Sırat’ı geçerken, nurları, önlerinde ve sağ taraflarında gider.
28..) Yaptıkları ve onlar adına yapılan iyi işlerin sevapları kendileri için yazılır.
Evet.. Bu bölümde Ümmet-i Muhammed’in faziletlerine temas ettik. Bununla maksadımız, evvela kendi yerimizi bilmek ve değerimizi anlamaktır. Zira yerini bilmeyen, değerini anlamaz!.. İkincilikle de, diğer milletlerin özellikle içinde yaşadığımız Batı toplumunun, Ümmet-i Muhammed’e olan ihtiyaçlarını dile getirmektir. Onlar her ne kadar bu gerçeklere karşı gözlerini yumsa, kulaklarını tıkasa da, Onların dahi kurtuluşu yine Müslümanların sahip oldukları değerlerle olacaktır!..
Bu gün Batı toplumu, Ümmet-i Muhammed’in kıymetli nefesine şiddetle muhtaçtır. Onlardaki bilgi birikimine, ahlaki kişiliğe, Peygamberimizden tevarüs ettikleri Medeniyete son derece muhtaçtırlar. Onları manen yükseltecek olan değer, Ümmet-i Muhammed’in sahip olduğu değerdir. Her şeyin değerini maddi aletlerle ölçen Batı zihniyeti, Müslümanlardaki manevi potansiyele son derece muhtaçtır. Bunu idrak ettikleri zaman, İslam ile şereflenecekleri gün ise pek yakındır. Onun için, kuru inattan vazgeçip, bu yüksek değerlere yönelmeleri şarttır. Yoksa manevi duygulardan yana boş olan kalple, dünyanın İmarı gerçekleşmez!.. İnsanlık ancak ve ancak Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği hayat nizamına uygun bir düzen içerisinde rahat bir nefes alabilir. O’nsuz düzenler, O’nsuz bir dünya, zulümdür, kandır, gözyaşıdır… İki asra yakın bir süredir dünyada esen zulüm rüzgarları, hep O’nsuz bir düzen oluşturulmak istendiği yüzündendir. Mevla’dan niyazımız, Muhammedi bir medeniyete insanlığın kavuştuğu günlere tez elden eriştirmesidir!.. Selam ve dua ile Allah’a emanet olunuz…

Dipnotlar
1-) Rehber Ansiklopedisi Ümmet maddesi
2-) Kur’an-ı Kerim Münafikun suresi ayet 8
3-) Kur’an-ı Kerim Rum suresi ayet 41
4-) Kur’an-ı Kerim A’raf suresi ayet 201
5-) Kur’an-ı Kerim Âl-i Imran suresi ayet 110

Her ümmetin, belirli hedefleri vardır. Muhammed ümmetinin de hedefi; İslam’ı yaşamak ve yaşatmaktır. Bütün Müslüman’ları kardeş bilmek, hep birlikte rızaya ulaşmak, Peygamberin şefaatine nail olmaktır. Hz. Muhammed sav ümmeti olmak ayrı bir ayrıcalıktır; onun bilincine varma şuuruna ermek de ayrıcalıktır. O da üstün olmadır. Peygamber Efendimiz (sav);
“Bu ümmet-i İslam, diğer ümmetlere üstün kılınmıştır.” “Her ümmet kendi peygamberine tabidir.”Allah cc Kur’an-ı Kerim’de: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülüğü men edersiniz. Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran suresi,110.ayet)

Buyruklarında ümmet bilincinin temellerinde iyiliği emretme, kötülükten men etme vardır. Ümmet bilincinde Allah’ın iyi dediklerinde birleşme, kötü dediklerinden kaçma vardır. Ümmet bilincinde yeryüzünün herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın burnu kanamasından üzüntü duyma vardır. Ümmet olma bilincinde aç, açık ve yokluk olan Müslüman’ı görünce ızdırab duyma vardır, yardıma koşma vardır. Ümmet olma bilincinde mağdur olan Müslüman kardeşi nerede olursa olsun ona koşma vardır. Ümmet olma bilincinde tasalluta uğrayan, tecavüze uğrayan bir kardeşini görünce ona koşma vardır.

