Vahdet Üzerine Notlar

Rabbimiz Ali İmran suresi ayet.103.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a, Kur’an’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız…***

Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Cemaatle kılınan namaz, bir insanın tek başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir…(Buhârî) ** Vahdet; Birlik, teklik, bir ve tek olma, parçalar arasındaki âhenkten doğan bütünlük demektir. Allah’ın birliğine de vahdet denildiği gibi, aynı zamanda Allah’la bir olmaya da vahdet denilmiştir. “Vahdet”, “tevhid” kelimesi ile aynı köktendir; ikisi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tevhid, birlemek; vahdet de birleşmek demektir. Allah’ı birlemeyen kimsenin, tevhide iman edenlerle birleşemeyeceği gibi; vahdet anlayışından ve ahlâkından mahrum insanın da gerçek muvahhid olması beklenemez.

İnanıyoruzki;günümüz müslümanlarının en büyük meselesi ne yazıkki vahdete, birlige ve bütünlüge ulaşamama meselesidir diyebiliriz. Yalnız ne kadar söz edersek edelim;hemen başta ifade etmemeiz gerekirki, Vahdet Zarûrîdir. Çünkü; Kuranı kerim vahdeti emretmektedir. Aklı eren her müminin vahdet konusunda mutlaka belli başlı önerileri, teklifleri, çözüm yolları, gerçekleşmesi hususunda gösterdigi yollar vardır. Günümüze gelene kadar bütün islam alimleri müslümanların büyük bir güç olması, birlik içerisinde hareket etmeleri ve bütünlügü arzu etmişlerdir.

İslam alimleri Vahdeti nasıl anlamışlar sorusu mutlaka zihnimizi meşgul etmelidir. Vahdeti anlamak, vahdeti kavramak için mutlaka Kuran ve sünneti seniyye ışıgına ihtiyaç vardır. Bir kaç örnek verecek olursak; Mesela, Mevdudi rahmetli bu hususta diyorki:* “Allah’ın ipi“ O’nun tarafından belirlenen hayat tarzıdır. O bir „ip“tir, çünkü müminlerin Allah’la ilişkilerini sağlam tutar ve aynı zamanda onları birbirlerine bağlayıp, bir toplum halinde birleştirir. „Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın“ ifadesi, müslümanların Allah’ın yoluna en büyük önemi vermeleri, dini, tüm ilgilerinin merkezi yapmaları ve onu yaymak için güçlerinin sonuna kadar çabalayıp, ona hizmette işbirliği yapmaları gerektiği anlamına gelir.

Bu ipi gevşettikleri ve onun ana prensiplerinden uzaklaştıkları anda bölücülükten şikâyet etmeye başlayacaklar ve daha önceki peygamberlerin kavimleri gibi bölümlere ve alt-bölümlere ayrılacaklardır. Bunun bir sonucu olarak, geçmiş peygamberlerin ümmetleri bu dünyada da, ahiret’te de rezil olmuşlardır. 84. Bu, Arapların İslâm’dan sonra içinden çıktıkları dehşet verici duruma işaret etmektedir. İslâm’dan önce Arap kabileleri düşman kamplara bölünmüştü ve bu kamplar incir çekirdeğini doldurmaz nedenler için savaş yapıyorlardı. İnsan hayatı kutsiyetini kaybetmişti ve insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Eğer İslâm lütfedip onları kurtarmasıydı, düşmanlık ateşi tüm Arabistan’ı yakabilirdi. Bu lütuf, bu ayetlerin nazil olduğu dönemde Medine’de elle tutulur bir şekilde gözlenebiliyordu. Yıllardan beri birbirine düşman olan, kanlı savaşlar yapan ve birbirlerine vahşi saldırılarda bulunan Evs ve Hazrec kabileleri İslâm’ı kabul ettikten sonra birbirleriyle kardeş olmuşlardı. Sadece bununla da kalmamış, tarihte hiç eşine rastlanmayacak bir şekilde Mekke’den gelen muhacirlerin rahat etmesi için emsalsiz fedakârlıklar yapmışlardı…(Mevdudi.Tefhimul Kuran)* İslam alimlerinin görüşlerini kısa ve özlü bir şekilde ifade eden Maverdi (Rh.a) diyorki: * Bu, tüm günahlardan kaçınmaktır. Bazı tasavvufçuların görüşü budur. Bu korku ve emniyette mü’minlerin hakkı itiraf etmeleridir.

