Rabbimiz Hucurat suresi ayet.11.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir…***
Peygamber Efendimiz Tirmizide rivayet edilen bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Şunu iyi dinleyip kulak verin: Benden sonra başkanlar gelecektir. Kim onların yanlarına girip de, yalanlarını doğrulayıp, ulümlerine yardımcı olursa, o benden değildir, ben de ondan değilim. Bu kimseler, cennetteki havuzumun başında yanıma gelemezler.Kim de onların yanına girip, zulümlerine yardımcı olmaz, yalanlarını da doğrulamazsa, o bendendir, ben de ondanım. Ayrıca, bu kimseler, havuzumun başında yanıma da gelecektir…(İbn Ucre ra. Tirmizî.)**
ZULÜM: kavram olarak, karanlık, haksızlık, hakkı yerine koymama, baskı, şiddet, hak yeme, eziyet ve işkence demektir. Zulm’ün halk arasındaki en yaygın manası, haksızlık, baskı, işkence ve gaddarlıktır. Zulüm, bu anlamları kapsamakla beraber, Kur’an’da ve İslâm literatüründe daha geniş anlamlara gelmektedir. Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir.
Allahın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır.Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. İslamî ıstılahta; bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki hakkı saptırmak anlamlarına da gelir. Zulmün dayandığı temel, “nur” dan yoksun olmaktır.
Aslında zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür. Allah celle şanuhu mutlak olan tek varlıktır. Varlığın ve ışığın kaynağıdır. Nûr bir anlamda varlığı, zulmet yani karanlık ise yokluğu temsil ederler. Nûr yani ışık bildigimiz gibi görmeyi sağlar, yolları aydınlatır, eşyanın nasıl olduğunu anlamamızı temin eder. Karanlık ise bunun karşıtıdır, zıddıdır. Karanlık yani zulmet hem yokluktur, hem korkudur. Zulmet insanların yollarını şaşırmalarına sebep olur, karanlıkta insanlar ne yapacaklarını bilemezler, karanlık içinde sağa sola yalpa yapıp dururlar. Allah celle şanuhu insanları doğru yola yani hidayete sevketmek için gönderdiği Din’e, ‘Nûr’ demektedir.
Rabbimiz Tevbe suresi ayet. 32 de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah’ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez…*** Bu ayetin izahında Şehid Seyyid Kutub diyorki: * Onlar Allah’ın nurunu ağızları ile söndürmek istiyorlar. Onlar yüce Allah’ın nuruna, ışığına karşı savaş halindedirler. Bu savaşı kimi zaman yalanlar uydurarak, komplolar düzenleyerek ve müslümanlar arasında kargaşalık çıkararak veriyorlar, kimi zaman da kuklalarının ve bağlılarının bu dine ve bağlılarına karşı savaş açmalarını, onun karşısında set oluşmalarını teşvik ederek saldırganlıklarını tatmin ediyorlar. Bu durum bu ayetlerin indiği günlerde böyle olduğu gibi tarih boyunca da hep böyle olmuş ve böyle sürüp gidecektir.
Bu ilahi ifade, o günkü müslümanların kalplerini coşturmayı amaçladığı gibi insanları doğru yola ileten gerçek dinde somutlaşan Allah’ın nuru karşısında yahudiler ile hristiyanların takına geldikleri sürekli tavrın özünü de tanımlamakta, gözler önüne sermektedir. Ayeti okumaya devam ediyoruz:“Oysa Allah, kâfirlerin hoşuna gitmese de, nurunu kesinlikle tamama erdirmekte kararlıdır.“ Bu ifade, kâfirlerin zoruna gitse de yüce Allah’ın dinini üstün çıkararak nurunu tamamlayacağına ilişkin değişmez kanuna kanıt oluşturan, bu itibarla kesinlikle gerçekleşecek olan bir ilahı vaaddir.
Bu vaad mü’minlerin kalplerine güven aşılar; onların kendilerini bekleyen bütün zorluklar ve bütün sıkıntıları göğüsleyerek yollarına devam etmelerini kâfirlerin bütün oyunlarına ve saldırganlıklarına rağmen yüce hedeflerine doğru ilerlemelerini sağlar. Burada sözkonusu edilen „kâfirler“den maksat, daha önce kendilerinden sözettiğimiz yahudiler ile hristiyanlar (Kitap ehli)dir. Bunun yanısıra bu ayet gerek o günkü kafirlere ve gerekse bütün dönemlerin kâfirlerine yönelik bir tehdit içeriyor.(Seyyid Kutub.Fi Zilali Kuran.)