Ümmet olma bilincinde yeryüzünün hangi noktasında olursa olsun, Müslüman savaş halinde ise onun yanında olma, yardımına koşma vardır. Ümmet olma bilincinde ahiret hesabı vardır. Allah rızası vardır. Cennet vardır. Ümmet olma bilincinde mal’ı mülkü depolama yoktur, Müslüman’ın menfaatine sarf etme vardır. Ümmet olma bilincinde bulunduğu ortamda dostu düşmanı bilme vardır, dosta kucak açma, düşmandan emin olma vardır. Ümmet olma bilincinde ortamın haramlarını değil inancının helallerini yaşamak vardır. Ümmet olma bilincinde sistemler içinde “İnancımı ne kadar yaşıyorum? Yaşayamıyorsam neler yapmalıyım” düşüncesi vardır. Ümmet olma bilincinde yediği ekmeğin, içtiği suyun ne kadarı helaldir. Alışverişimi nasıl yapıyorum sorusu vardır. Ümmet olma bilincinde İslam’ı yeryüzüne hâkim kılma vardır. İslam’ın dışındaki sistemleri ret etme vardır

Müslüman olmak için Hz. Muhammed’e inanma ve O’nun ümmeti olma vardır. Ümmeti olan kişinin de kendi çıkarları değil, inancın çıkarlarını ön plana çıkarma vardır. Tercihlerinde Müslümanlar vardır, Muhammed ümmeti vardır. Her şey bir yana, savunduğumuz değerlerle yaşamadığımız değerleri biraz kıyaslayalım mı isterseniz? “Muhammede Ümmetiz” iddiası ispat isterse, nerede bu ispatımız? Söz ile amel arasında kıyaslanamayacak uçurumlar vardır dostlar. Sözle hemen her şey söylenir. Söz ile insanın yapamayacağı şey, kuramayacağı hayal yoktur. Aynı sınırsızlığı amelde nasıl gösterecek peki? Bu ümmetin yaklaşık yüzde 80’i hiç namaz kılmıyor yapılan bir araştırma neticesinde. Belki bu iyimser rakamdır.

Daha da fazla olması kuvvetle muhtemeldir. Daha da vahimi, araştırmalarda soru sorulan birçok kişi, “Neden bana bu tarz soru sorarsınız?” diye asabileşiyor. Ya diğer ibadetler? Çok uzakları merak etmeyelim, yakınınızda 100 kişi üzerinde bir araştırma yapınız bakalım, kaç kişi Kur’an-ı Kerimi okumayı biliyor? Örnekler çok. Şahsen katılıp şahit olduğum sohbetli bir toplantı sonunda karşılıklı tanışmalarla, konu bilinç meselesine geldi. “İlk etapta eksikliğini hemen kabul etmeme!” aşamasında olan bir kardeşimize baktım olacak gibi değil, abdest ve gülsün farzını sordum. Hiç alakası olmayan şeyleri saydı. Kınamıyorum ve bunda dolayı Allaha sığınırım. O esnada etrafımızda takriben 70-80 kişi vardır.

İnanınız tam olarak 6 kişi sayabildi. Geri kalan altmış kişiden fazlası sayamadı.
En enteresanı ne oldu biliyor musunuz? Sıkı durun. Aradan 4 gün geçti. Sayamayan bir kardeş yanıma geldi: “Hoca senin sorduğun o soruyu ben ezberledim” Hangi soruyu sorduğumu o an unuttuğum için hatırlatmasını rica ettim. “Abdest ve gülsün farzını sormuştunuz” dedi ve şakır şakır saydı. Ama asıl hadise, ne oldu biliyor musunuz? Yanında beraber gelen arkadaşı onu hafifçe dürtükleyerek: “Oğlum, sayıyorsun ama ne namaz kıldığını gördüm ne abdest aldığını gördüm. Hocam, siz bakmayın onun saydığına. Ben bunu iyi tanırım. Bir gün çeşmeden abdest alırken görsem belki ben o gün ölürüm”O kadar üzüldüm ki. Aklıma gelen o an ki şeyi içimden kendi kendime konuştum: “Sen bana göstermelik olsun diye abdesttin farzlarını ezberlemişsin ama Allaha göstereceğin amel nerede?”Yine, geçenlerde bir yere giderken, yolda ezan okundu. Pek bildiğim yer olmadığı için yakında cami bulamadım.