Bu Cenab-ı Hakka itaat edilip ondan başka hiç kimsenin ona itaati terketme hususunda kendisinden kaçınılmamasıdır.

Bu muhkem bir ayettir. İbn Abbas ve Tavus’un görüşü budur. “Toptan Allah’ın ipine sarılın.” Burada beş yorum vardır: “Habl: İp” “Allah’ın kitabıdır.” Bu İbn Mes’ud, Katade ve Suddi’nin görüşleridir. Ebu Said el-Hudri Rasulullah (s.a.v.) den şöyle söylediğini rivayet etmiştir:“Allah’ın Kitabı, Semadan yeryüzüne uzatılmış olan Allah’ın bir ipi’dir.”O, Allah’ın dinidir ki bu da İslamdır. İbn Zeyd bu görüştedir. O, Allah’ın ahdidir. Ata da bu görüştedir.O, Tevhid ile Allah için samimi olmaktır. O, Cemaattır. Bu da İbn Mes’ud’dan rivayet edilmiştir. Buna “İp” diye isim verilmiştir. Çünkü onu tutan kişi, kuyuda veya başka bir yerdeki bir ipi tutup da kurtulan gibi kurtuluşa erer. “Parçalanmayın”: Burada iki görüş vardır: Kendisinde cemaatın luzumu emredilen bir dinde bölünmeyin demektir. Bu İbn Mes’ud ve Katade’nin görüşüdür.

Resulullah (s.a.v.)’den ayrılmayın demektir. “Allah’ın size olan nimetlerini hatırlayın. Hani siz birbirinizle düşman kişiler idiniz de O, görüşlerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz” Bu ayetle kastedilen kimseler hakkında iki görüş vardır: Onlar birbirlerine karşı aralarında saldırılar olan Arap müşrikleridir. Bu Hasan’ın görüşüdür. Bunlar, Cahiliyye döneminde aralarında savaşlar bulunan Evs ve Hazrec kabileleri idi. Hatta bu savaşlar, Cenab-ı Hak islamla onların kalplerini birbirlerine ısındırana kadar yüzyirmi yıl uzamıştır. Sonra bu kinleri terketmişlerdir. İbn İshak bu görüştedir.(Maverdi Tefsiri)*

Ali Küçük hocaefendi diyorki: * Allah’ın Resûlü der ki, “Kur’an gökten yeryüzüne sarkıtılmış bir iptir.” Sanki bana öyle geliyor, böyle altı bin parçalı bir ip var ve işte bunun hepsine birden sarılmamızı istiyor Allah. Tümüne bir¬den sarı¬lacağız. Ne Tebbet dışında kalacak, ne de ihlâs. Ne na¬maz dışında kalacak ne de hukuk. Ne hac dışında kalacak ne ekonomi. Ne oruç dışında kalacak, ne de eğitim âyetleri. Yâni dini parçalamadan, kitabı parçalamadan, peygamberi parçalamadan, hayatı, Allah’ın hayat programını parçalamadan Al¬lah’ın ipine, Allah’ın dinine toptan sarılın. Nedir Allah’ın dini? Fâ¬tihadan Nas’a kadar tüm âyetler Allah’ın dinidir.

Baştan sona Kur’an âyetleriyle beraber Rasûlullah efendimizin Allah tarafından onaylan¬mış hayatı dindir. İşte bu dini, bu dinin kitabını parçalamayın diyor Rabbimiz. Meselâ nasıl? Dinin şu bölümünü kabul ederim ama şu bölümünü ka¬bul edemem. Kitabın şu âyetlerine evet, ama şu şu âyetlerine hayır demeden, peygamberin şu şu yönünü kabul, ama şu şu yönlerini red¬detmeden namazıyla, orucuyla, haccıyla, zekâtıyla, cihadıyla, eko¬no-misiyle, hukukuyla, nikâhıyla, mîrasıyla, kılık kı¬yafetiyle, savaşıyla, barışıyla her şeyiyle Allah’ın ipine, Allah’ın di¬nine sımsıkı sarılın. Yâni dinin, kitabın tümüne sarılın. Kur’an’daki ibâdet âyetlerine evet, ama aynı Kur’an’ın ekonomik düzenlemelerine gelince hayır demek biçiminde, Kur’an’ın orucunu kabul ama aynı kitabın siyasal bakış açısına gelince, sosyal yapılanmalarına ge¬lince hayır biçiminde, kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını red¬detmek biçiminde bir anlayıştan yana olmayın. Allah’ın ipinin, Allah’ın kitabının tümüne sarılın. Bir de bu âyete şöyle mânâ verenler de olmuş: Allah’ın ipine toptan sarı¬lın. Topyekün Allah’ın kitabına sarılın. Tek tek değil, toptan, hepi¬niz Allah’ın kitabına sarılın… Kur’an toplumsal bir nizam dinidir, toplum olarak yaşanan, uygulanan, toplumu ayarla¬yan, uyarlayan bir dindir.