Bu ayetten anladıgımız gibi Rabbimiz dinimizi nasıl Nur kavramıyla bizlere duyurduysa, Aynı zamanda Tevrata, İncile NUR ismini vermiş bizleri aydınlatmıştır şöyleki. Maide suresi ayet. 48. meali: *** Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı (Kur’an’ı) gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir…***
Şehid Seyyid Kutub diyorki: * Allah katından gönderilmiş her dinle amaçlanan, yaşama yön vermektir. Pratik, gerçekçi bir yaşam biçimi belirlemekdir. Allah’ın dine yüklediği misyon, insanların yaşam biçimlerini belirlemek, düzenlemek, yönlendirmek ve koruma altına almaktır. Dinler insanların, heykellerin, ikonların ya da mihrapların karşısına geçerek tapınmalarını sağlamak üzere, kişinin salt iç dünyasına yönelik olarak indirilmemiştir. İnsanların yaşamlarında ve onların iç dünyalarının eğitiminde bunların hiçbir önemi yoktur demiyoruz. Ancak bunlar, insanların yaşam biçimlerini belirleme, düzenleme, yönlendirme ve koruma altına alma konularında tek başına yeterli olamaz. İnsanların yaşamlarında pratik bir karşılığı olması gereken bir şeriat, bir düzen, bir sistem salt bunlar üzerine ikame edilemez. Bu saydıklarımızı insanlar, yasalar ve otorite çerçevesinde belirlerler. Yasalara ve otoriteye ters bir davranışta bulunduklarında bundan sorumlu tutulurlar ve belirli cezalara çarptırılırlar.
İnsanların yaşamlarını en düzgün bir biçimde sürdürebilmeleri ancak, inanç, idealler ve yasaların tek bir kaynağa dayanması durumunda mümkün olabilir. Allah, insanların hareketlerine ve davranışlarına egemen olduğu gibi, onların yüreklerine ve içlerinde sakladıkları her türlü sırra da egemendir. O, insanların davranışlarının ve tutumlarının karşılığını, dünya hayatında, gönderdiği şeriata göre, ahiret hayatında ise yapacağı sorgulamaya göre en adil biçimde verecektir. Ancak otorite parçalanacak olursa… Anlayışlar farklı kaynaklarla temellendirilecek olursa… Allah’ın otoritesi sadece vicdanlara ve insanların iç dünyalarına indirgenerek, rejim ve yasalar konusundaki otorite Allah’ın dışında birine verilecek olursa… Ahiretteki ceza ve mükafatlar konusundaki otorite Allah’ın, dünyadaki cezalar konusundaki otorite ise bir başkasına ait kabul edilirse…
İşte o zaman, insanlığın ruhu, farklı iki otorite, farklı iki yönelim, farklı iki yöntem arasında parçalanmış demektir. Bu nedenledir ki her din, insanlar için bir yaşam düzeni olmak üzere gönderilmiştir. Dinin, belirli bir yöreye, bir ulusa ya da tüm insanlığa gönderilmiş olması, söz konusu olguyu değiştirmez. Her dinde, yaşama en doğru yaklaşımı sağlayacak bir inanç sistemi, insanların yürekleriyle Allah arasında bir bağ oluşturacak ibadet esasları ve bunların yanısıra, yaşamı biçimlendirecek bir şeriat söz konusudur. Bu üç açı, Allah’ın dininin temel direkleri konumundadır.