Bir fabrikanın girişteki güvenliğine sordum:“Af edersiniz, burada mescid var mıdır?”
Güvenlikçi arkadaş:“Hocam (sakallı gördü ya) Fabrikada vardır buyurunuz” dedi ve girdik.
Baktık ki içeride, yaklaşık 15 kişi namaza durmak üzere. Bizi görünce: “Bize namaz kıldırır mısınız?” dediler. “Ooo, tam da adamını buldunuz” dedim sevinçle. Sünneti kıldık. Farzı kıldırmak üzere mihraba geçtim ama birisini müezzinlik yapması gerekli idi. On beş kişi içinden bir kişi dahi ortaya çıkmadı. “Ben yapamam, pek bilmiyorum (kamet, tesbihat v.s.)” dedi. Bilmek ayrı, bilinç çok ayrı şeydir. Bir adım atmaya mecburuz. Hem de ne mecbur. Ancak bu zorlama değildir. Buradaki mecburiyetin sonu bize dayanıyor çünkü. Neticede üzülmek de var sevinmekte.

Zira ümmeti olmakla övündüğümüz, o güller sultanı, Hz Muhammed Mustafa sav ile, yarın yevm-i mahşerde yüz yüze geleceğiz ve o sav seslenecek:“Benim ümmetimden olan şu yana geçsin” (Hadisi şerif) diye buyurduğunda:“Bende O’nun sav ümmetimdendim, hemen geçeyim bari” diye aklımıza gelse de, aklımıza gelen ile hemen geçmek mümkün olmayacak. Zira o esnada o kadar şahitler türeyecek ki, hangisini sayayım istersiniz? Bütün organlarımız mı, yürüdüğümüz yollar mı, secdeye durduğumuz seccade mi, günah meşgul olduğumuz yerler mi? Bunlar bizim ya lehimize şahitlik edecek ya da aleyhimize. İşte bu şahitlerin neticesinde bizler geçeceğiz ya da “dur bakalım” denilecek. “Önce hesap ver….”

Bu hesabı verebilenlere ne mutlu, selam olsun onlara. Selam ümmet bilincini kalbinde hissedenlere, o hazzı doyasıya yaşayanlara. Her ümmetin, belirli hedefleri vardır. ümmet bilincinin temellerinde iyiliği emretme, kötülükten men etme vardır. Ümmet bilincinde Allah’ın iyi dediklerinde birleşme, kötü dediklerinden kaçma vardır. Ümmet bilincinde yeryüzünün herhangi bir yerinde bir Müslüman’ın burnu kanamasından üzüntü duyma vardır. Ümmet olma bilincinde aç, açık ve yokluk olan Müslüman’ı görünce ızdırab duyma vardır, yardıma koşma vardır. Ümmet olma bilincinde mağdur olan Müslüman kardeşi nerede olursa olsun ona koşma vardır. Ümmet olma bilincinde tasalluta uğrayan, tecavüze uğrayan bir kardeşini görünce ona koşma vardır.

“Bende O’nun sav ümmetimdendim, hemen geçeyim bari” diye aklımıza gelse de, aklımıza gelen ile hemen geçmek mümkün olmayacak. Ey yüceler yücesi rabbim, bizlere Peygamber Efendimiz s.a.v. yanına hemen geçenlerden eyle, azabından affına, gazabından niyazına sığınıyoruz… „Ya Rabbi! Ben, değil cehennem ateşine bir an dayanayım, sana verecek hesabım bile çok zordur. Değil cehennemde yanayım, kabirde yatacak halim bile yoktur. Lütfeyle, ne olur kerem eyle, şu dünyaya Müslüman olarak yarattın ve yaşattın ya, imanınımı muhafaza eyleyerek, sorgusuz ve sualsiz cennete giren ehillerinden eyle beni ve bütün ümmeti muhammedi Allahım. O resuli kibriyanın sav huzurunda mahçup ve mahzun eyleme, boynu bükük bırakma kimseyi. Tutsun ellerimizden beraberce, güle oynaya, neşe ve sürurla girelim cennette, erelim yüce derecelere. Bunu bizden mahrum etme Allahım.

Sermed Kadir

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.