Öyle birileri ilgilenip, birileri sarılıp, ama birileri kenarda kalınca yaşanacak bir din değildir bu din. Öyleyse ey müslümanlar, size düşen toptan, hepiniz birden kitaba sarılıp onu yaşamaya çalışmaktır. Her birinizin ferden ferda görevi bu kitabın tü¬müne sarılmaktır, ama bu işi hepiniz yapın demektir. Yâni zekât veren ve alan olarak, yardım eden ve edilen olarak, öğreten ve öğrenen ola¬rak, evlenen ve evlendiren olarak, nikâh kıyan ve kıyılan olarak, karı ve koca olarak, baba ve evlât olarak hepiniz bu kitaba sarılın demektir bu.

Çünkü toplumsal hareketlilikte şu iki örneği karıştırmayalım, birbirinin iç içesi olan iki örnek: Yemek yapmak ve yemek yemek. Meselâ beş kişi yemek yapacaksa, ya içinizden biri yemek yapar di¬ğerleri yer, bu bir kişinin yemek yapışıdır ferdi bir harekettir. Ya da bu yemek hazırlama işini birlikte yaparız. Yâni birimiz ateşi ya¬kar, birimiz su getirir, öbürü tuzunu getirir, sen yağını, öbürü do¬matesini, biri ser¬vis yapar, biri tabak hazırlar, öbürü çanak getirir, yâni yemek hazır¬lama işini hepimiz birden yapmışızdır. Böylece bu yemek yapma işi toplumsal bir iş olmuştur. Bu işte her bir ferdin özel bir katkısı olmuş¬tur.

Ama yemek yeme işi böyle değildir. Topluca da yeseniz, fer¬den ferda da yeseniz o ferdi bir harekettir. Yâni ben kendi başıma da otursam yesem kendim yerim, hepimiz beraber oturup yesek de yine ben kendim yerim. Ben kendi mideme yerim ve herkes de kendi mi¬desine yer, ama beraber yiyoruz. İşte İslâm’ın toplumsal hareketliliği budur. Meselâ namaz toplumsal bir harekettir, ama toplu da kılınsa bi¬rinin abdesti yoksa onun namazı yoktur. Ama onun abdesti yok, na¬mazı olmadı diye ötekilerin namazı bozulmaz. Onların namazı yine namazdır. Abdesti olmayan bu kişi imamsa tamam o zaman ötekilerin namazı da bozulacaktır. Ama bu durumda imam abdestsiz olduğunu söylememişse diğerle¬rinin namazı aynen namazdır. Demek ki İslâm’ın toplumsallığı böyledir. Herkes beraber ola¬cak.