Allah katından gelen her dinde bu saydıklarımız mevcuttur. Zira, insanlığın yaşamının sağlıklı ve düzgün bir biçimde olması, ancak yaşam düzeninin Allah’ın dinine göre belirlenmesi durumunda mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de ilk dinlerin içeriklerine ilişkin çeşitli göstergeler vardır. Belirli bir yörenin ya da ulusun mevcut düzeyiyle uyum içerisinde, belirli bir yöreye ya da bir ulusa gönderilmiş olan ilk dinler, yukarıda sözünü ettiğimiz bütünlüğü tam anlamıyla sağlamıştır. Buradaki ayetlerde, üç büyük dinde de yani yahudilik, hristiyanlık ve İslâm’da da söz konusu bütünlüğün tam anlamıyla mevcut olduğu dile getiriliyor…(Seyyid kutub.Fi Zilali Kuran)*
Bu manada inanıyoruzki: NUR İslâm’ın sembolü, ZULMET ise İslâm’ın dışındaki inançların sembolüdür. Zulüm, yapısı gereği karanlıkları ifade eder. Bu karanlıklar, inkâr, şirk, isyan gibi şeyler olduğu gibi; haksızlık, işkence ve tecavüz de olabilir. Bunların her biri karanlık gibidir, bir başka ifadeyle hakkın yerine konulmamasıdır; aydınlık gibi insana rahatlık veren bir şey değildir. İnsanların uydurduğu dinler ise karanlıktır, tümüyle zulmet’tir. Bu dinleri icat edenler ve bu bâtıl dinlere uyanlar, devamlı karanlık içerisinde oldukları için, bocalar dururlar, yanlış yollarını bir türlü düzeltemezler.
Zulüm, böylesine karanlık olan yolu, gidişi, anlayışı benimsemektir. Allah’a ait ilâhlık hakkını başkasına vermektir. Haklının hakkını vermeyip, ona haksızlık yapmaktır. Sapıklığı, isyanı, nefse uyup da azmayı seçmektir. Eldeki servet ve iktidarla şımarıp insanlara baskı uygulamak, onların haklarına ve hürriyetlerine tecavüz etmektir. İnancımız odurki; Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini’nin en önemli emirlerinden biridir. İslam’ın bütün hayatımıza hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Zalimlere hayır demeden, onları reddetmeden zulmü ortadan kaldıramayız, ancak zalimlerin oyuncagı ve hizmetkarı oluruz Allah korusun, Adil olamayız…
Zulüm kavramını izah ederken, hakkı yerli yerine koymamak, yer ve zaman, nitelik ve nicelik olarak yanlışlık yapmak ve sapkınlığa düşmek, az veya çok tecavüzde bulunmaktır dedik. İnanıyoruzki herşey zıddı ile bilinmektedir. Bu anlamda zulmün karşıtı ise adalettir. Adalet: Bir işi yerli yerine, hakkı olan yere koymak, her şeyi yerli yerinde yapmak hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk, doğru ve yerinde olmak anlamlarına gelir. İnsan-eşya ilişkilerini, insanların birbirleriyle olan münasebetlerini ve insanın devletle olan alâkasını, Allah’ın indirdiği hükümlere göre düzenlemeye adalet denir.
Bu, bir anlamda Allah’ın emrini, emrettiği şekilde yerine getirmektir. Yine adâlet, zâlimlerin cezalandırılması, her ferdin lâyık olduğu mükâfatını veya cezasını almasıdır. Zulmün ve haddi aşmanın zıddıdır Adalet. hakkaniyet, doğruluk ve müsâvat yani eşitlik gibi anlamlara gelir. Kötülükten arınmış vicdanın ifrat ve tefritten uzak olarak itidal çizgisinde gördüğü her çeşit meşrû yani şer’î hareket manasına da kullanılır. Allah’ın indirdikleriyle hükmedilen darü’l-İslam’a “darü’l-adl” de denilir. Çünkü İslâm dini, Allah’ın indirdiği ile hükmetmektir ki, esasen adalet budur. İmam Şâfii, er-Risale adlı kitabında “adalet, Allah’ın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır.” diye adaleti tanımlar.
Düzgün ve usûlüne uygun olmayan şey zulüm iken, bunun tersi adâlet; şaşırtmak, bozmak, yoldan çıkarmak, karartmak zulüm iken; tersi adâlettir. Adâlet, dengedir, orta yoldur, itidalden ve orta yoldan ayrılmamaktır. Yaptıgımız bütün işleri, uygulamaları, amelleri Dosdoğru, düzgün ve tam yapmaktır adalet. Bir yönetim ilkesi olarak adâlet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki ilişkilerde ilâhî yasalara uygun davranmak, haklıya hakkını tam olarak ödemek; suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak demektir. Kuranı kerimde tağutun huzurunda muhakeme olmak ve tâğuttan adalet beklemek haram kılınmıştır.