Sen bir ucundan, ötekisi bir ucundan tutacak öyle değildir. Her¬kes işin başından sonuna sorumludur. Yemek yapmadaki sorumluluk değil ama yemek yemedeki sorumluluktur bu… İslâm cemaat ister. İslâm cemaattan yanadır. Kaç tane müslüman varsa onlar hepsi bir cemaattır. Yeryüzünde Allah’ın dinine sahip olduğunu iddia eden, Allah’a iman ettiğini id¬dia eden, ben de müslümanım diyen bütün insanlar cemaattır. İs¬lâm cemaatinin üyesidir. Ve işte o cemaata Kur’an diyor ki haydi Kur’an’a sımsıkı sarı¬lın, hepiniz sarılın. Öyle bir grubunuz Kur’an’a sarılsın, Kur’an’la bera¬ber olsun, Kur’an’la meşgul olsunlar, din adamları gibi, ama bir kısmı da başka şeylerle meşgul olsunlar değil. Ey cemaat, ey İslâm cemaatı siz hepiniz Kur’an’a sımsıkı sarılın demektir bu. Böyle yapınca, herkes Kur’an’a sarılınca cemaat olmaz mı? Ce¬maat oldun zaten. Müslüman oldun mu cemaat oldun zaten. Müslüman oldu mu bir kişi, artık o İs¬lâm cemaatının bir üyesidir. Allah’ın Resûlü tek başına sarıldı Kur’-an’a, sonra Hatice’yle iki kişi oldu İslâm cemaatı, Aliyle üçe çıktı, Ebu Bekir’le dörde çıktı ve bu¬gün bu cemaat dört milyara çıktı. Bir adam müslüman oldu mu o cemaatın içindedir. Bir daha yeniden ce¬maat kuracaksın yok yâni. İslâm’da yok bu. Cemaat içinde bir daha cemaat tefrikadır. Müslüman oldu mu bir adam Hz. peygamberden beri oluş-turulan İslâm cemaatının üyesidir. Dinden çıktı mı da bu ce¬maattan ayrıldı demektir. İrtidat etti demektir. Şu anda dünyadaki İslâm cemaatı imamsız, camisiz ve ezan¬sız bir cemaattır. Ama halîfe liderliğinde camisi, mescidi, ezanı, kitabı olan bir cemaat olmak zorundayız. Ama bu tüm İslâm âlemi içindir. Sadece burada olmaz bu iş. Burada seçtiniz mi onun dâveti bütün İs¬lâm âlemine ulaşması lâzım. Eğer o imamın mesajı, dâveti sana ulaş-mamışsa dolayısıyla senin ona bağımlılığın da yoktur. Şimdi meselâ ben burada seni seçtim, sen nesin yâni? Ne ifade ediyorsun? Benim temsilcimsin o kadar. (Ali Küçük.Besairul Kuran)*

Vahdetin gerçekleşmesi için gerekenlerin altını çizmek ve çözüm yolunu özet olarak belirtmek gerekirse, şu hususlara vurgular yapılmalıdır: Kur’an ve sahih sünnet çerçevesinde birleşmeye vahdet denildiği için, değişik kaynaklar edinen insanların tefrika içinde bölük pörçük olmaları gayet doğaldır. Kur’an’dan başka bir kitabı mutlak hakikat ve mutlak kaynak edinen her insan, tabiatıyla kaynakları farklı olduğundan vahdete ulaşamaz. Vahdet, her konuda aynı olmak, hiç ihtilâf etmemek, standart bir tip, robot adamlar üretmek, liderlere ve teşkilâtlara mâsum damgası vurmak, devamlı baş eğmek değildir.

Mü’minlerin dinin esas meselelerinde, Kur’an ve sahih sünnetin kesin olarak hükme bağladığı temel konularda birleşmesi ve bu doğrultuda işbirliği yapması, cemaat ve ümmet olmasıdır. Mü’minler arasında vahdete engel durumlar varsa, bu ya iman sorunundan, ya da ahlâk sorunundan veya her iki sorundan kaynaklanmaktadır. İnanıyoruzki; Vahdet, önce içimizde ve kendimizle olmalıdır. Kendisiyle barışık ve vahdet yani uyum içinde bir kişilik sergileyemeyenler, dışlarında vahdeti hiç oluşturamazlar. Vahdet, yakından uzağa doğru oluşup adım adım genişleyebilen bi durumdur. Bütün mü’minlerin kardeş, velî yani dost bilinmesi gerekir. Mü’minlerin birbirlerini, özellikle farklı cemaat mensubu dâvâ adamlarını topa tutup, dine savaş açanları unutmaları büyük bir cinâyettir. Düşmanlık için, Kur’an’ın belirttiği İslâm’a savaş açan tâğut ve zâlimler yeterlidir.

Rabbimiz Yine ali imran suresi ayet.105.te mealen şöyle buyurmaktadır: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır….*** Yine ilahi bir uyarı olarak Rabbimiz Enam suresi ayet.159.da mealen şöyle buyurmaktadır: ***Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir…***

Biz Müslümanların aslında vahdetten, birlikten ve bütünlük içerisinde olmaktan başka çıkar yolları yoktur inancını taşıyoruz. İnandıgımız, itikat ettigimiz, güven duydugumuz, itibar ettigimiz her kaynagımız bize vahdeti emretmektedir. Peygamber efendimiz mealen şöyle buyuruyor: **Allah’ın eli cemaatle beraberdir… (Tirmizî) Bir başka hadis mealen şöyle: ** Cemaat rahmet, tefrika (ayrılık çıkarma) azaptır…(Ahmed bin Hanbel)** Bereket, cemaatle beraberdir…(İbn Mâce) ** Cemaatten bir karış ayrılıp sonra ölen kimse câhiliyye ölümü ile (küfür üzere) ölmüş olur…

(Buhârî)** Bu hadislerden anlıuyoruzki; Sünneti seniyye vahdeti emrediyor. Dahası: Akıl vahdeti emrediyor şöyleki: Tek başımıza kaldıramadığımız ağır bir yükü, elbirliğiyle birleşerek kaldırabiliriz. Dâvânın hâkim olması, küfre ve zulme karşı konulması gibi birkaç kişinin kaldıramayacağı cihad yükünü de ancak birleşerek yerine getirebiliriz. Tek tek kolay kırılabilen ok gibi çubukları, büyük bir demet yaptığımızda kıramayacakları gibi, sürüden ayrılıp tek kalanı kurdun yediği gibi, bireysellik de cinden ve insandan şeytanların tuzaklarına kolay düşürür, vahdetten uzak insan, onların kolay avı olur. Tarih vahdeti emretmektedir. Başta Benî İsrâil olmak üzere, nice eski kavimler tefrika yüzünden acı mağlûbiyetler tatmışlar, niceleri tarihten silinmişlerdir.

Beylikler dönemindeki durum ile Osmanlılar arasındaki fark ve yine ırkçılık, milliyetçilik gibi ümmetin vahdetini bozan fikirlerle tek ümmet ve büyük tek devletten küçük küçük 87 ülkeye ayrılmış, ciddî ağırlıkları olmayan günümüz müslüman dünyasının durumu, ibret almak için yeterlidir. Daha önceki dönemlerde olldugu gibi, Günümüzün, zamanımızın konumu vahdeti emretmektedir. Avrupa ülkeleri, aralarındaki sınırları kaldırıp Avrupa Birliği adı altında hemen bütün güçlerini birleştirmektedir. Birleşmiş Milletler, Nato vb. ittifakların konumu ve ağırlığı göstermektedir ki bugün işbirliği ve ittifak yapan, birleşen uluslar yarınlara hâkim olabilecektir. Günümüzde en belirleyici etkenlerden birisi olan;

Ekonomi vahdeti emretmektedir. Müslümanların kalkınması, sömürü ve kapitalizmin zulüm çarklarından kurtuluşu, kendi ekonomik güçlerini birleştirip ortaklaşarak ticârî kuruluşlar, holdingler kurmalarını gerektirmektedir. Devir, küçük esnaf ya da bakkal devri olmaktan çıkıp süper ve hiper marketler devri olmuştur. Bu da kapitalist vampirlerin mü’min kanı emerek azgınlaşmaması açısından müslümanların vahdetini gerektirmektedir. Mevcut müslümanların konumu, din düşmanlarının tavrı vahdeti emretmektedir.

Kısa bir müddet önce Çeçenistanın Ruslar, Bosna Hersek’in Sırplar, Filistin’in siyonistler Afganistan ve Irak’ın Amerikalılar tarafından resmen işgali ve bunlardan daha acı olan kâfirlerin yerli işbirlikçi İslâm düşmanları tarafından müslümanların devletlerinin işgali, onların yönlendirdiği medyanın, çevre şartlarının, câhilî eğitimin oluşturduğu fitne ve fesadın müslümanların gönüllerini ve kafalarını işgali, mü’minlerin birleşmelerinden başka yollarının olmadığını haykırıyor. Dün okudugumuz haberlerde güya Türkiye Suriyeye vuracakmış aynı anda İsrailde İrana saldıracakmış. Müslümanları birbirine kırdırmak isteyen fitne ve fesat yayıcıları her zaman müslümanların parçalanmasından yana.