Çünkü tağutlar, Allah’ın indirdiği hükümlerle değil; kendi hevâ ve heveslerinden kaynaklanan kanunlarla hükmederler. Bu ise adalet değil; zulümdür. İslâm topraklarında adalet mefhumu korkunç değişikliğe uğramıştır. Tağutî iktidarlar, kendi kanunlarını, “adalet” kavramını kullanarak kitlelere kabul ettirmek gayretindedirler. Dolayısıyla zulüm, adalet olarak sunulmaktadır. Müslümanlar “adalet” ve “zulüm” kavramlarının mahiyetini kavradıkları ve bu istikamette görevlerini yerine getirdikleri zaman, gerçek iç huzurunu yaşayacakları inancındayız. Daha önceleri oldugu gibi zamanımızda da insanlar, eşitlikle adaleti karıştırmaktadırlar, aynı zannetmektedirler. Halbuki mutlak eşitlik, yani her şeyin her yönüyle birbirinin aynı olması, adalete zıttır.
Eşit olmayan konularda insanlara eşit davranmak da adalet değil; zulümdür. Öyleyse adil ve doğru olmak, yalnızca Rabbimizin emir ve yasaklarına, hükümlerine,O’nun sözüne yani Kitabına uymakla gerçekleşir. Kur’an’a göre gerçek adaletin ölçüsü hakka uymaktır. Hak neyi gerektiriyorsa onu yapmak, hak kime aitse onu sahibine vermek, hak ile hükmetmekten ayrılmamak, her konuda hakkı ölçü almak, herkesin ve her şeyin hakkını korumakla adalet yerine getirilir. İslâm, hakların yerine ulaşması için adâleti emrederken ilâhî adâletin de âhirette herkese hakkını vereceğini, hiç kimseye haksızlık yapılmayacağını bildiriyor. Mahkeme işlerindeki adâlet; hak ile, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek şeklinde anlaşılmıştır. Adâletle hükmedin diyen âyetler bunu emretmektedir. İman edenlerin her konuda Allah’ın indirdiği ile hükmetmeleri Rabbimizin emridir. Bunu yapmayanlar zâlim, fâsık veya kâfir olurlar gerçegine inanıyoruz. İnsanlar arasında hükmederken, hakemlik yaparken, hak konusunda karar verirken, hatta çocukları eğitirken bile adaletli davranmak İslâm’ın getirdiği önemli bir prensiplerdendir. Zulüm, varlık düzeninde bozulmaya yol açan faaliyettir. Bu bozulmayı da insan yapmaktadır. Toplum ve kâinat dengesini, insan eliyle meydana getirilen zulüm bozmaktadır. Allah’ın emanetini yüklenen insanın, bunun gereğini yerine getirmediği için zâlim ve cahil olacagı bir gerçektir. Halbuki o emanet, dengeleri kuran, insana doğru yolu gösteren, insanın uyması gereken ilâhî kurallardır. İnsan, o emaneti yerine getirmediği için, önünü aydınlatan nûr’u ve emin, güvenilir olma özelliğini kaybeder. Böylece karanlığa yol açtığı ve hakkı yerine getirmediği için zâlim, emanetin gereğini ve kıymetini bilmediği için de cahil olur.
Küfür ve şirkin zulüm olduğu, hem de tüm zulüm çeşitlerini içinde barındırdığı nasslardan açıkça anlaşılmaktadır. Farzları terk eden ve haramları işlemekten çekinmeyen kişi, önce kendi nefsine zulmetmektedir. Bazı haramları işlerken; hem kendi nefsine ve hem de çevresinde bulunan insanlara zulmetmesi de söz konusudur. Mesela, faiz alıp vermek, tefecilik yapmak, gıybet ve iftira gibi günahları işlemek çift taraflı zulümdür. Yine zulüm, ferdî planda olabildiği gibi, siyasal iktidar ve toplum planında da olabilir. Allahın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen siyasî bir iktidar; bütün vatandaşlarına zulümle karşı karşıyadır.