Şurası bir gerçekki; Mü’minler birleşip birer kova su dökseler, İsrâil’i sel alıp götürür. Emperyalizmin orta doğunun kalbine hançer gibi sapladığı kan içici İsrâil’in ve dünyaya yayılmış siyonizmin vahşeti, vahdetin hemen ve her yerde gerçekleşmesini farzı ayın kılıyor. Tecrübe vahdeti emretmektedir. Yüzlerce senedir müslüman halk kültürünün ortak ürünü olan atasözleri, bu deneyimi aktarır: “Nerde birlik, orda dirlik.” “Bir elin nesi var? İki elin sesi var.” “Tek el, kendini yumaz.” Her halde bu ifadeler durduk yere söylenmiş boş ve anlamsız sözler degildir kanaatındayız. Matematik vahdeti emretmektedir. Alt alta dizilen ve yazılan rakamlara bir bakalım; meselâ dört tane 1, en fazla 4 ederken; aynı safta dizilen, yan yana gelen dört tane 1.ise, 1111 (bin yüz on bir) edecektir. Dört tane 1’in yan yana gelip birleşmesi, 1111’in gücüne eşitlenecektir. (Ahmet Kalkan) Dünya huzuru vahdeti gerektirmektedir. Fesat ve kargaşanın, tefrika ve sürtüşmenin gereksiz tartışma ve ihtilâfın, eleştiri bombardımanının olduğu ve bireyselciliğin öne çıkıp herkesin sadece kendini düşündüğü yerde huzur olmayacak; kardeşlik ve vahdetin, ittifak ve cemaatin olduğu yerde ise huzur olacaktır. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Mü’min olmadan cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız…(Buhari)** Bu hususta, Tirmizide rivayeti geçen hadis mealen şöyle: ** Sizden biri, kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de istemedikçe (gerçek) mü’min olamaz…** Demekki hem dünyamız için ve hemde ahiretimiz için birlik, bütünlük ve vahdet içerisinde bulunmamız zaruridir. Kurteluşumuzun reçetesi işte vahdet kültüründe saklıdır…

Rabbimizin yine ilahi uyarısına kulak verelim Enfal suresi ayet.46.da mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Allah’a ve Rasûlüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rîhınız (rüzgârınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir…***

Zamanımızda müminler parça parça olmuş vaziyette hatta bizler dört kişiyi bir anda görünce Rabbimize şükrediyor ve hiç bir birlikteligi küçük görmüyoruz darul Erkam cemaatında oldugu gibi. Şurası iyi kavranmalıdırki; Ümmetin tümüyle, ülkedeki hatta dünyadaki tüm müslümanlarla vahdet gerçekleşir diyorsanız, kıyâmeti, hatta mahşeri beklersiniz belkide. Vahdet hususunda, Gerçekçi ve ayağı yere basan teklifler sunmalı, gerçekleşebilecek hedefler seçmeliyiz. Peygamber Efendimizin (sav) hayatındaki dönem hâriç, tarihin hiçbir döneminde bu ideal, tümüyle gerçekleşememiştir. Şurası bir gerçektirki; Vahdet, ancak şuurlu müslümanlarla gerçekleşir.

Tevhidî bilince ermemiş insanlarla ittifaklar, saldırmazlık antlaşmaları, ateşkesler ve takıyye yapılabilir ancak; vahdet tamamıyle ihlaslı, takva sahibi insanların işidir.“Vahdet, nasıl gerçekleşir?” Bu soru en çok sorulan cevaplarıda belli lakin sonuca yaklaşamadıgımız bir sorudur. Biz yine de bilinen gereklilikleri ortaya koyalım. Eger vahdeti, birligi ve bütünlügü istiyorsak, Bütün mü’minlere elimizi, gönlümüzün tercümanı olarak uzatmalı, gülümseyen yüzümüzü sevgi dolu ifadelerle zenginleştirip kardeşlerimize ikram etmeliyiz. Mü’min olan tüm muhâtaplarınıza elinizi uzatırsınız, ama musafalaşacagınız yerde elinizi itenlere ya da ısırmaya kalkanlara karşı ne yapacaksınız ?

Benzetmek gibi olmasın, Misyonervari şekilde, ısırsın diye diğer elinizi mi uzatacaksınız ? Tabii, sizi kutsallaştırıp, adeta insan sınıfından çıkaranların, musafaha için uzattığınız elinizi öpmeye kalkışanların da ısıranlar kadar tehlikeli olabileceğini unutmamalıyız. Hak, hakikat ve şeriat yolunda olanları istisna edersek tasaavvuf şeyhlerine yapılanları,onların sözü üzerine söz tanımayanları, kitapları üzerine kitap okumayanları bu tehlike çemberinin sadece küçük bir ayrıntısı olarak zikredelim. Başka çaremiz olmadıgı için ya da aklımıza başka çözüm noktaları gelmedigi için diyebilirizki; Vahdetin hemen gerçekleşecek kısa vâdeli bir çözüm olmadığını bilerek, bunun alt yapısı için mü’minlerin adım atmaları, farklı cemaat mensuplarına gönül ve kucak açmalı, ziyâret etmeli, onları sevdiğimizi ispat edecek yaklaşımlarda bulunmalı, hor görüyü sadece kâfirlere, hoşgörüyü ise hangi gruptan olursa olsun tüm müslümanlara gösterebilmeliyiz. Şartlanmış ya da şartlandırılmış bazı ifadelerden eger itikadımıza ters degilse uzak bulunmalıyız mesela; “Filan memleketten adam çıkmaz!”, “falan mezhep bâtıldır, mensupları kâfirdir”, “ben falan cemaatle veya filanlarla bir araya gelmem!”, “onun olduğu yerde ben yokum!”, “şu kitabı (gazeteyi, dergiyi, yazarı) okuyanlar şucudur, bunları okuyanlarla işbirliği yapılamaz” gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz anlayışla vahdet değil, ancak tefrika ve fitne üretilir. Bizler her an hata yapabiliriz dikkatli davranıp beşerî yorumları, din ve mutlak hakikat gibi değerlendirmemeli, insanları kendi doğrularımıza, kendi mezhep, meşrep, metot, dernek, vakıf, cemiyet, cemaat ve faâliyetlerimize dâvet etmek yerine, İslâm’ın mutlak doğrularına dâvet etmeliyiz.

Mslümanlarla ihtilâf edeceğimiz konulardan ziyade ittifak halindeki konulardan yola çıkarak asgari müşterekleri giderek artırmak önemsenmeli, dostluk ve sevginin giderek samimiyete ve işbirliğine dönüşmesi hedeflenmelidir. Müslüman cemaatlerle ittifak ettiğimiz konularda işbirliğine gitmeli, ihtilâf ettiğimiz konularda birbirimizi mâzur görmeliyiz. Sadece benim mezhep, cemaat, teşkilât, metot, lider ve görüşüm hak, diğerleri bâtıl demekten sakınıp kendi doğrularımızın „yanlış ihtimali olan göreceli doğru“ olduğunu, muhâtap mü’minlerin de „doğru ihtimali olan yanlış“ görüşleri olduğunu, empati ile ve göreceli doğruların bir’den fazla olabileceğini unutmadan olgun mü’mine yakışan şekilde değerlendirebilmeliyiz.

Bir cemaat mensubu, bir meşrep ve mezhep mensubu olmakla; hizipçi, mezhepçi, bağnaz olmak arasında cennetle cehennem kadar farkın olduğu unutulmamalıdır. Dinin temel esasları dışında, meşrû özgürlük alanlarında ve yasaklanmamış çalışma metotlarında farklılık bir zenginliktir; tefrika ise tüm zenginliğin kaybı, ölümcül fakirlik. Allah’ın ve Rasûlü’nün farklı anlaşılmayacak şekilde hükme bağladığı mutlak hakikatlerin dışında beşerî doğruların ortaya çıkması için uygun zaman ve zeminlerde ve de âdâbına uyularak tartışılması gerekmektedir.

Bir Allahın bir tek olan hak yolundan giderek vahdete ulaşmak için muvahhid yani birleyici müslümanların birbirini sevmeleri ve ittifak ettikleri konularda birleşip işbirliğine gitmeleri, ihtilâf ettikleri konularda birbirlerini mâzur görerek ihtilâf âdâbına riâyet etmeleri ve adım adım ümmet birliğine doğru yol almaları gerekmektedir kanaatını taşıyoruz. Çünkü Rabbimiz Hucurat suresi ayet.10.da Mealen: *** Mü’minler ancak kardeştirler… *** Buyurmaktadır.Konumuzu bir ayet meali ile noktalayalım inşaallah. Rabbimiz Rum Suresi ayet.31.32.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Müşriklerden olmayın; ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka/grup, kendi yanındakiyle böbürlenmektedir …***

Allahım bizleri senin dininiş hakkıyla yaşama ve yaşatma, hayata hakim kılma yönünde bizlere birlik ve dirlik nasib eyle.Bizleri fitne, fesat ve tefrika hastalıgına tutulanlardan uzak eyle.Bizlere birligi, vahdeti, muvahhid olmayı sevdir. Gönlümüzü, kalbimizi, sinemizi islam şeriatıyla ve İslam cemaat sevgisiyle doldur.Bizleri hakkı ve hakikati yaşayanlar sınıfına dahil eyle. Bizleri sıratı müstakimden ayırma. Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…16.11.2011

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.