İnsanlara zulmeden zorbalara boyun eğmek büyük bir zillettir. Nitekim Âd kavmi, zorbaların peşinden gittiği için lânetlenmiştir. Rabbimiz Hud Suresi ayet.59-60.ta mealen şöyle buyurmaktadır: *** İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O’nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular. Onlar hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lânete tâbi tutuldular. Biliniz ki, Ad (kavmi) Rablerini inkâr ettiler. (Şunu da) bilin ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzak kılındı…***
Hazreti Ali efendimiz şöyle buyurmaktadır: * Zulmün iki temel unsuru vardır. Birisi zâlim, diğeri de mazlum. Zâlim zulmettiği için, mazlum da zulme rızâ gösterdiği için hesaba çekilir…* Tâğûtî iktidarların, zalim idarecilerin; hem Allah’ın hukukuna, hem insanların haklarına tecavüz ettikleri, bir hakikattir, gerçektir, realitedir. Dolayısıyla tâğûtî iktidarlara, zalim idarecilere karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle mücadele vermeyen kimselere de zâlim demek mümkündür. Zâlimlere, zihnen ve kalben meyletmek dahi büyük bir tehlikedir.
Rabbimiz yine Hud suresi ayet.113.te mealen şöyle buyurmakadır: *** Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz…*** Tevbe suresi ayet.23te mealen şöyle buyuruluyor: *** Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler/ dostlar edinmeyin. Sizden kim onları velî/dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir…***
Her Cuma hutbesinin sonunda okudugumuz Nahl suresi ayet.90.da Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Şüphe yok ki Allah, adâleti, ihsânı (iyiliği), akrabaya vermeyi (yardım etmeyi) emreder. Fahşâyı (çirkin işleri), fenalık ve azgınlıkları/zorbalıkları yasaklar. Size öğüt vermektedir; umulur ki düşünür ve tutarsınız…***
Aslında zalimlere ve zulüm işleyenlere ve onları tanıma ve anlama konusunda sadece kuran ve sünneti seniyyeye bakmak yeterli şekilde bizlere doyurucu bilgiler vermektedir. Misal olarak bakara suresi ayet. 114. gösterilebilir mealen şöyle: *** Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir (Başka türlü girmeye hakları yoktur). Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır…***
Tirmizide rivayet edilen bir hadis mealen şöyle: ** Mazlumun (bed)duâsından sakın. Çünkü mazlumun duası ile Allah arasında (kabule mâni olan) hiçbir perde/engel yoktur…(Tirmizî, Zekât 4, -625-) Başka bir hadiste Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Üç kimsenin duası red olunmaz: Orucunu açarken oruçlunun duası, adâletli yöneticinin, bir de mazlumun duası. Allah (c.c.) mazlumun duasını göklerin üstüne yükseltir ve dua için gökyüzü kapıları açtırılır. Allah Teâlâ da: ‘İzzetime andolsun ki, bir süre sonra da olsa sana yardım edeceğim’ buyurur.” (Tirmizî)
İbni Mace rivayet ediyor mealen: Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu” soruldu. Buyurdu ki: “Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hakk kelimesini konuşmaktır.” (İbn Mâce, Fiten) Başka bir hadis meali şöyle: ** Bir kimse bilerek zâlime yardım kastı ile onunla beraber yürürse, o kimse İslâmiyet’ten çıkmıştır… (Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s. 445)**
Peygamber efendimiz (sav) şöyle dua ediyor mealen: ** Allah’ım, benim işitme ve görme duygularımı düzelt ve onları bana vâris kıl (ölünceye kadar sahih ve sağlam olsunlar). Bana zulmedene karşı bana nusret ver (yardım et) ve zâlimden intikamımı bana göster.” (Buhâri)
İbni Kesir Hadislerle Kuran tefsirinde şu rivayeti almış mealen: ** Zulüm üç türlüdür. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affetmez. Bir zulüm vardır ki, Allah onu affeder. Bir zulüm vardır ki, Allah onun mutlaka hesabını sorar. Allah’ın affetmediği zulüm şirktir. Çünkü Allah ‘şirk, büyük bir zulümdür’ (Lokman, 13) buyurmuştur. Allah’ın affedeceği zulüm; kulların kendi nefislerine karşı işlediği zulümdür. Rableri ile kendi aralarındaki işlerde (emre itaat ve yasaklardan kaçınmak noktasında) yaptıkları hatalardır. Allah’ın hiç bırakmayıp, mutlaka hesabını soracağı zulüm ise kulların birbirlerine karşı hayâsızlıklarıdır. Allah, bunların hesabını sorar ve zâlimleri cezalandırır…**
Kuran ve Sünneti seniyye ışıgında Zulüm ve Zalim kavramını anlamak ve kavramak bizim için bir vecibedir çünkü bütün çeşitleriyle beraber bizi birebir ilgilendirmektedir. sadece yukarıda sayılan çeşitlerine bakacak olursak hangisi olursa olsun, zulüm, yaratılış düzeninde bozukluk ve sapmalara sebep olmaktadır. İnsanın dışındaki bütün varlıklar, yaratılış düzenini bozmamakta, nasıl yaratılmışlarsa, öyle hareket etmektedirler. Allah’ın emir ve yasaklarım dinlemeyen, zulüm yollarına düşen insanlar ise, insanın yaratılış gayesinin dışına çıkmaktadırlar. Bu halleriyle de, varlıklar arasında en büyük zalimlerden olma durumuna düşmektedirler. Onun için Allah ve Râsulü genel olarak zulmü yasaklamışlardır.
Bir de, bütün peygamberler insanları Allah’a inanmaya ve O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmeye çağırmışlardır. Bu davete kulak vererek imâna gelen ve ibadete sarılanlar huzur, saadet, mutluluk ve başarı elde etmişlerdir. Bu davete kulak vermeyerek peygamberlerin yoluna muhâlefet edenler ise, zalimlerden olmuşlar ve başlarına büyük belalar ve musibetler gelmiştir. Kur’ân’da, peygamberlerin emrini dinlemeyen nice toplulukların başına gelen felâket ve musibetler haber vermiştir. Bu bilgiler, zulüm işleyen zalimlerin sonu açısından son derece ibret verici oldugu gibi, zamanımızda da ibret almasını bilenler için hala geçerliligini korumaktadır, inanıyoruzki kıyamete kadar da geçerliligini koruyacaktır. Sadece 100. senelik zaman zarfında ne kadar zalim idareci gelip geçmişse hepsinin sonu insanlık için büyük bir ibret vesikası olmuştur, bir kaçını hatırlıyalım.
Tarih nice Firavunlara, nice nemrutlara, karunlara, belamlara ve o zihniyetteki zalimlere zulümleriyle beraber yer vermektedir. Kendisini vazgeçilmez tanrı gibi gören, ben sizin ilahınızım diyen ve yaşadıgı anda da tapılarak sevilen mesela bir Ho chi minh, Putlaştırılan büyük kurtarıcı diye yere göge sıgdırılamayan, Lenin çıldırarak ölmüş, Benim sözüm üzerine söz tanımıyorum diyen duçe lakaplı başı dik halkının büyük lideri, Mussolini yine aynı halkı tarafından ayaklarından asılıp linç edilerek öldürülmüş, Dünyaya tek lider olarak hükmetme arzusunu yerine getirdigini sanan mukaddes lider sıfatlı, Hitler kafasına tabancayı dayayıp intihar etmiş, En büyük önder lakaplı Mao, Büyük Bulgaristan hayali ugruna zulmün her türlüsünden kaçınmayan halkı tarafından göklere çıkartılan Dimitrov, Yine Büyük amerika kurma hayalleri dogrultusunda milyonların ölümüne sebep olan zorba yahudi Abraham Linkoln, Ramazan ayında halkına oruç tutmayı yasaklayan,hacca gitmeyi engelleyen,Tesettür düşmanı tunus lideri Habip Burgiba, Zulmüyle onlarca yıl iktidarını zoraki sürdürürken beklemedigi bir anda öldürülen, İndira Gandi, Yugoslavyadan Yine bir Firavun torunu mareşal Tito, Zorba iktidarını zulümle sürdüren Kore lideri, Kim il Sung, İktidarı döneminde Nemrutlugu şiddetle benimseyip halkına kan kusturan Filipinler lideri Markos, İktidarı bir şekilde ele geçirip kırk yıla yakın halkını ezen ve hama şehrini,1982 yılında yerle bir edip otuz bin kişiyi katleden Hafız Esad, Beş bin yıllık farisi tahtının sahipligini üstlendigini ifade eden,1979.da kaçacak ülke bulamayan gurur ve kibir sembolü Şah Rıza Pehlevi, Yine Müslümanlara yetmiş yıldır kan kusturan zalim torunu zalim üçlüsü Cemal abdunnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek, Arnavutlukta gurur ve kibirinin esiri olup kendi heykellerini ve büstlerini boş buldugu her alana diken heykelci lakaplı, Zulmün temsilcisi Enver Hoca, Faşizmin İspanyadaki temsilcisizalim oglu zalim Franko, Dünyayı medeniyetle buluşturacagı vaadiyle kana bulayan Napolyon Bonapart, Romanyada kendinden başka kutsal tanımayan lakin kendini ilah kabul ettirdigi halkı tarafından karısıyla beraber linç edilerek öldürülen Çavuşesku, Habeşistanda Aslanlar aslanı gibi sıfatlarla büyük bir debdebe içinde yaşayıp halkının açlıgından habersiz Haile selasiye, Yine Rusyada iktidarı döneminde zulümle otuz milyonun ölümüne sebep olan Stalin ve onun şeriatçılar isyan ediyor diye şehirlerini toptan haritadan kaldırma sevdalısı türkiyedeki benzerleri, Libyayı kırk iki sene zulümle ayakta tutan lakin sonunda daha geçen hafta halkı tarafından linç edilerek feci şekilde öldürülen Muammer Gaddafi…
Evet hangi birini sayarsak sayalım en büyük sıfatları kendilerine yakıştırmışlar, gurur ve kibirle devamlı başları havada yaşamışlar lakin sonları berbat bir şekilde bitmiş olan zulüm temsilcileri, firavun soyları, nemrut torunları, ebu cehil, velid bin mugire yandaşları, deccal artıkları zalimler, zalimler, zalimler. Aslında hepsinin bir ortak özelligi var din düşmanlıgı, mukaddesat karşıtlıgı, Allah isyan etme vasfı, küfür ve şirk bayragını sarılma özellikleri. Evet zalimler bu özellikleriyle yerin dibini boylamışlardır. Dünyada hemen hepsi sonuç itibariyle feci bir akibetle karşı karşıya kalmışlardır. Ahiretteki cezalarını ise Rabbim bilir. Büyüklerimizin tabiiki kuran ve sünnetten çıkardıklarına inandıgımız güzel bir sözü vardır bilindigi gibi. ZULM İLE ABAD OLUNMAZ demişlerdir.
Rabbimiz Mümin Suresi ayet.78-19. da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır. Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir…***
Zulmün mutlaka bir makaleye sıgmayacak kadar pek çok yönü ve çeşidi vardır. İnsan hakları ihlâlleri, tabiatın acımasızca tahribi, hayvanların, ormanların, yeşil alanların ve yeraltı zenginliklerinin yağmalanması birer zulümdür. Kişinin mahkemede, iş yerinde, başka yerlerde hakkını alamaması zulümdür. Başkalarının hakkına engel olmak, rüşvet, torpil veya benzeri yollarla başkalarına ait bir hakkı almak, görevi kötüye kullanmak, emanate ihanet etmek zulümdür. Bütün işkence şekilleri, inançlara saldırılar, inançları yaşamanın önündeki engeller, kişilerin kimliğini ifade etmelerine engel olma, ırk ve bölge ayrımcılığı, sınıf kavgaları, dilleri ve kültürleri yasaklamak, ırk, dil ve renk gibi farklı dünyevî ve maddî unsurları yükseklik veya aşağılık sebebi saymalar birer zulümdür.
Resmî ideolojilere inanmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmak, onların haklarına engel olmak, onlara tepeden bakmak da zulmün başka bir çeşididir. Yine, adam öldürmek, hırsızlık yapmak, gasp, soygun, baskı ve şiddet; zulümden başka bir şey değildir. İnsanlara en güzel hayatı İslâm gösterdiği gibi, insanlar arasında adâleti de ancak İslâm’ın kuralları sağlayabilir. İslâm, insanların haklarını ve bu haklara riayet etmeyi en güzel şekilde göstermiştir. Allah’ın hükümleri, hayatı düzene koyan hükümlerdir. Bundan dolayı kişi veya siyasî otorite olarak, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek zulme sebep olur. Buna sebep olanlar da zâlimlerdir…
Rabbimiz Araf suresi ayet.177. de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Âyetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmiş olan kavmin durumu ne kötüdür…*** Peygamber Efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyuruyor: ** Kim bir kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.” (İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri) Allahım bizleri Zalimlere ve zulmedenlere karşı uyanık bulundur. Bizlere açıkça zalimlere muhalefet etme, karşı koyma güç ve cesareti ver. Bizleri zalimlerin oyuncagı eyleme. Bizleri Nefsimizin oyuncagı eyleme. Bizleri Sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Ehli sünnete tam baglı olanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin allahım…Amin…
Sermedkadir…28.10.2011